KIBRIS HAREKATI VE TÜRK SOLU

AB baskısı mı var?

1974 yazında Yunanlı subay Nichos Sampson öncülüğünde Kıbrıs’ta darbe yapılmış, Kıbrıs Devlet Başkanı Makarios Adadan kaçırılınca, sıra Türk yerleşim birimlerine saldırıp, XX. Yüzyılın en büyük soykırımlarından birini gerçekleştirmeye gelmişti. Böylelikle Yeşil Ada Yunanistan’a bağlanacak, ENOSİS gerçekleşecekti… ABD ise bu birleşme sonucu Kıbrıs’ta NATO üsleri kurabilecek, çok büyük bir kazanım sağlayacaktı…III Dünya ülkeleriyle sıkı bağlar içinde bulunan Devlet Başkanı Makarios’un görevden uzaklaştırılması çok önemli bir başka hedefti… Bu arada iyice yıpranan Yunan Cuntası ömrünü uzatacak, Türkiye’de demokratik sol hareketin başbakanı Ecevit, Kıbrıs yenilgisiyle çok ağır bir darbe yiyerek-çok büyük bir olasılıkla-iktidardan uzaklaştırılacaktı.Türkiye solunun belini doğrultması,uzun süre iyice zorlaşacaktı.

Ancak Türkiye’nin beklemedikleri askeri müdahalesiyle bütün oyunlar bozulmuştu. Türkiye’de Bu konuda değişik kesimlerden ilginç ama gerçekçi olmayan yorumlar gelmişti.Harekâtla ilgili olarak ABD’nin bir de “B planı” olduğu öne sürülmüştü. Askeri müdahale sonrasında Türkiye çıkarmayı gerçekleştirirse fiilî taksim durumu ortaya çıkacağı için, Yunanistan ve Türkiye arasında paylaşılan bir Kıbrıs’ın yine NATO’nun batmayan uçak gemisi olacağı tezi ortaya atılmıştı. Bu düşünce günümüzde de hâlâ birçok Avrupa Birliği ve ABD yandaşı tarafından savunuluyor. Ancak daha sonra yaşananları biraz dikkatli analiz eden herkes, bu değerlendirmenin ciddiyeti olmadığını rahatlıkla görecektir. Dahası Türkiye’nin Kıbrıs Harekâtının, 12 Eylül 1980 Müdahalesi’ne kadar, Cumhuriyet tarihinin en kanlı ve kaotik dönemine girdiğini fark edecektir. Bu süreçte Türkiye’nin Kıbrıs Müdahalesi’nin çok önemli payı olmuştu.

Askeri müdahalenin hemen sonrasında ABD, Türkiye’ye çok ağır bir askeri ambargo uygulamaya başlamış, daha sonra bu genel bir ambargoya dönüşerek ülkeyi çok sıkıntılı günlere taşımıştı… Savaş sonrasında, duruma tepki gösteren, Karamanlis başbakanlığındaki Yunanistan NATO’nun askeri kanadından çekilmişti. Karamanlis, Türkiye müdahalesinin akabinde, Yunan Cuntası’nın bütün prestijini yitirerek yönetimden ayrılması üzerine yurt dışından ülkeye geri çağrılmıştı. Dolayısıyla Türkiye’nin askeri operasyonu, aynı zamanda Yunanistan’a demokrasiyi geri getirmişti. NATO’nun güneydoğu kanadının çökmesi ile, bırakın Kıbrıs’ı NATO’ya kazandırmayı, NATO Akdeniz’de çok ağır bir darbe yemişti. Dolayısıyla ABD’nin Türkiye müdahalesini “”B planı “ olarak kullanılmasının hiçbir anlamı olmadığı açıkça ortaya çıkmıştı.

Stratejik analiz uzmanları merkezî güçlerin dışında bölgesel güç olacak potansiyele sahip ülkelerin her an dünya dengelerini bozabilecek ağırlıkta olduğunu savunurlar. Bu nedenle bu ülkeler çoğu kez “böl-parçala-yönet” politikalarıyla parçalanmaya çalışılırlar. Buna göre Türkiye işte bu ülkelerden biridir. 1918’de Yunanistan’ın Küçük Asya saldırısıyla parçalanmaya çalışıldığında, Türkler bu oyunu bozmayı başarabilmişti. ABD’nin Kıbrıs hesapları bir kez daha,1974’te bölgesel güç olma kapasitesine sahip Türkiye tarafından darmadağın edilmişti. Türkiye daha sonra XX. Yüzyılda birkaç kez daha bu potansiyelini kullanabilmişti. Bunlar ayrıca değerlendirilecek konular.

ABD’nin hedef tahtasındaki Türkiye

Türkiye bu özelliğiyle ve Kıbrıs’taki çetin ceviz tavrıyla Batı’nın hedef tahtasına yatırılmıştı artık… Ayrıca ekonomik anlamdaki gücünü harekete geçirmesine de izin verilmemeliydi. Karma ekonomik modeli, ithalatı ikame politikaları, ileri teknoloji arayışları bu ülkeyi ucuz hammaddesi ve pazar konumundan uzaklaştırıp başlarına dert edebilirdi. Bu nedenle içerde ve dışarıda serbest piyasaya teslim edilerek yarı bağımlı hale getirilmesi zorunluydu… Sorunun konumuzla ilgili yönü de son derece önemliydi. Yunanistan’ın NATO’dan ayrılması, NATO’da çok derin çatlaklar yaratmıştı. Ancak Yunanistan’ın tekrar NATO’ya dönebilmesi için bütün NATO üyelerinin ve Türkiye’nin onayı gerekiyordu. Yunanistan, NATO’ya dönme kararı almasına karşın, Türkiye hem Kıbrıs’ta haklarını genişletmek hem de Ege’de ki ada sahanlığı, kıta sahanlığı, FIR Hattı konularında kazanım sağlayabilmek için veto yetkisini elinde tutmaktaydı.

İşte Kıbrıs Harekâtı sonrası, 1975’te kurulan Milliyetçi Cephe hükümetlerinin ABD yanlısı politikaları ve iki yıl kadar iktidarda kalan CHP’nin aciz politikalarıyla Türkiye bir kan denizinde boğulmuştu. ABD ve CIA, Türkiye’deki işbirlikçileri olan MİT- kontgerilla ve ülkücü profesyonel militanlarla ülkeyi kan deryasına çevirmişlerdi. 11 Eylül günü oluk oluk kan akan, 12 Eylül 1980 sabahı bir anda sona ermiş ülkede her şey düzelmişti.Daha sonra ekonomik alanda 24 Ocak Kararları yürürlüğe sokulmuş,ülkenin üretim kanalları tıkanmış,içerde ve dışarıda serbest piyasa mekanizmalarına teslim edilmişti…Ayrıca NATO Genel Komutanı Rogers’in politikalarıyla Türkiye, Yunanistan’ın NATO’ya dönüş vetosunu da kaldırmıştı…Özellikle ülke 1983’te Özal dönemiyle birlikte yepyeni bir yola girecekti…Kısacası Türkiye’nin 1974’te ulusal çıkarlarını ve onurunu koruması kendisine –hayli-ağır ödetilmişti.

Türkiye sosyalizminin o günkü yaklaşımı

Türkiye’nin Kıbrıs’ta askeri müdahalesi, o dönemde sosyalistlerin bir bölümü tarafından ciddi biçimde eleştirilmişti. Başlangıçta harekatı destekleyen Doğu Bloku ve Üçüncü Dünya ülkeleri, Türkiye’den operasyonun ardından Kıbrıs’tan ayrılmasını bekliyorlardı. Oysa Türkiye, kendisini Ege ve Güneydoğu Akdeniz’den kuşatacak bir Yunanistan’a karşı güvence altına almak zorundaydı. Bunun dışında Adada soydaşlarını yeni bir soykırım tehlikesiyle baş başa bırakması mümkün değildi.

İşte bu koşullarda Türkiye sosyalist solu ciddi bir ikilemde kalmıştı. O güne kadar anti-Amerikancı ve anti-emperyalist damar bütün sosyalist fraksiyonlara egemendi ve Kıbrıs konusu fazla sorun yaratmıyordu. Ancak hem Sovyetler Birliği hem de Çin Halk Cumhuriyeti Makarios’un Adadan ayrılmasının ve Türk birliklerinin yerleşmesinden sonra karşı tavır takınmışlardı. Türkiye’nin haklı ulusal çıkarları ile bütünlüklü bir dünya sosyalizminin beklentilerinin çelişmesi sosyalistler arasında ciddi sorunlar yaratmıştı. Ancak o dönemde Sovyetler Birliği’nde işçi sınıfı siyasal iktidardaki ağırlığını kaybetmiş; yönetime egemen bürokrat-teknokrat oligarşisi, sosyalizmi tüketme sürecine girmiş,-adeta- sistemi karikatüre çevirmişti…Çin Halk Cumhuriyet’inde ise Devlet Başkanı Mao hayatının son yıllarını yaşıyor, ülke ABD ile çok sıkı bağlar içine girerek, pek de iyi görüntüler vermiyordu.

Bu bağlamda Türkiye’nin Batı emperyalizmi karşısında Kıbrıs’ı sahiplenmesi –aslında- en doğru politikaydı. Türkiye’nin Kıbrıs’ı kaybetmesi- bir anlamda- 9 Eylül’ün rövanşını vermekle eşdeğerdi Bunlar ayrıca ele alınması gereken teknik konular… Günümüz Kıbrıs’ı işte bu süreçlerin sonunda ortaya çıkan bir Kıbrıs’tır. Yakında AB baskılarıyla Kıbrıs bandıralı Rum gemilerine limanlarımızın açılması söz konusu olduğunda konuyu daha ayrıntılı olarak değerlendiririz.

Ancak bu konuda pek rahatsız olmaya gerek yok. “Kıbrıs gemilerine limanları açmak zorunludur. Aksini yapmanın anlamı yok” diyenlere neyin doğru olduğunu anlatırız. Özellikle ABD’nin güç kaybının her gün biraz daha belirginleşeceği bir zaman diliminde o kadar da tedirgin olmak anlamsız aslında.

Vakur Kayador

Odatv.com

kıbrıs ab nato arşiv