Doğan Yurdakul: Kardeşim zindanda kaldı

Dün gece iki esirimizi daha geri aldık. Öteki esirlerimizi “susuz yazdan” sonraki “ıssız sonbahara”...

Dün gece iki esirimizi daha geri aldık. Öteki esirlerimizi “susuz yazdan” sonraki “ıssız sonbahara” bıraktık, yüreğimizin yarısı gülüyor, yarısı ağlıyor.

Dün gece karar okunduğunda Müyesser’in tahliyesinde olduğu gibi duruşma salonu sevinç çığlıklarıyla inledi. Barışların yakınlarını kutladık, Soner Yalçın’ın, Yalçın Küçük’ün, Hanefi Avcı’nın yakınlarını teselli ettik.

Ben tahliye haberimi TV ekranından almıştım; benden sonrakilerin hepsi (Coşkun, Sait, Ahmet, Nedim, Müyesser) o haberi Fransızların “salade de panier” (salata sepeti) dedikleri cezaevi aracının içinde almışlardı. Barışlar ise koğuşlarında aldılar haberi. Pehlivanın eşyalarını Mustafa Balbay doldurdu kocaman kara çöp poşetlerinin içine, Terkoğlu’nunkileri ise Tuncay Özkan. Türk kahveleri içilip lokumlar yendi, vedalaşıldı, çıkanlar çıktı, demir kapılar tekrar kapandı içeride kalanların üstüne.
İçerideki bütün yiğitler için baypaslı yüreğim kan ağlıyor; ama çok değerli esir dostlarım izin verirlerse, ateş düştüğü yeri yakıyor, benim ciğerim elbette en çok can kardeşime yanıyor.

Soner için geçen duruşmadan sonra “Sen prangayı da eskitirsin” başlıklı bir yazı yazmıştım. (İlgili yazıyı görmek için lütfen tıklayın) Bu kez ona moral vermek için biraz daha eğlenceli şeyler yazayım istedim. Mesela 1997’de Reis kitabının ilk baskısı iki günde tükenince hepimizin nasıl şaşkına döndüğünü, o günlerde kağıt sıkıntısı olduğu için yayınevinin pürtelaş nasıl kağıt aramaya başladığını. Aynı yıl kıyılan nikahımda benden yirmi yaş küçük birinin şahidim olmasının nasıl bir muziplik olarak algılandığını. 1999’da Bay Pipo’yu yazarken Mersin’deki evimize misafir geldiğinde üç koca ciltlik TBMM Susurluk Komisyonu tutanaklarını incelemek üzere havuz başına götürdüğümüzde site sakinlerinin nasıl bir şoka uğradıklarını. Her Ankara’ya gelişinde olduğu gibi Ocak 2011’de ailecek birlikte yediğimiz yemeğin iddianamede karşımıza “örgüt toplantısı” olarak çıkarılmasına nasıl kahkahalarla güldüğümüzü. Ve Ocak 2012’de Özel Yetkili Mahkemenin beni hastaneye göndermek istediğinde oturduğu yerden bana “beni de refakatçi yazdır” diye fısıldamasına gülmekten Başkanın sorularına zor cevap verdiğimi…

Doğan Yurdakul: Kardeşim zindanda kaldı - Resim : 1

Şubat-Mart 2011’de bizler tutuklandığımızda bu davanın savcısı tepkileri susturabilmek için “elimde açıklayamayacağım gizli deliller var” demek zorunda kalmıştı. Başbakan’a artık ne anlattılarsa, o da Avrupa Parlamentosu’ndaki tepkili milletvekillerine “onlar gazeteci değil, terörist” açıklamasını yapmıştı.

Aradan iki yıla yakın zaman geçti, ortada ne o savcı, ne ona o iddianameyi yazan istihbarat şefi, ne de gizli deliller kaldı. İddia makamı “terörist” suçlamasını falan unuttu, gerileye gerileye “o dokümanlar virüslü mü, değil mi” noktasına sıkıştı kaldı. Dünkü duruşmada da TÜBİTAK’tan raporunu daha anlaşılır şekilde yeniden yazmasının talep edilmesini istedi mahkemeden. Mahkeme de bu talebi kabul etti ve ilk raporunda karnından konuşan kuruma yeniden sordu: “Arkadaş bana yirmi gün içinde açık cevap ver, virüs var mı? yok mu?” TÜBİTAK yanıtında muhtemelen şöyle diyecek: “Var ama var diyemem, büyüklerim izin vermiyor. Yok da diyemem , o zaman Yıldız Teknik Üniversitesi’nin sanıklar lehindeki raporunda imzası olan üyem Prof. Coşkun Sönmez’in işine neden son verdiğimi açıklayamam”.

İşte bütün bunları anlatıp, Soner’i güldürmek istedim.

Ama yapamıyorum.

Güngör’ü kaybedişimizin bu ilk yıldönümünde 1997’deki o nikah masası gözümün önünden gitmiyor. Ve geçen yıl Silivri’de onun ölüm haberini aldığımızda Soner’in bana “iyi ki şahidiniz olmuşum” notunu gönderişini unutamıyorum.

Doğan Yurdakul: Kardeşim zindanda kaldı - Resim : 2

Dünkü duruşmada yan yana otururken Soner bana “tanıdığın devleti yazsana” dedi.

Ne yazacağım?

Şunu mu:

Bu devletin yüzyıllardır aydınına reva gördüğü zulmü dünyada başka hiçbir devlet hiç kimseye yapmadı. Bu devlet, canlı yaratıklar içinde hemcinsine karşı en canavarca davranan yaratığın insan olduğunu bilim dünyasına bir kez daha kanıtladı.

Barış Terkoğlu kardeşimin dünkü savunmasına bir atıf yapayım, bu ülkenin aydını “bir tek yenilmeyi öğrenemedi”.

Bize yenilmeyi öğretemezler.
Sıkıyönetim askeri hapishanelerinin bile serbest bıraktığı daktiloyu aydınından esirgeyen rejime inat eliyle yazdı Soner Samizdat’ı.

Samizdat’ın girişindeki ithafında Silivri zindanından Cebeci Mezarlığı’na selam gönderdi: “Büyük insanlar her zaman en yürekli olanlardır… Güngör Yurdakul’a…”

Şimdi yenisini yazıyor.

Bizi istedikleri zulmü yapsınlar, yenilmeyi öğretemezler.

Yaşam içeride de dışarıda da sürüyor. Yaşam sürüyorsa devrimci mücadele de sürüyor demektir.
Bize yenilmeyi öğretecek adam daha anasından doğmadı.

Doğan Yurdakul
Odatv.com

arşiv