LİBERALLERİN DURUMU ACIKLI BİR HAL ALDI

Algılama, bilindiği gibi, anlamaktan çok daha farklı bir durum. Anlamak, daha çok somut veriler üzerinde kişiye sunulan bilgilerin akla dayalı...

Algılama, bilindiği gibi, anlamaktan çok daha farklı bir durum.

Anlamak, daha çok somut veriler üzerinde kişiye sunulan bilgilerin akla dayalı analizidir. Algılamak ise, kişiye sunulan, ancak duygularla analiz edilebilen bir kavrayış biçimidir. Daha çok da sanatsal üretimler için geçerlidir.

Ancak, kimi zaman sanatsal olmayan üretimler için de algılamanın gündeme geldiği olur. Söz gelimi, bir politikacının amacını aşan sözler sarf etmesinin ardından, “söylemek istediğim bu değildi, yanlış anlaşılmış,” kaçamağına sık rastlanır.

Bu, basit düzeyde bir kurnazlıktan ibarettir ve zaten bir işe de yaramaz.

Buradan hareketle, aslında liberal takımın son zamanlarda yaptığı “u” dönüşlerle, Mehmet Metiner gibi inatla bulunduğu yeri koruyanlardan söz edebiliriz.

Aslında Metiner gibi yazarlara saygı duymak da gerekir diye düşünülebilir, ama Mehmet Metiner, “Başbakan’ı savunuyorum. Yaptıklarını beğeniyorum. Bana ‘yalaka’ da deseniz başım üzerine, ama yazar arkadaşlardan bana yönelttikleri eleştirilerinin düzeyini yükseltmelerini beklerim,” dedi geçen televizyonda.

İşte “zurnanın zırt dediği yer”...

Kayıtsız koşulsuz bir başbakan ve onun politikalarına verilen destek, bu destek zifiri karanlık gibi en ufak ışık sızıntısı bile vermiyor ve Metiner, “eleştiri düzeyinin” yükseltilmesinden medet umuyor.

Olmuyor tabii ki... Bu sızıntı vermez “katılıkta ve yoğunlukta” bir “müdafaa”ya elbette bilimsel düzeyde bir yaklaşım söz konusu olamaz.

Bakmayın buradaki lakırdılara. Sonuçta bu yazı Mehmet Metiner silüetinde tüm liberal yazarlar için kaleme alındı.

Algının ve anlamanın iflas noktasındaki durum nedeniyle...

Algılama söz konusu olduğunda, sanatsal ürünlerin ön planda olduğunu yukarıda belirtmiştik. Rönesans döneminin ünlü ressamları, gerçeği tuvallerine bire bir yansıtmak için tüm hünerlerini göstermiş... Örnek mi, Rubens’in “Ölü İsa”, Jan Van Eyck’in “St. Francis’in Stigmatları Alışı, Arnolfi’nin Evlenmesi”, Hieronymus Boch’un “Çobanların Secdesi” vb. gibi bir çok tablo, nesnel gerçekliğin neredeyse bire bir yansıtılmasına örnek oluşturmuş.

Bu resimleri algılamak söz konusu değildir. Bunlar, anlaşılabilir resimlerdir ve resim sanatı bu aşamayı neredeyse yedi yüz yıl önce geçmiştir.

Bu, nesnel gerçekliği birebir yansıtma çabaları, fotoğraf sanatının henüz ortaya çıkmadığı dönemlere ait olduğundan, ressam bir anlamda tarihe not düşme görevini üstlenmiştir. Daha sonra ABD’de, mahkeme salonunu çizen kara kalem ressamları, ya da Seine nehri kıyılarını dolduran sokak ressamları bu gruptan sayılacaktır.

Fotoğraf sanatının gelişmesinden çok önce, resim, sanatın nesnel gerçekliği birebir yansıtmak olmadığını fark etmiştir. Hatta Rönesans döneminin ünlü ressamlarından Michelangelo, bunu o zamandan fark ederek, resimde dikkati çekmesi gereken objelerin bir şekilde ön plana çıkmasına özen göstermiştir. Sözgelimi, Meryem’in kucağında yatan çocuk İsa’nın neredeyse Meryem kadar büyük olması gibi.

Algılama da işte o anda ortaya çıkar.

Öyle bir an gelmiştir ki, ressam resmini yapıp duvara astığında, sanat tüketicisi olan kişiler resimden ne algılıyorsa onunla yetinmeye çalışması gerektiğini öğrenmek zorunda kalmıştır.

Hegel’e atıfta bulunarak söylersek: İlkel beyin, katılabileceği sanattan hoşlanır. Bir resim, müzik, karikatür, heykel ne kadar soyuta doğru yönelirse, nesnel gerçeklikten de o kadar uzaklaşacaktır. O anda, sanat eserinin insan beynine düşen izdüşümleri, kişinin bilgi dağarcığıyla sınırlı çakışmalar yaratacağından, donanımsız beyinler bunu hemen reddetmeye, anlamsızlandırmaya yönelecektir.

Liberallerde görüldüğü gibi.

Burada, bilgi eksikliğinden kaynaklanan bir algılama eksikliği sorunu vardır. Birebir gerçekliği yansıtan bir eser yaratmanın artık yalnızca “beceri” olarak nitelendirildiği günümüzde, sanat eserini insan beyninde değişik izdüşümler yaratan kılığa büründürmek algılama düzeyini de yüksek tutmak anlamına gelmektedir.

Yine dönelim liberal yazarlarımıza: Daha önceleri hükümetin hemen tüm girişimlerini gönülden destekleyen, neredeyse “toz” kondurmayan yazarlarımız (Ertuğrul Özkök’ün, Emine Erdoğan’nın türbanı ile Suriye Devlet Başkanı Esad’ın karısının yanındaki komik durumunu, ayakkabılarındaki zerafetle kapatmaya çalıştığını anımsayın) Başbakan’ın ve doğal olarak da hükümete yakın olanların koro halinde “yaşam biçimine” yönelttikleri saldırı karşısında, “bir dakika” demeye başladı...

Eskiden algılamak gibi bir sorunları zaten yoktu, ama anlamıyorlardı da... Cumhuriyet gazetesi, neredeyse 8 yıl önceden bu yana, “tehlikenin farkında mısınız” diye ilanlar verdiğinde, görmezden gelinmiyordu, anlamıyorlardı, algılamak zaten söz konusu bile değildi.

İçeriği, kurgunun arkasına gizleyen ve satır aralarında da olsa, dünyayı AKP penceresinden okura açıklamaya çalışan liberaller, okurların neyi nasıl algılayacağı veya anlayacağı konusunda hiç kafa yormadılar.

Ne verilirse, kabul göreceğinden çok emindiler ve uzun süre de haklı çıktılar. Anlaşılmak veya anlamak gibi bir sorunları yoktu: Yalnızca anlatıyorlardı.

Aklın yolu, birçok toplumsal baskılarla beyin çeperi içine sıkıştırılabiliyor, bu yönetenlerin binlerce yıldır kullandığı bir yöntemdir ve başarılı da olmuştur. Algılamada ise bu kadar kolay baskı kurabilme olanağı yoktur. Kişi doğru algılarsa, bunu aklının bir köşesinde tutarsa, bir başka olayı algılayışında, daha öncekilerle ortak noktalar bulma olanağına sahiptir. Böylesine soyut bir yaklaşımı engelleyebilecek tek şey ise, yukarıda da belirtildiği gibi, kişinin algılamasını yönlendirebilmektir. Tek kurtuluş ise, akıl yoluyla edinilen bilgilerin çoğaltılması ve dışarıya çıkmasına izin verilmeyen bir toplumda bile, hiç olmazsa algılamada doğruyu bulmasıdır.

İşte Türkiye’deki liberallerin durumu böylesine acıklıdır.

Neyse ki, onları artık anlayabiliyoruz...

Mümtaz İdil

Odatv.com

mehmet metiner liberaller arşiv