CÜNEYT ÜLSEVER: KOMŞULARLA SIFIR SORUN YANDI BİTTİ KÜL OLDU

Ben ilk günden itibaren Prof.Dr. Ahmet Davutoğlu’nun akademik hayal gücüne dayanan Stratejik Derinlik başlıklı dış politika anlayışına karşı...

Ben ilk günden itibaren Prof.Dr. Ahmet Davutoğlu’nun akademik hayal gücüne dayanan Stratejik Derinlik başlıklı dış politika anlayışına karşı çıktım.

Davutoğlu jargonu ile Türkiye’nin yeni dış politikası “çok merkezli” bir bakış açısı taşıyan, komşularla “sıfır sorun” hedefleyen, “proaktif” davranan, “ön alan”, “oyun kuran” bir politika olacaktı.

Ancak, Davutoğlu’nun gönlünde yatan esas hedef ise kendi sözleri ile:

“Tıpkı Britanya’nın eski kolonileri ile yaptığı gibi Türkiye de bir milletler birliğine dönüşebilir... Bana hatırlattı ki Britanya eski kolonileri ile bir ortak refah bölgesine sahip. Neden Türkiye liderliğini Balkanlardaki eski Osmanlı topraklarında, Ortadoğu’da ve Orta Asya’da yeniden inşa etmesin?” idi. (Jackson Diehl’in Ahmet Davutoğlu ile yaptığı söyleşi,Washington Post, 5 Aralık 2010)

Bunun adı da literatürde Yeni Osmanlıcılık olarak geçmektedir.

Bu politikanın dünyaya satışı ise yine Davutoğlu’nun sözleri ile:

“Obama ile Türkiye’nin dış politika tercihleri ve öncelikleri tamamen örtüşmektedir.” olarak yapılıyordu.

***

Bugün Türk dış politikasına baktığımızda ne “komşularla sıfır sorun”, ne de“çok merkezli dış politika” gözlemliyoruz.

Hele hele, Türkiye Ortadoğu’da ne “ön almak”, ne “proaktif davranmak”, ne de “oyun kurucu” olmak durumunda!

Türkiye, eskiden olduğu gibi, tek merkezli kararlar eşiğinde, ABD’nin ardı sıra pasif politikaların peşinden koşuyor.

Çok merkezli dış politika belki İran’ın nükleer gücünün tartışıldığı günlerde denendi, ABD’nin zımni izni ile Hamas ve Hizbullah ilişkilerinde kendini hissettirdi, İsrail’e ders verme seansları yaptırdı.

Ancak, ABD’nin kendisine tanıdığı “göreceli özgürlüğü” Türkiye abartınca Türkiye’nin “merdiven altına çekilmesi” gerekti ve sonunda ortaya klasik pasif real politika çıktı.

Türkiye haşa Batı’da Ortadoğu’nun temsilcisi/savunucusu olarak değil, ancak ve ancak Ortadoğu’da Batı’nın temsilcisi/savunucusu olarak görev yapabilir.

Müsaade o kadar!

Tersinin kabul görmeyeceği Türkiye’ye lisan-ı münasip ile anlatılıyor.

Türkiye’nin Ermenistan ile imzaladığı 2 protokole sadık kalmaması da Batı’da not edilmişti ve bu kez ABD işi sıkı tutmaya karar verdi.

İşte neticesi:

Ortadoğu’da genellikle ABD ile ittifak içinde hareket eden (Suriye hariç) Arap ülkelerindeki otokrat yönetimler teker teker çatırdamaya başlayınca ABD “madem Ortadoğu’ya değişim lazım, o değişimi de ben temin ederim”, mantığı ile hareket etmeye başladı ve kaçınılmaz değişimin denetimini kaybetmeme kaygısı ile Türkiye’ye yeni ödevler verildi.

Türkiye’ye, daha doğrusu AKP iktidarına “basın özgürlüğü elden mi gidiyor! nidaları altında aba altından sopa gösterilirken, dersini iyi çalışan Türkiye’nin başının okşanacağı, kollanıp-kotarılacağı da yedi düvele gösterildi.

***

Davutoğlu’nun Bayan Clinton’un mesajını Suriye’ye götürdüğü gün manzara-i umumiye şöyle:

Türkiye, Başbakan’a “insan hakları ödülü” vermiş “eski kardeş” Libya’ya yapılan NATO saldırılarını onaylar hale geldi. NATO’nun açık saldırısına rağmen bir türlü Kaddafi’yi yıkamayan, giderek Batı’yı da kızdırmaya başlayan muhalefete tam destek veriyor. Ancak, Libya’da muhalefetin neden desteklendiği, Kaddafi’nin neden satışa getirildiği bugüne dek kamuoyuna anlatılabilmiş değil. Tıpkı Mısır’da Mübarek’e yapıldığı gibi!

Hoş, “büyük patron böyle istiyor!” diyecek halleri yok.

***

Esas yaman çelişki ise “komşularla sıfır sorun” hedefinin güzide örneği olarak gösterilen Suriye ile yaşanıyor.

Beşşar Esad ile önce kanka olundu. Sınırlar fiili olarak kalktı. AB ile olmayınca, Başbakan Suriye ile “Schengen anlaşması” yapıldığını ilan etti. Beraber Bakanlar Kurulu toplantıları yapıldı.Türk kamuoyuna hanımının görüntüsü üzerinden Esad çağdaş ve reformist olarak tanıtıldı.

İlk ağızda amaçlanan Esad’ın İran’dan koparılıp Batı (ABD) ittifakına kazandırılmasıydı. Ama olmadı. Bu sefer muhalefet kışkırtıldı. Mesele de azınlık Şiilerin çoğunluk Sunnilere tahakkümü olarak takdim edildi.

Esad, özünde “İran’dan kop” anlamına gelen “reformlar”a davet edildi, Esad çağrıyı kulak ardı edince de kendisine Batı’nın ciddi bir şekilde Suriye’ye haddini bildirmeye hazırlandığı bilgisi verilmesi gerekti.

Bu mesajı taşımak da “komşularla sıfır sorun”un isim babası Davutoğlu’na düşüyor.

Pro-aktif Davutoğlu şu anda pasif postacı!

Mektup taşıyor! Kağnı gölgesinde Suriye’ye gözdağı veriyor.

***

Bir sabah aniden Suriye Türkiye’nin iç meselesi haline geldi.

Suriye’ye “ya reform yap, ya da külahları değişiriz!”,diyoruz.

İlginçtir, toprakları içinde PKK’nın konuşlandığı Kandil yer alan Irak’a haddini bildirmiyoruz, göz dağı vermiyoruz da, artık bizimle hiçbir meselesi kalmayan Suriye’ye kafa tutuyoruz.

Zamanında PKK’ya kucak aştığı için haklı olarak “iç meselemize karışıyorsun, çek elini, yoksa haddini bildirim”, dediğimiz Suriye’ye şimdi de “ben senin iç meseleni kendi iç meselem sayıyorum, çek elini muhalefetin üzerinden, yoksa haddini bildiririm”,diyoruz.

Suriye ise bize “sen önce kendi Kürt meseleni hallet, benim meselemden sana ne!”,diyemez.

Suriye’nin gaddarca katlettiği muhalif Sunni Müslümanlara sahip çıkıyormuşuz,

ama Suriye bize “Irak’ta katledilen Sunni Müslümanlara neden sahip çıkmadın?”,diye soramıyor.

***

Ahmet Davutoğlu yıllarca eski dönemleri “şahsiyetsiz dış politika güdüldü” diyerek yerden yere vurdu.

Şimdi kendisine soruyorum:

-Ahmet Bey, Suriye meselesinde güdülen politikaya “şahsiyetli dış politika” demeye vicdanınız izin veriyor mu?

Dr. Cüneyt Ülsever

Odatv.com

cüneyt ülsever Ahmet Davutoğlu obana suriye'deki olaylar arşiv