"Kazan-kazan" diyorlar hep biz kaybediyoruz

Müyesser Yıldız yazdı

Erdoğan dün TBMM'nin yeni dönem açılış konuşmasında, AB ile ilişkiler ve Kıbrıs-Ege konularına da değindi.

Ülkemize verdiği çeşitli sözleri yerine getirmemesi ve haksız ithamlarla üzerimize gelmesi sebebiyle AB ile yaşanan sıkıntılı süreci yavaş yavaş geride bıraktığımızı belirten Erdoğan, Kıbrıs ve Ege'yle ilgili olarak ise şunları söyledi:

“Ülkemiz için bir başka önemli sorun alanı da, Doğu Akdeniz’de, Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını, çıkarlarını, beklentilerini dikkate almayan yaklaşımlardır. Kıbrıs’ta ve Ege’de, Türkiye’ye rağmen hiçbir adım atılamayacağını buradan bir kez daha tekrarlamak istiyoruz. Bu bölgede bizi yok saymaya kalkışanlar, kendi varlıklarını da topyekûn tehlikeye attıklarını çok iyi bilmelidirler. Bizim her konuda olduğu gibi Kıbrıs ve Ege konusunda da tercihimiz, 'kazan-kazan' anlayışından yanadır. Hep birlikte kazanabileceğimiz yöntemler varken, işi krize ve hatta çatışmaya götürecek yollara tevessül edenler, bunun hesabını önce kendi halklarına vereceklerdir.”

16 yıl sonra yeniden “Kazan-Kazan” politikası ve de AB ile ilişkilerin normalleşmesinden söz edilmesi karşısında ürpermemek mümkün değil.

AB'den başlarsak; PKK, “soykırım” iftiraları başta olmak üzere Türkiye'nin tüm kırmızı çizgilerine ilişkin taleplerinden, bunların tümünü kabul etsek bile AB üyeliğimizin garanti olmadığı yönündeki kararından vaz mı geçti ki, ilişkilerimiz normalleşecek?

Ya, Kıbrıs ve Ege konusundaki dayatmaları?.. Türkiye'yi Kıbrıs'ta “işgâlci” sayması?.. “Yunanistan'ın Ege'deki egemenlik haklarını tehdit ettiğimizi” savunması?.. Yunanistan'ın Ege'deki hakimiyet alanını 12 mile çıkarması halinde, bunu “Casus belli-savaş sebebi” sayacağımıza dair TBMM kararını iptal etmemizi istemesi?..

16 YILDA NELER OLDU

Erdoğan'ın, “Bizim her konuda olduğu gibi Kıbrıs ve Ege konusunda da tercihimiz, 'kazan-kazan' anlayışından yanadır” sözün gelirsek; İşte bugün Kıbrıs ve Ege'de yaşadığımız kuşatılmışlığın temelinde bu politika var.

3 Kasım 2002 seçimlerinden hemen sonra AKP Genel Başkanı sıfatıyla ilk Yunanistan'a giden, ardından Avrupa turuna çıkan Erdoğan, bir yandan AB ve Kıbrıs konularında bağlantı kurmanın yanlış olduğunu vurguladı, öte yandan geleneksel politikamızı, “Türkiye'nin başını kuma gömmesi” olarak nitelendirdi. Bu açıklamasına gelen tepkiler üzerine de şunları söyledi:

“Kıbrıs'ın kaybını konuşanların mantığını anlamakta zorlanıyorum. Kaybetmek nedir, kazanmak nedir, önce bunu öğrenmek lazım. 40 yıllık serüvenin tahlilini yapmak lazım. Başımızı kuma gömmeyelim. Kuzey Kıbrıs’ta çözüm var mı, dikkatli görmek lazım. Biz kalıcı ve adil çözüm istiyoruz. ‘Ver kurtul’ dedik mi, yok. Bütün hedefimiz, sağlıklı ve kalıcı neticeye ulaşmak. Halkımızın onurlu ve mutlu yaşamasını sağlamak. Eşit, egemen, iki kurucu devlete dayalı ortaklık devleti. Eğer olay vatanseverlik ise, biz daha vatanseveriz. Sorunu tek taraflı değil, karşılık özveri ile çözmekten yanayız.”

AB'nin Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye'ye müzakereler için tarih verilmesi bekleniyordu. Erdoğan'a, “Tarih alınmaması halinde şahin politikalar izleyecek misiniz?” diye soruldu. Erdoğan'ın cevabı şu oldu:

“Şahin politikalar hiçbir zaman sonuç vermez. Netice alamadıktan sonra istediğiniz kadar şahin olun, hiçbir şeye yaramaz.”

O zirvede Türkiye'ye müzakere tarihi verilmezken, Rum kesiminin AB'ye üye yapılması kararlaştırıldı. Türkiye'nin itiraz hakkı olduğu halde AKP iktidarı, itiraz etmedi.

Oysa 2002 seçim bildirgesinde ve parti programında, “Kıbrıs Rum kesiminin AB üyeliğine alınmasına” karşı çıkılmış, Erdoğan da, “Kıbrıs ve Türkiye'nin AB'ye eşzamanlı alınmasını istiyoruz” demişti.

Ardından, KKTC'nin aleyhine olan Annan Planı geldi. AB, “Evet” dediğimiz takdirde, KKTC üzerindeki izolasyonların kaldırılacağı sözü verdi. Erdoğan ve Gül de Rum kesiminin “Hayır” demesi halinde, “Kapı kapı dolaşıp, KKTC'nin tanınması için çalışacaklarını” açıkladı. Ancak “Hayır” diyen Rumlar AB üyesi yapılırken, KKTC'ye uygulanan izolasyonlar kaldırılmadı. KKTC'nin tanınması sözü de unutuldu.

Tüm bunların önünü açan ise tabii ki, Ankara'nın “Kazan-Kazan” anlayışıydı!..

Kıbrıs konusunda gelinen nokta malûm. ABD, Fransa, İsrail Ada'ya yerleşip, askeri ve enerji alanında anlaşmalar yapıyor. Emperyalist cephenin son şartı; “Türkiye'nin Ada'daki garantörlüğünün sona ermesi ve askerimizin çekilmesi meselesinin halledilmesi” olduğu halde “Çözüm” için müzakerelere devam ediyoruz.

Yunan yetkililerinin açıklamaları bir yana, Yunanistan Dışişleri Bakanlığı'nın internet sitesindeki “Kıbrıs sorunu” başlıklı bölümde, baştan sonra “Türkiye'nin illegal işgâlinin” anlatıldığını belirtmekle yetinip, “Kazan-Kazan” anlayışımızın 16 yılda Yunanistan'a kazandırdıklarına geçelim.

Onlarca adamız, yüzlerce kayalığımıza Yunan askerleri yerleşti...

Ege, neredeyse Yunan gölü haline geldi...

Hava sahamız hergün ihlâl edilir oldu...

Batı Trakya'daki soydaşlarımız en temel haklardan mahrum bırakılırken, Fener Rum Patrikhanesi ve ülkemizdeki Rum azınlıklar konusunda Lozan'ı aşan ayrıcalıklar elde edildi...

İzmir'in karşısına “Pontus soykırım” anıtı dikildi. Her 19 Mayıs, “Pontus soykırım günü” olarak anılırken, Atatürk'e, “soykırımcı” denildi. Daha bugün iktidara yakın Yeni Şafak Gazetesi'nde, “Yunanistan'ın Pontus hayali yine depreşti” başlıklı bir haber yayınlandı. Haberde, “Türkiye'nin değişik bölgelerini turist gibi dolaşan araştırmacıların, Pontus lehçesi ile ilgili bilgi ve belge topladığı” vurgulanıyor...

Ez cümle; Aynen MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin daha 2004 yılında, “Hükümetin, 'kazan-kazan' politikasında, Türkiye hep kaybeden taraf. Kazanan, hep kasa sahipleri oluyor” dediği gibi, maalesef hep onlar kazandı!..

Gerçek böyleyken, bugün yeniden “Kazan-Kazan anlayışındayız” demek, “Megali İdea”sından asla vazgeçmeyen Yunanistan ve hamileri tarafından, “Durmak yok, yola devam” mesajı olarak algılanmaz mı?

Müyesser Yıldız

Odatv.com

recep tayyip erdoğan tbmm arşiv