Bülent Serim: İşte AKP’nin “Büyük Proje”si

AKP’nin yeni anayasa önerileri “Büyük Proje” konusundaki haklılığımızı bir kez daha ortaya koymaktadır. Önce onlarca kez yazıp, söylediğimizi...

AKP’nin yeni anayasa önerileri “Büyük Proje” konusundaki haklılığımızı bir kez daha ortaya koymaktadır. Önce onlarca kez yazıp, söylediğimizi yineleyelim: AKP’nin “Büyük Projesi”, laik, demokratik, Atatürk Cumhuriyeti’ni “İslami Cumhuriyete” dönüştürme tasarımıdır ve bu proje, “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)”nin alt projelerinden birini oluşturmaktadır. İç ve dış dinamikler çıkar birliği içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni yeniden biçimlendirmeye çalışmaktadır.

Çıraklık ve kalfalık döneminde yasama, yürütme ve idare hizaya sokulduktan, kamu kurum ve kuruluşlarında kadrolaşma tamamlandıktan, medya yandaş kılındıktan sonra, ustalık döneminde ordu, yargı, YÖK ve üniversitelere el atılmıştır. Cumhurbaşkanı ve Anayasa değişikliğinin de yardımıyla ordu susturulup sindirilmiş, güdümlü yargı yaratılmış, YÖK ve üniversiteler siyasal iradenin dünya görüşüne koşut düşünce yapısındaki yöneticilere teslim edilmiştir.

2003’den beri yaratılan koşulların getirisi olarak cemaat ve tarikatların toplum yaşamına egemen olmasıyla bireysel ve toplumsal yaşamda da siyasal iktidarın isterleri doğrultusunda büyük dönüşüm yaşanmıştır. Gelinen aşamada dünya işlerine Diyanet’in fetvaları yön vermeye başlamıştır.

Tüm bu gelişmeler, Atatürk Cumhuriyeti’nin fiilen İslami Cumhuriyet’e dönüştüğünü göstermektedir. Bunun, artık “münferit” aldatmacalı savunmasına sığmayacak kadar çok örneğini hep birlikte yaşıyoruz. Ne var ki, her zamanki aymazlığımızla, her yaşananı üç gün içinde unutuyoruz. Son birkaç aydır topluma yön veren, toplumsal yapıyı yeniden oluşturan örnekleri anımsamak bile haklılığımızı kanıtlamaya yetecektir. Biz bunlardan en önemlilerinden birini, eğitim konusunu ele almak istiyoruz.

Ustalık döneminde sıranın eğitime gelmesi çok doğaldır. Devrimler ve karşı devrimler, kendi ideolojilerine uygun yurttaşlar yetiştirebilmek için eğitim yolunu kullanırlar. Atatürk Devrimi, Cumhuriyet’in ilanından çok kısa süre sonra 3 Mart 1924’de çıkarılan Öğretim Birliği Yasası’yla eğitim alanına el atmıştır. Amaç, laik ve çağdaş yurttaşlar yetiştirmektir. Türkiye Cumhuriyeti’ni “İslami Cumhuriyete” dönüştürmeyi amaçlayan karşı devrim de, kendi “dindar ve kindar” neslini yetiştirebilmek için eğitim sistemini dönüştüren son yasal değişikliği yürürlüğe koymuştur.

Yasal düzenlemenin amacı, laik ve çağdaş temel üzerine oturtulmuş olan Aydınlanma Devrimi eğitimini, dinsel temel üzerinde yeniden oluşturmaktır. Kısaca eğitim dinselleştirilmiştir. Bunu sağlayacak olan yasadaki iki temel değişiklik şöyle özetlenebilir:

- İmam hatip ortaokulları yeniden açılmış, okul ve öğrenci sayısının hızla arttırılması için gerekli baskı grupları çalışmaya başlamış; tüm ortaokullar ile liseler, seçmeli ve zorunlu derslerle imam hatip okullarına dönüştürülmüştür.

- Kız çocuklarının ilk, orta ve lise eğitimleri sırasında türban takmalarının yolu açılmış; ergenlik çağına ulaşanların öğrenimi evde sürdürmelerine olanak sağlanmıştır.

2 Ağustos 2012 günlü gazeteler, AKP’nin yeni anayasa önerisinde, eğitimin “Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre” yapılacağına ilişkin ilkelere yer verilmediği; buna karşılık eğitimin daha dinsel bir yapıya kavuşturulmasının alt yapısının oluşturulmaya çalışıldığı; “Kamu hizmetine alınmada liyakat dışında hiçbir şart aranmaz” önerisiyle de türbanın kamu kurum ve kuruluşlarında da serbest bırakılmasının amaçlandığına ilişkin haber/yorumlarla doludur. Yani kısaca laiklikten ve laik eğitimden vazgeçildiği vurgulanmaktadır.

Bir kez bu sürpriz değildir. Yukarıda kısaca bunu anlatmaya çalıştık. İkincisi, Türk Eğitim Sistemi’ni dinsel tabana oturtan yasa, yeni anayasa döneminde değil, laikliği, öğretim birliğini ve laik eğitim sistemini kabul etmiş olan ve halen yürürlükte bulunan bugünkü Anayasa döneminde yürürlüğe konulabilmiştir. Yukarıda vurguladığımız her iki konudaki tüm yasal ve yönetsel düzenlemeler ile uygulamalar Anayasa’ya aykırıdır. Her iki konu ayrı ayrı ele alınıp incelenmelidir. Önce türbandan başlamak, sonra imam hatiplerin durumunu ele alınmak uygun olacaktır.

Türban sorunu çözüldü mü?

Hayır. Hukuk dolanılarak, Anayasa yok sayılarak, yüksek mahkeme kararları kağıt üzerinde bırakılıp uygulanmayarak, türbanda “fiili durum” yaratılmıştır. Ve bu gelişme “hukuk devleti” niteliğine sahip (!) bir ülkede yaşanmıştır.

Anayasa Mahkemesi’nin türban konusunda üç önemli kararı bulunmaktadır. Türbanın kısa tarihçesiyle birlikte bu kararları yeniden vurgulayarak anımsatmakta yarar bulunmaktadır.

Ülkemiz, ABD’nin yeşil kuşak (Sovyetler Birliği’nin İslam dünyası ile ablukaya alınması, Türkiye’nin İslami rejime dönüştürülerek Ortadoğu ve Orta Asya’nın lideri yapılması) projesi kapsamında, Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam Partisi kurması ile eş zamanlı olarak, türbanla tanışmıştır.

1980’li yılların başında, Devlet Başkanı Kenan Evren’in talimatıyla dönemin YÖK Başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı, sıkmabaşın modernize edilmiş biçimi olan türbanın yükseköğretim kurumlarında serbest bırakılması için bir yönetmelik düzenlemesi yapmıştır.

Bu yönetmelik düzenlemesinin yargıya taşınması üzerine Danıştay, aydın, uygar, Cumhuriyetçi gençler yetiştirmekle görevli olan eğitim kurumlarında başörtüsü yasağının hukuka uygun olduğunu kabul ederek; başörtüsünü serbest bırakan kuralları Anayasa’nın laiklik ve eşitlik ilkelerine ve Devrim Yasaları’nın korunması amacına aykırı görüp iptal etmiştir.

Danıştay’ın istikrarlı kararları nedeniyle türbanın yükseköğretim kurumlarında, YÖK’ün çabaları ve yönetsel düzenleyici işlemlerle serbest bırakılamayacağını anlayan dönemin Başbakanı Turgut Özal, 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’na koydurduğu ek 16. maddede şu düzenlemenin yapılmasını sağlamıştır: “Dini inanç nedeniyle boyun ve saçların başörtüsü ya da türbanla örtülmesi serbesttir.” Bu kural, açılan dava üzerine, laiklik, demokratiklik, hukuk devleti, ulusal birlik ve eşitlik ilkelerine, yani Anayasa’ya aykırı bulunarak, Anayasa Mahkemesi’nce 1989 yılında iptal edilmiştir. (K.1989/12)

Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararındaki şu gerekçelere dikkat çekmek isteriz:

- Laiklik, ulusal birliği sağlamış ve ümmetten ulusa geçmenin itici gücü olmuştur. Toplumsal birliği sağlayan din ve mezhep bağının yerini Türk Ulusu bağı almıştır.

- Başörtüsü serbestisi, dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak toplumsal yaşamı etkileyen eylem ve davranışa dönüşmesi anlamına gelmekte, temelini Atatürk ilke ve devrimlerinde bulan kamu hukuku isterlerine göre düzenlenmesi gereken giyim-kuşam konusu dinsel kurala bağlanmış olmaktadır.

- Demokratik düzen, dinsel gerekleri egemen kılmayı amaçlayan şeriat düzeninin karşıtıdır. Dinsel gereklere dayanan düzenleme demokratik olamaz.

- Özgürlük, anayasal ilkelerle sınırlıdır. Laiklik ilkesine ters düşen düzenlemelerin demokratik hak içerdiğinin ileri sürülmesi anayasal düzenle bağdaşmaz.

- İnsan hakları ve adaletin yanında kamu düzenini, hukuk güvenliğini ve toplumsal barışı sağlamak hukuk devletinin varlık nedenidir. Bunları bozucu davranış ve uygulamalar hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.

- Yükseköğretim kurumları ile kamu kurumlarında başörtüsüne izin verilmesi bir kesime ayrıcalık tanınması anlamına gelir ki, bu da eşitlik ilkesine ters düşer.

- Başörtüsü serbestisinin ardında, başını örtmeyenleri dinsiz gösterme, bu yolla baskı kurma amacı yatmaktadır.

- Dini inancı nedeniyle başını örtmek isteyenler ile farklı düşüncede olup bir zorlama karşısında bulunduklarına inananların aynı anayasal korumadan eşit olarak yararlanmaları gerekir.

- Kamusal kuruluşlarda ve öğretim kurumlarında başörtüsü bir ayrıcalıktan öte ayırım aracı niteliğindedir.

Bu iptal üzerine, 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’na ek 17. madde eklenerek, “Yasalara aykırı olmamak kaydıyla yükseköğretimde kılık kıyafet serbesttir” düzenlemesi yapılmıştır. Kuşkusuz anlamsız gibi görünen bu madde ile güdülen amaç, “nasıl olsa yasalarda yasaklayıcı kural yok” yaklaşımıyla, türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasının sağlanmasıdır.

Anayasa Mahkemesi, açılan dava üzerine, 1991 yılında;

- “Kanunlara aykırı olmama” koşulundaki “kanunlara” kavramının öncelikle Anayasa’yı da kapsadığını,

- Anayasa Mahkemesi’nin 1989 yılında verdiği kararında, yükseköğretimde türbanın Anayasa’ya aykırı olduğunun kabul edildiğini,

- Dolayısıyla türban Anayasa’ya, yani yasaya aykırı olduğu için, ek 17. maddedeki “kanunlara aykırı olmamak” koşulunun, bırakın serbest bırakmayı, tam tersine yükseköğretimde türban yasağını sürdürdüğünü,

Karara bağlamıştır. (K.1991/8) Bu karar, “yükseköğretim kurumlarında türbanı yasaklayan bir yasa kuralı yok” çarpıtmasına en güzel yanıttır. Çünkü Anayasa Mahkemesi’ne göre, bırakınız yasayı, türbanı Anayasa yasaklamaktadır.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu da, bu karardan sonra, 1996 yılında, önüne gelen bir dava nedeniyle hukuksal durumu yorumlamış; Anayasa’nın başlangıcı, 2, 42, 174. maddeleri ve Anayasa Mahkemesi’nin yukarıdaki kararlarına dayanarak, “Anayasa’ya aykırılığı saptanmış olan, boyun ve saçların başörtüsü ve türbanla kapatılmasının, kılık kıyafet serbestisi dışında olduğuna” karar vermiştir. Böylece Anayasa Mahkemesi’nden sonra bir başka yüksek mahkeme, Danıştay da türban yasağının kalkmadığını kabul etmiştir.

Anayasa Mahkemesi Refah ve Fazilet partilerinin kapatılmasına ilişkin kararlarında ise, (K.1998/1-SPK; K.2001/1-SPK)

- Partilerin, yükseköğretim kurumlarında öğrencilerin başörtüsü kullanmalarını destekleyen davranışlarını,

- Siyasal bir simge olan türbanın, eylemli bir durum yaratılarak TBMM’ne taşıma girişimini,

laiklik ilkesine aykırı bularak kapatma nedeni saymıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de, birçok kararında öğrencilerin dinsel inançlarını açığa vurma (türban) özgürlükleri ile dinsel simgelerin ve törenlerin sergilenmesinin sınırlandırılabileceğini, bunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “din ve inanç özgürlüğü” ile “eğitim hakkına” ilişkin kurallarına aykırı olmadığını; tersine demokrasi ilkesi yönünden başkalarının hak ve özgürlükleri ile kamu düzeninin korunması amacıyla getirilen bu yasağın meşru olduğunu karara bağlamıştır.

İşte tüm bu yüksek mahkeme kararları ve bunların dayanağını oluşturan anayasal kurallar halen geçerli iken, üniversitelerde, giderek ilk ve orta öğretimde ve kamu kurum-kuruluşlarında türban yasağını kaldırmak olanaksızdır.

Bu nedenle “anayasal yasak” sürmektedir. Esasen ek 17. madde nedeniyle yasak sürmese, yükseköğretimde türbanı serbest bırakmak için 2008 yılında Anayasa'nın 10 ve 42. maddeleri değiştirilip, özellikle 42. maddeye “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğretim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez” kuralı konulmazdı.

Anayasa’da yapılan bu değişiklik de Anayasa Mahkemesi'nce 2008 yılı içinde, Anayasa'nın değiştirilemez laiklik ilkesini zedeleyici bulunarak iptal edilmiştir. Yani Anayasa Mahkemesi bir kez daha, siyasal İslam'ın simgesi olarak gördüğü türbanın yükseköğretimde yasak olduğunu tescil ve ilan etmiştir. (K.2008/116)

Ne var ki tüm bu anayasal ve yasal kurallarla yüksek mahkeme kararları, bir “hukuk devleti”nde türban yasağının sürdürülmesini sağlayamamıştır. Siyasetin hukuku ve anayasayı aşan gücü türbanı fiilen serbest bırakmıştır. Bunun için yeni anayasanın beklenilmesine bile gerek duyulmamıştır. Şimdi yeni anayasayla bu serbesti kalıcı kılınmaya, anayasa ve yargı kararlarını yok sayan eylem ve işlemlere hukuksal geçerlilik sağlanmaya çalışılmaktadır.

Bülent Serim

Odatv.com

AKP büyük proje arşiv