Kimlerin yayına çıkarılacağı Saray'dan bildiriliyor

Nurzen Amuran sordu, RTÜK Üyesi İlhan Taşcı yanıtladı...

Nurzen Amuran: Demokrasinin sınırlarının daraltıldığı bir sistemde, insan hak ve özgürlüklerinin tanımının değiştiği bir süreçte, en çok tartışılan sektörlerden biridir medya sektörü. Eğer, tarafsızlığını ve bağımsızlığını unutarak gücün hizmetine girer, amaçları araç haline gelir, yayınları, ilkeler değil talimatlar yönlendirir, kime seslendiği değil, kime hizmet verdiği ortaya çıkarsa bu sistemin demokrasiyle bağlantısı kesilir. Bu açıdan değerlendirilince medya kamu yararına hizmet veren bir sektör değil de, belli oluşumların çıkarları yararına hizmet gören kuruluşlar haline dönüşür. Bu nedenle de gündemin konusu olmaya devam eder.

İlhan Taşcı basın sektöründe yetişmiş, bir gazeteci-yazar. Ben Taşcı’yı önce Cumhuriyet gazetesinde yaptığı yürekli araştırmalarıyla tanımıştım. Kaleme aldığı kitapları da bu araştırmaların birikimleriyle oluştu... Daha sonra RTÜK üyeliğine seçildi. Güncel siyasetin üstünde, medyanın durumunu daha deneyimli daha ilkesel daha sorumlu bir gözle değerlendirmekte.

Sayın Taşcı, önce gündeme gelen bir haberle ilgili bilgi almak istiyorum: Bu hafta, RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin adına yardımcısı tüm yayıncı kuruluşlara Coronavirüsü nedeniyle televizyon programlarına alınacak konuklar ve telefonla bağlanacak hekimler konusunda Sağlık Bakanlığı ve RTÜK’teki doktor bir Daire Başkan Yardımcısı ile iletişime geçmeleri istendi. Yazıyı alanlar şaşırdı, bu yazı ne anlama geliyor, daha önce benzer yazılar kuruluşlara gönderildi mi?

İlhan Taşcı: RTÜK Başkanlığınca gönderilen bu talimat yazısı Anayasa'ya ve yasaya aykırıdır. Suçtur! Çünkü Anayasa’nın 28. Maddesi “basın hürdür, sansür edilemez” hükmüyle basın özgürlüğünü anayasal güvence altına alıyor. RTÜK’ün özel yasası olan 6112 Sayılı Kanunun 6. Maddesinin 1. Fıkrası da “Yayın hizmetlerinin içeriğine ve yayınlanmasına önceden müdahale edilemez ve yayınların içeriği önceden denetlenemez” hükmünü içeriyor. Anayasal bir Üst Kurul olan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Anayasa ve yasadan almadığı hiçbir yetkiyi kullanamaz. RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin adına tüm yayıncılara gönderilen yazı tam anlamıyla aba altından ceza sopasını gösteren tarihe geçecek nitelikte bir talimat yazısıdır.

RTÜK’ün televizyonlardaki yayınların öncesi, hazırlık süreci ve yayın aşamasında müdahalesi hangi gerekçeyle olursa olsun, doğrudan doğruya basın özgürlüğüne müdahale anlamına gelir. Yayıncıların programlarına kimleri konuk alacağını ve alacakları konukların değerlendirme içerikleri o yayın kuruluşunun editöryal bağımsızlığıyla ilgilidir. RTÜK’ün konukların kimlerden seçileceğini; kurul içerisinde belirlenmiş bir isim üzerinden belirleme girişimi sansürden de öte bir anlayışı yansıtmaktadır. O zaman RTÜK Başkanlığı otursun kimlerin televizyonlarda konuk alınacağının listesini oluştursun, kimin neyi konuşacağına ilişkin de matbu metinler dağıtsın. RTÜK ancak ve ancak yayın tamamlandıktan sonraki içerikle ilgili yetkili ve görevlidir.

Daha da vahim bir boyutu var bu yazının. Bu yazı Üst Kurul’da görüşülmedi! Üst Kurul Üyelerince tartışılmadı. Yayıncılara gönderildikten sonra Üst Kurul Üyelerinin bilgisi oldu. Dolayısıyla Üst Kurul kararı biçiminde de değerlendirilemez. Bu yazıyı imzalayan her ne kadar buradaki bir bürokrat olsa da asıl sorumlusu RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’dir. Üst Kurulda Üyelerin görüş ve önerileri çerçevesinde müzakeresi yapılmayan bir konunun yayıncılara gönderilmesi, yalnızca RTÜK Başkanının kişisel görüşünü yansıtır. Kurulda görüşülseydi sonuç ne olurdu bu aşamada kestirmek güç. Ancak belki de karar yeter sayısı çıkmayacaktı. Baktığınız zaman sanki Üst Kurul bir karar almış ve yayıncılara dayatmış gibi görünüyor. Oysa kimi üyeler, bu yazıdan son yapılan Üst Kurul toplantısında benim bilgilendirmem üzerine haberdar oldu!

“Alo Fatih” gerçeğini yaşamış Türkiye’de; özellikle Saray tarafından yayıncılara şifahen kimlerin televizyonlara çıkarılacağı, kimlere ambargo uygulanacağının iletildiğini biliyoruz. Sufle gerisinden kulaklara üflenen isimler, söylemler, bu talimat yazısıyla ete kemiğe bürünmüş oldu.

Bu yazının bekletilmeksizin ilk Üst Kurul toplantısında masaya yatırılıp, değerlendirilmesi ve geri çekilmesi bir zorunluluktur. Kamuoyundan ve yayıncılardan da basın özgürlüğüne müdahale anlamına gelmesi bakımından özür dilenmesi gerekir. Amaçları basına müdahale değilse de bunun ne olduğunu açık bir şekilde kamuoyuyla paylaşmalılar.

Toplum sağlığını ilgilendiren bir konuda ekranlara alanında yetkin isimlerin çıkarılması doğal olandır. Hele hele ülkenin karşı karşıya olduğu bir virüs tehdidinin kelle paça çorbasıyla püskürtüleceğini söyleyebilen şarlatanların zaten ekrana çıkartılmaması gerekir. Ancak bu tür “hekimlerle” Türk Tabipler Birliği ve Sağlık Bakanlığı mücadele edecektir –ki ediyorlar da- ama bu görev RTÜK’e ait değildir.

Amuran: Bu açıklamanızdan sonra ilk aklıma gelen soru şu oldu: Bugün artık medyamıza demokrasinin dördüncü kuvveti diyebilir miyiz? Kamuoyu oluşturan kamuoyunun oluşmasına katkıda bulunan bir güç olarak algılanması yaşadığımız siyasi ortamda mümkün müdür?

Taşcı: Öncelikle Türkiye’deki medya kavramını büyüteç altına almalıyız. Gelinen noktada Türkiye medyası değil, iktidar yanlısı, Erdoğan övgücüsü, AKP sevicisi bir medya ile karşı karşıyayız. Gazete manşetlerinin Saray’da atıldığı günlere, ekranlarda en çok iktidarı ve Erdoğan’ı ben överim yarışlarına tanıklık ediyoruz. Böylesi bir yayıncılık anlayışının kamuoyunda güven oluşturması, verilen haberin doğruluğuna inanılması zaten beklenilemez. Öyle de oluyor. Baktığınız zaman eskiden ana akım medya olarak adlandırılan televizyon kanalları ana haber bültenlerinin, internet üzerinden yapılan bireysel yayınların bile çok çok gerisine düştüğünü görüyoruz. Çünkü kimse verilen habere inanmıyor, haberi veren kanalın iktidarla olan ilişkisini biliyor. Zaten yayıncıların pek çoğunun da artık haber verme derdi yok. Daha çok iktidar adına PR şirketi gibi çalışıyorlar.

Hal böyle olunca ülkesinde ve dünyadaki gelişmeler hakkında bilgi almak, habere ulaşmak isteyen insanlar alternatif medya arayışlarına girişti ve internet medyasının izlenirliğinin artışının altında yatan en önemli neden de bu oldu. Yurtdışından yayın yapan ve yayınları Türkiye’ye ulaşan haber kanallarına yoğun bir ilgi var.

Tüm bunları bir arada değerlendirdiğimizde bugünkü medyayı maalesef dördüncü kuvvet olarak kabul etmek olanaklı değildir. Tam tersine kolu kanadı kırılmış, inandırıcılığını yitirmiş, yalnızca verilen haber başlıkları, metinleri ve görselleri üzerinden “haber veren” bir siyasi partinin basın bürosu gibi hareket ediyorlar. Bunun en tehlikeli sonucu, yalnızca kamuoyunun bilgi alamaması, kamuoyunun oluşmaması değil, siyasi iktidarın gerçeklikten kopmasına da neden olmaktadır. Oysa dördüncü kuvvet özelliğini koruyabilen, evrensel gazetecilik ilkeleriyle habercilik yapılabilen bir ortam siyasi iktidarın da güçlenmesine, yol haritasını belirlemesine yardımcı olurdu. Maalesef bugün bunun pek de alıcısı yok, benimsenmiyor.

Burada demokrasi kavramını da büyüteç altına almamız şart. Güçler ayrılığı ilkesinin bu kadar hasar aldığı ve hatta yok edildiği bir ortamda medyanın dördüncü kuvvet olarak ortaya çıkmasını beklememiz biraz hayalciliğe girer. Yasama, yargı ve yürütme saçağının oluşamadığı bir ortamda dördüncü kuvvet olarak medyanın ortaya çıkması, varlığını sürdürmesi maalesef imkânsız. Düşünce ve basın özgürlüğünüz ancak demokrasiniz kadar güçlü olabilir.

Amuran: Medyada yazılı basında çalışan gazeteciler yasaların sağladığı hukuki güvenceyi değil, yasaların cezalandırma baskısını üzerlerinde hissediyor. Bugün düşüncelerinden ötürü yargılanan yüzlerce gazeteci var. Bu süreçte sizi en fazla hangi uygulamalar rahatsız ediyor?

Taşcı: “Gazetecilikten tutuklanmadılar” anlayışını Türkiye’ye taşıyanlar ve yaşatanlar; bugün belki firardalar, ancak onlardan arta kalan anlayış hala güçlü. Demokrasisi gelişmemiş, kurum ve kurallarının rayında gitmediği hiçbir ülkede, gazeteciler gazetecilik yaptıkları için zaten tutuklanmazlar! İktidarların hep bir bahanesi olur. Bu kimi zaman “devletin gizli bilgisini açıklama” adı altında yapılır, kimi zaman “terörist” ilan edilerek gerçekleşir, kimi zamansa “kitaplar bomba” sayılarak yapılır. Önemli olan niyettir. Niyet ettikten sonra gazetecileri tutuklamak için tonlarca bahane bulunabilir. Buluyorlar da… Farklı düşünen, düşüncesini kaleme döken, silah ve şiddet içermeyen düşünceler nedeniyle onlarca gazetecinin tutuklanıyor olması Türkiye açısından kaygı verici bir boyutta...

GAZETECİNİN MUHALİFİ OLMAZ GAZETECİNİN KIBLESİ HAKİKATTIR O KADAR

Amuran: Siyasal iktidarın denetimine giren merkez medya, medyanın etik değerlerini unutturdu. Özellikle siyasi konularda düzenlenen tartışma programlarında fikirlerin düşüncelerin değil, kavgaların hakim olduğunu görüyoruz. Kavga mı reyting sağlıyor, nasıl bir anlayış yerleşti?

Taşcı: Tartışma programlarında son 2 yıldır yeni bir format geliştirildi. Söylenmesi gerekenleri değil onun yerine neleri söylememesi gerektiğini bilenler çıkartılıyor. Kendilerince söylemesi gerekenleri söylediklerini düşünerek çıkanlar da var. Ancak tartışma programlarında görevi, misyonu, konumu ne olursa olsun hükümetin duymak istediği, kamuoyunun gündemine getirilmesini istediği konuları konuşan insanlar topluluğu. İktidardan farklı düşünüyormuş gibi çıkarılan bir kesim var ki, onlar da ne söylemeyeceklerini bildiği için bu tartışma programlarına çıkartılıyorlar. Bu tür programlarda ülkede yaşanan gerçekler dışında her şey var. Ama tartışma varmış, bilim insanı, hukukçu, gazeteciler görüşlerini açıklıyor gibi yapıyorlar. Aslında mış gibi yapıyorlar. Hepsi de biliyor neyin ne olduğunu, kendilerinin neye karşılık geldiğini. Türkiye hala tartışma kültürünü sürdürüyormuş görüntüsü veriliyor. İşin ilginç tarafı kendisini muhalif, solda ya da iktidar karşıtı konumlandırdığını söyleyenler de bu çerçevenin içine girmiş olması düşündürücü. Mesela aynı akşam bir tartışmacıyı bir TV ekranında, 1 saat sonra da bir başka ekranda görmek hiç de şaşırtıcı gelmiyor bize. Benim şaşırdığım bari iki kanal için farklı kravat kullansalar, hani ne bileyim renk olur, bir değişiklik havası olur en azından! Sevgili Ünsal Ünlü’nün deyimiyle bunlar tencere seti gibi. Birisi olmadan diğeri olmuyor, yalnızca kendilerine biçilen rolleri en iyi şekilde sahneliyorlar. Alıcısı var mı, elbette var. Ama inandırıcılığı var mı derseniz maalesef işte o yok. Sarayın uçağına binme hevesi içinde olanların gazetecilik kimliğiyle hareket ediyormuş gibi yapmaları da geçmişlerini bildiğimiz kimileri açısından çok şaşırtıcı gelmiyor. Gazetecinin muhalifi olmaz. Gazetecinin kıblesi hakikattir, o kadar. Hakikatini yitirenlerin, kıblesini şaşıranların bugün iktidara yaslanırken, yarın nereye yaslanacağını kendileri bile bilemezler. Büyük gazeteci edasıyla arzı endam etmeleri de Türkiye’nin bu dönemki talihsizlikleri arasında hiç de fena bir yerde durmuyor.

Amuran: Küfürlerle hakaretlerle sürdürülen bu tartışma programlarını sadece erişkinler değil aynı odayı paylaşan çocuklarımız da dinliyor izliyor. Ruhsal gelişimlerine olumsuz etki edebilecek özellikle siyasi tartışmalar için RTÜK devreye hangi koşullarda girebilir?

Taşcı: Tartışma programı olsun veya bir başka yayın anında RTÜK’ün devreye girmesi söz konusu olamaz, olmasın da. Zira o zaman biraz önce değindiğimiz gibi bunun adı denetim değil doğrudan sansür olur. Ancak yayın bittikten sonra RTÜK’ün özellikle küfür içerikli hakaret içerikli yayınlarla ilgili devreye girmesi için hiç kimsenin şikâyetine ya da talimatına gereksinim yok. Yasası resen harekete geçerek işlem yapmasına, gerekli görülmesi halinde yaptırım uygulamasına olanak veriyor. Ancak burada küçük bir sorun var! İki RTÜK var. Birisi herkesin bildiği, iyi kötü işleyen, çalışanlarıyla bir şeyler yapmaya didinen, bizlerin de inandığımız değerler ışığında mücadelesini verdiğimiz bir yapı. Diğeri ise siyasi iktidar gücünü kullanan, AKP kanadı var! Zaten çatışma, ayrışma bu ikisi arasında yaşanıyor.

İkinci RTÜK, ekranlarda küfredilmesiyle, hakaretlerle ilgilenmiyor; tüm bunların hangi kanalda olduğuyla ilgileniyor! Yani iktidara yakın kendini konumlandırmış bir kanaldaki küfürü hakareti “düşünce özgürlüğü” sayabiliyor. Oysa yasaya göre küfür suç. Tartışmaya bile gerek yok. Örneğin CHP İstanbul Milletvekili Sayın Ali Şeker’e canlı yayın sırasında “pezevenk” denildi. Bunu kurul gündemine taşıdık, kurul bu ifadenin “düşünce özgürlüğü” olduğuna karar verdi! Bir başka örnek ÇOMÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Abdullah Akın, “1924’te Çanakkale ve Bursa’da genelev olarak kullanılan camiler var” sözlerini bizzat biz RTÜK’e şikayet ettik. Sonuç bu sözler “eleştirel ifade” sayıldı! “Haysiyet yoksunu, haysiyetsiz şahıs, saf, gel git akıllı, akılsız, sirk şebeği, kilise firarisi, karakter yoksunu, at hırsızı…” Örnekleri çoğaltabilirim ki bazılarını söylemeye dilim varmıyor.

Ama CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu ve Alevi kökenli milletvekillerini hedef alan “CHP’deki terör damarı” değerlendirmesi için RTÜK bizzat benim Kasım ayında yaptığım başvuru için aradan geçen 3 aylık zamana karşı kılını kıpırdatmadı. Eleştirmeyi küfretmek zanneden, iktidara yaranmak için hakareti kendilerine yol seçenler için RTÜK’ün göz kapayıp, kulak tıkaması küfür etmekten başka yeteneği ve donanımı olmayanları cesaretlendiriyor. Tartışma programlarını ve kimi canlı yayınları izlerken kullanılan kir pas içindeki dil nedeniyle artık +18 akıllı işaretiyle yayın yapılması hem gençler, hem de toplum sağlığı bakımından daha yararlı olacağını son dönemde sıklıkla düşünmeye başladım.

EKONOMİK ŞİDDETTEN PSİKOLOJİK ŞİDDETE KADAR ŞİDDETİN HER TÜRLÜSÜ EKRANLARDA BOY GÖSTERİYOR

Amuran: Son zamanlarda şiddetin artmasında özellikle kadınların şiddete maruz kalmasında medyanın da katkısı yok mu?

Taşcı: Bugün ekranlardaki en büyük sorun kadına şiddetin, hakaretin böylesine kanıksatılmış olması, sıradanlaştırılmasıdır. Dizilere baktığınızda kırılmadık parmak, vücutlara verilmedik elektrik kalmadı. En ince ayrıntısına kadar işkence ekrana yansıtılıyor. Elbette diziler kurgu da olsa yaşamdan beslenecek. Her türlü şiddet yaşamın bir parçası. Buradaki ince çizgi bu şiddetin ekrana yansıtılma biçimi. Tüm ayrıntılarıyla ekrana yansıtılması ciddi sorunları beraberinde getiriyor. Yalnızca kadına yönelik şiddet değil; ekonomik şiddetten psikolojik şiddete kadar şiddetin her türlüsü ekranlarda boy gösteriyor. Ancak bunların ortak özelliği iktidara yakın kanallarda yer almış olması. Haliyle RTÜK de bunları görmüyor, duymuyor, gereğini yapmıyor. Düşünün ki 2019 yılında RTÜK’e şiddet nedeniyle izleyiciden gelen şikayet sayısı 16 bin 514 idi. RTÜK’ün inceleyip karara bağladığı dosya sayısı 0, yazıyla sıfır! Ekranlardaki kadına şiddet konusunu kamuoyunun gündemine ilk getirdiğimde RTÜK hemen açıklama yaptı ilk toplantıda şiddeti görüşeceğiz diye. Noldu size söyleyeyim, aradan 3 ay geçti daha biz görüşmedik.

Sen Anlat Karadeniz isimli bir dizi var mesela. İki sezon sürdü, kırılmadık parmak kalmadı, kemerlerle kadınlar dövüldü; RTÜK bırakın cezayı bir uyarı bile vermeden dizi yayınlandı ve bitti.

Çünkü iktidara yüzünü çeviren RTÜK’ün ölçütü şiddet değil, onun nerede yayınlandığı. Gereği yapılmadıkça dizilerdeki şiddetin dozu artıyor. Bu dizilerin belli sosyo ekonomik koşullara sahip izleyicisi kendisini bir şiddet sarmalının içinde buluyor, şiddeti kanıksıyor. Reyting şehveti şiddeti, şiddet de şiddeti tetikliyor. RTÜK ekranları şiddetten arındırabilir, yasanın kendisine verdiği yetkiyi kullanırsa. Ancak toplumsal olarak şiddettin minimuma düşürülmesi için topyekûn mücadeleye gereksinim var. Bu anlamda kadın örgütleri, tüm taraflar ve paydaşlarla kadına yönelik şiddetle mücadele için yol haritası çıkartılmalıdır.

Amuran: Kuşkusuz izleyiciden gelen şikayetler oluyor. Bir de programları izleyen uzmanlarınız var. Siz de ayrıntılı bir çalışmayla Üst Kurul’un 2019 yılındaki faaliyetlerini raporlaştırmıştınız. Uzmanların kurula sundukları raporlar, izleyiciden gelen şikayetler, hangi kriterlerle gündeme alınıyor? Uygulanan yaptırımlar, aykırılıklarla orantılı mı yoksa başka kriterler mi kararları yönlendiriyor?

Taşcı: İdeal olan yasanın yayınlar için koyduğu yasakların ve yayıncılık ilkelerine uyulup uyulmadığına RTÜK’ün tüm ekranlara aynı mesafede bakmasıdır.

Uzmanlar kendilerine zimmetli kanalları izler, yasaya aykırı olduğunu değerlendirdikleri içerikleri raporlaştırır ve gereği için RTÜK Başkanlığına arz ederler. RTÜK Başkanı da yasanın verdiği yetkiyle Üst Kurul gündemine raporları taşır. Ama dananın kuyruğu tam da burada kopuyor. Çünkü gündemi belirleme yetkisini yasadan alan şu anki mevcut Başkan Ebubekir Şahin, istemediği kanalla ilgili değil Üst Kurula dosya getirtmiyor. İzleme Dairesindeki uzmanlar da onun izni, talimatı olmadan ne rapor düzenleyebilir, ne de düzenlediği raporu sisteme ekleyebilir. Normalde rapor yazılır ve elektronik ortamda Başkanlık Makamına iletilir idi. Şimdi ise başkanın bilgisi olmadan elektronik ortama rapor aktarılmıyor. Başkan'ın buradaki birinci amacı raporların kontrolsüz biçimde sisteme girmesinin önüne geçmek. İkincisi ise görüşülmeyen dosya sayılarını istatistik olarak düşürmek. Üçüncüsü ve de en önemlisi kendi mahallesine mavi boncuk dağıtıp, onlar için, iktidara yakın kanallarını koruyup kollamak için nasıl canhıraş mücadele verdiğini göstermek. Kimi kanallar kendilerini iktidarla var etmeye çalışmak üzere konumlanmışken, RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin de kendisini bu kanalların hamisi olarak konumlandırıyor. Bu yöntem biran önce terkedilip, uzmanlar yazdıkları raporu yukarıya bakmadan, talimatını beklemeden sisteme bitirir bitirmez girmelidir. Düşününüz ki, 1 yıldır iktidar yanlısı kanallarla ilgili Üst Kurul gündemine getirilip, yaptırım kararına bağlanmış tek bir dosya dahi bulunmuyor. Denetim yalnızca iktidara sıcak bakmayan ya da iktidar gibi düşünmeyen, iktidara muhalefet eden ya da eleştirenlerle sınırlı.

Amuran: RTÜK kâğıt üzerinde özerk bir Üst Kurul. Bu açıklamalarınızdan sonra gerçekten özerk mi sorusu akla geliyor.

Taşcı: RTÜK’ün iki şapkası var, hem denetleyici, hem düzenleyici. Ama denetim kısmı öne çıkarılıyor. Düzenleme kısmına hiç girilmiyor. Çünkü denetlemek iktidarın sopasıymışçasına medyanın üzerinde sallanmak en kolayı. RTÜK tam anlamıyla siyasi iktidarın arka bahçesi de değil bizzat iktidarın kontrol ve yönetimindeki bir kurul. Bizzat iktidarın yayıncılık dünyasındaki sopası! O nedenle RTÜK’ün tarafsız, bağımsız ve özerk bir yapıda olduğunu söylemek çok güç.

AKP'DEN BAŞKA KİMSENİN SESİ DUYULMASIN İSTENİYOR

Amuran: Sizin de değindiğiniz gibi RTÜK ceza uygulamalarında nedense muhalif kanallara daha fazla ceza ve daha ağır yaptırımlar uyguluyor. Bu da basın özgürlüğünü olumsuz etkiliyor ve RTÜK'ü medya-demokrasi birlikteliğini engelleyen sadece ceza veren bir kuruluş durumuna getiriyor. Sansür merkezi gibi algılanıyor. Tarafsız bir kurul değil midir, objektif değerlendirmelerle verilecek kararlara karşı siyasi iktidar nasıl bir yaptırım uygulayabilir ki?

Taşcı: Ölçüt şu olmalıdır, hangi kanalda yayınlanırsa yayınlansın eğer yasada belirlenmiş çerçevenin dışında bir yayıncılık söz konusu ise Üst Kurul, değerlendirmesini yapar ardından da yaptırıma karar verir. RTÜK’e kimse talimat veremez demeyi çok isterdim. Ancak durum hiç de öyle değil. Zaten talimat verilmesine de gerek yok. Sarayın ve iktidarın açıklamalarından RTÜK kendisine fazlasıyla görev çıkartır, çıkartıyor da! RTÜK’ün özellikle Ebubekir Şahin'in Başkanlığından sonraki temel tutumu, iktidar yanlısı olan televizyon kanallarını canhıraş korumak kollamak, raporlarını hazırlatmamak, iktidara gözünün üstünde kaşı var diyenlere cezayla hizaya getirmek. Aynı yayını hem iktidar yanlısı yapıyor, hem “muhalif” olarak konumlanan yayıncı yapıyor ama RTÜK cezayı muhalife kesiyor. Örneğin Van depreminin ardından neredeyse oradaki görüntüleri –ki verilip verilmemesi ayrı bir tartışma konusu- yayınlamayan hiçbir televizyon kanalı kalmadı. Ama RTÜK cezayı, Halk TV, KRT, Fox TV, TV5 ve Tele 1’e kesti. RTÜK’ün şu anki en büyük sorunu ekranlara AKP gözlüğüyle bakıyor olması. Oysa RTÜK, medyadaki demokratikleşmeyi, düşüncenin özgürce ifade edilmesini sağlamayı ve düşüncenin kitlelere yayılmasının önündeki engelleri kaldıracak düzenlemelere yönelmesi gerekirken, tersine Türkiye yayıncılığını tek sesli bir konuma sıkıştırmak için var gücüyle çalışıyor. AKP’den başka kimsenin sesi duyulmasın isteniyor. Baktığınız zaman RTÜK, 1700 radyo ve televizyonu denetliyor. Görüntüde çok sesli bir yayıncılık var gibi. Oysa gelinen noktada Türkiye’de çok kanallı “tek sesli” bir yayıncılık hakim. Bugün iktidar medyanın yüzde 95’ini doğrudan yönetebilecek güce erişmiş durumda, buna karşın geri kalan yüzde 5’in sesini, nefesini, yayınını kesmek için girişimleri ve arayışları hiç bitmiyor. Gazetecilerden beklenen, Hitler’in Propaganda Bakanının söylediği gibi “‘Gazeteciler bir piyanonun tuşları gibi olmalıdır, biz hangi tuşa basarsak o sesi çıkarmalıdır"!

Amuran: RTÜK’ün ekranlara içerik bakımından değil hangi kanalda yayınlandığına göre değerlendirdiğini söylediniz. İktidara yakın kanalı görmeyip, muhalif kanallardaki en basit girişimlere ceza uygulamasını biraz daha örneklendirir misiniz?

Taşcı: ATV kanalı malumları olduğu üzere kendisini iktidara en yakın kanal olarak konumlandırıyor. Bu onların yayın politikası ve yayıncılık anlayışıyla ilgilidir. Ama RTÜK olarak yayıncılığın içeriği bizi ilgilendirir, bu bireysel bir ilgi olmayıp yasanın bize verdiği bir görev. Yani hangi ekran olursa olsun yasaya aykırılık varsa gereğini yapmak üzere bizler görevlendirilmiş durumdayız. Aksi durum kurulun görevini yapmaması anlamına gelir. Örneğin ATV kanalında yayınlanan Esra Erol’da adlı program yayınlanıyor. Merak ediyorum, AKP’li Bakanlar, milletvekilleri siyasiler bu programları izliyor mu? Bu program RTÜK’e yurttaşlardan gelen şikayetler sıralamasında tam 1.5 yıldır ilk 3’ten bugüne kadar hiç düşmedi. Yani izleyicinin en çok şikayet ettiği programlar arasında. Ancak geçen 1.5 yıllık süreye karşın Üst Kurul gündemine tek bir rapor dahi getirilmedi. Somut örnek vereyim size, 11 yaşındaki bir çocuk babası bildiği kişinin üvey babası olduğunu, 18 yaşında ise dayısının biyolojik babası olduğunu öğreniyor! RTÜK hiç oralı değil. Kadınlar yayına çıkartılıyor ve eşlerinin kendilerini öz yeğenleriyle aldattığını anlatıyor. Zarflardaki DNA test sonuçları canlı yayınlarda vaveylayla açılıyor ve el kadar çocukların biyolojik babalarının kim olduğu araştırılıyor. Eşi karpuz almadığı için komşusuna kaçan kadın ballandıra ballandıra yayınlanıyor. Olaya siyasi, ahlaki, hukuki, insani hangi yönüyle bakarsanız bakın yayıncılık açısından kabul edilemeyecek içerikler. Ancak bu programla ilgili 1.5 yıldır tek rapor düzenlenmedi! Ama öte taraftan Yasak Elma isimli bir dizideki söylem üzerinden ilerleyen “yasak ilişki” hemen cezalandırıldı. Baktığınızda birisi gerçek yaşamın olduğu gibi kontrolsüz biçimde ekrana yansıtılması, dizideki ise tamamen bir kurgu. Dahasını söyleyeyim size Amerikan dizisine Türkiye’deki aile yapısına aykırılıktan ceza kesti RTÜK! Biz diyoruz ki ilkesel bakılmalı ekrana. Ensest, yandaş kanalda yayınlanınca meşruiyet mi kazanıyor, yasadışılığı mı aklanıyor!? Ya da bu programdaki içerik Türkiye’deki “ahlak” anlayışıyla örtüşüyor mu? Yasa yayınlarda alkolün özendirilmesini sınırlıyor. Ancak uygulamada ekranda kadeh görülmesi bile özendirmekten cezalandırılıyor. Hatta geçtiğimiz günlerde tonik ile yapılan kahve programı nedeniyle yaptırım istemiyle rapor geldi. Son anda toniğin içki olmayıp bir tür soda olduğunun “anlaşılması” üzerine rapor dairesine iade edildi!

Amuran: Sade bir izleyici olarak düşüncelerinizi almak istiyorum. Yine tartışma programlarına döneceğim. Özel bir soru. Teknolojinin getirdiği bir görüntü var. Bazı programlarda, konuklardan biri konuşurken diğerleri ellerinde bulunan telefonlara bakıyor. Konuşanı dinlemiyor gibi bir görüntü ortaya çıkıyor ya da kendisine telefon aracılığıyla yanıtlar servis ediliyor izlenimini veriyor. Bu görüntü bir izleyici olarak sizi rahatsız etmiyor mu?

Taşcı: Görüntü olarak elbette rahatsız olan izleyiciler olabilir. Bu da doğaldır. Ancak gelişen teknoloji, yayıncılıktaki hız ve bunun kullanımı açısından da bilgi akışı önemli. Pek çok tartışmada taraflar birbirlerini bu sayede anlık olarak söylediklerinin doğru olmadığını ortaya koyabilme olanağı buluyor. Bazen canlı yayındaki tartışma sırasında kimi söylenen sözler, ayrıntılar dikkatten kaçabiliyor. Bu bakımdan interaktif bir yayıncılık için görüntü biraz rahatsız etse de bilgilerin doğruluğu ve akışı açısından yararlanılabilir. Elbette saray kontrolündeki konuşmacılar açısından da bu yöntemle bilgi ve söylem aktarıldığını da biliyoruz! Bunu da not etmekte yarar var.

Amuran: Sizden RTÜK'le ilgili yeni bir yasa taslağı hazırlamanız istense önce hangi düzenlemelerde değişiklik yapardınız, düzenlemelerde hangi konuları öne çıkarırdınız?

Taşcı: Yasasında da belirtildiği üzere, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun gerçekten özerk ve tarafsız bir kurum olması gerekir. Aslında RTÜK kurulduğu dönemde özerk bir yapı olarak inşa edilmiş, siyasetten uzak biçimde şekillendirilmiş bir Üst Kurul idi. Ama gelinen noktada maalesef sayısal çoğunluğu elinde bulunduran anlayış iktidar politikalarını Üst Kurul’un görüşme ve kararlarına yansıttığını görüyoruz.

Yasada yapılacak oldukça fazla değişiklik var. Her şeyden önce RTÜK üyelerinin seçimiyle başlanabilir ki bunun için Anayasa’nın değişmesi gerekiyor. TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerin gösterdiği adaylar arasından TBMM Genel Kurulu’nca seçiliyor. Yani aday gösteren partinin değil, tüm partilerin oy kullandığı seçimle göreve geliyorlar. Bu yönüyle aslında Meclis’te oluşan milli iradenin yansıması bakımından kıymetli. Ancak son üyelik seçiminin ardından aslında üyeleri anayasa ile güvence altına alan TBMM seçiminin çok da kıymeti olmadığını Faruk Bildirici kararında gördük. Meclis Genel Kurulu’nun seçtiği üye, yani Milli İrade’nin tam anlamıyla yansıdığı seçilmiş bir üye, Üst Kurul toplantısındaki 6 üyenin oyuyla üyelikten çekilmiş sayıldı. Hiç kimse bu üyelik sisteminin tarafsız, bağımsız ve özerk olduğunu söylemez. O halde, üyelerinin aday olma ve seçim süreçlerinde farklı bir yapıya gidilmelidir, demokratikleşme sağlanmalıdır. Bunun için gazetecilik meslek örgütleri, iletişim fakülteleri hatta yayıncı temsilcilerinin de Üst Kurul’da yer alması gibi yapısal bir değişiklik kurulun demokratikleşmesi ve özgürleşmesi için önemlidir. Gerekirse Meclis’te grubu bulunan partiler yine aday gösterirler ve meslek örgütleriyle siyasi partilerin aday gösterdiği isimler arasından seçimler gerçekleştirilir. Bu hem üyelerin tarafsızlığı tartışmalarını sonlandırır hem de iktidar gücünü elinde bulunduranın istediğini yapabileceği anlayışını frenler.

RTÜK Yasası’ndaki “Yayın Hizmeti İlkeleri” son derece geniş ve sübjektif kıstaslar içermekte olup, kişinin düşüncesine göre yorumlamaya açıktır. Oysa yayın ilkeleri açık, net ve objektif olmak zorundadır. Kişilere göre değişmeyecek kadar net olmalıdır.

Örneğin; yasada “toplumun milli ve manevi değerleri, genel ahlak” gibi tanımlar oldukça sübjektif. Toplumların, hatta aynı toplum içindeki kesimlerin manevi değerleri, ahlak anlayışları farklılık gösterebilir. Bu gerçeklik göz önünde tutularak objektif ölçütler belirlenmelidir.

Bir başka örnek; yasadaki “müstehcenlik” ifadesi. Müstehcenlik kavramı ucu açık bir kavram olarak algılanmakta ve yetişkinler arasındaki normal davranışlar bile müstehcen kapsamı içine alınarak rapor düzenlenebilmektedir. İlkenin “Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi”nde yer alan “Edebe aykırı olmayacak ve pornografi içermeyecek” ilkesine uygun olarak yeniden düzenlenmesi ifadeyi netliğe kavuşturur.

Yayın Hizmeti İlkelerinin, isteğe bağlı ve şifreli yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar için ayrıca düzenlenmesi, ortak ilkeler belirlenebileceği gibi bu tür yayın yapan kuruluşlar için bazı ilkelerin uygulanmaması gerekir.

Kamu spotları ve zorunlu yayınlar son yıllarda tamamen iktidar propagandası niteliğine dönüşmüştür. Öte yandan her bakanlığın teşkilat yasalarında yayın kuruluşlarına “zorunlu yayın” ile ilgili yükümlülük getirmesi yayıncıları da zor durumda bırakmaktadır. Bu nedenle “zorunlu yayın” yükümlülüğü tamamen kaldırılmalıdır.

Yaptırım karşısında yayıncılara verilen ikame programlar, oldukça niteliksiz ve kalitesiz. Ayrıca yayın kuruluşları açısından etkili olmadığı da uygulamada görülüyor. Bu nedenle tamamen kaldırılmalıdır.

Amuran - Bazıları için eleştiriler hoşa gitmez ama yapıcı, yönlendirici, katkı sağlayacağı yönleri vardır. Bu söyleşide siz bunu yaptınız. Her şey izleyiciler ve dinleyiciler için. Daha iyi bir medyaya kavuşmak için. Çok teşekkürler.

Taşcı: Ben teşekkür ederim.

Nurzen Amuran

Odatv.com

İlhan Taşçı Nurzen Amuran arşiv