Bülent Serim: İslami eğitim sistemi Anayasa’ya uygunmuş!

Anayasa Mahkemesi 20 Eylül 2012 günlü toplantısında, kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen ve Türk Eğitim Sistemini “laik eğitim”den “din eksenli eğitim”e...

Anayasa Mahkemesi 20 Eylül 2012 günlü toplantısında, kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen ve Türk Eğitim Sistemini “laik eğitim”den “din eksenli eğitim”e dönüştüren, 30 Mart 2012 günlü, 6287 sayılı Yasa’nın kimi kurallarının iptali istemini reddetti. (E.2012/65)

Önce Yasa’nın din eksenli eğitim ya da İslami eğitim yönünden getirdiği düzenlemelere bakalım. Sonra da, bu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğunu, Anayasa Mahkemesi (AYM) kararının Anayasa’ya uygun olmadığını açıklamaya çalışalım.

Yasa konumuz yönünden üç önemli içerik taşımaktadır.

- İmam hatip ortaokullarının yeniden kurulmasını sağlamıştır.

- İmam hatip ortaokullarının bağımsız olarak kurulmasına olur vermiştir.

- İmam hatip ortaokullarını, ilkokul ve ortaokul yanında ilköğretim kurumu saymıştır.

- İmam hatip ortaokullarını, ilkokul ya da liselerle aynı çatı altında bulunmasına izin vermiştir.

- Kuran ve Peygamberin Hayatı derslerini ortaokul ve liselerde, sözümona seçmeli olarak okutulmasını sağlamıştır. (Yasa’nın sağladığı olanakla uygulamada bu dersler zorunlu duruma getirilmiştir)

- Zorunlu din dersi, Kuran ve Peygamberin Hayatı dersleri nedeniyle imam hatip ortaokulları ve imam hatip liseleriyle, genel ortaokul ve genel liseler arasında müfredat farkı kalmamıştır.

- Böylece tüm ortaöğretim (ortaokul ve liseler) imam hatipleştirilmiştir.

- Aynı çatı altında bulunması imam hatiplilerin etki ve baskısı nedeniyle, ilkokulların da imam hatipleşmesine neden olacaktır.

- Ortaokul ve liselerde, Kuran dersleriyle başlayacak olan türban takma, giderek yaygınlaşacak ve tüm dersleri kapsayacaktır. (Nitekim bu süreç imam hatip okullarında yaşanmıştır. Önce Kuran dersiyle başlayan türban, bugün tüm imam hatiplerde zorunlu duruma getirilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, aynı renk ve bağlama biçimiyle üniformaya dönüştürülmüştür.)

- Aynı çatı altında buluşacak liseler nedeniyle, genel lise öğrencileri de imam hatiplerin etki ve baskısı altına girecektir.

- Uygulamalı ders nedeniyle öğrencilerin okulda abdest almaları, camiye götürülmeleri, topluca Cuma namazı kılmalarının önü açılmış olacak, bu da giderek ders saatlerinin namaz saatlerine göre düzenlenmesi sonucunu getirecektir.

- Bütün bu gelişmeleri reddeden, uyum sağlamayan çağdaş, aydınlık, Atatürkçü öğrenci ve onların velileri dışlanacak, ötekileştirilecek ve kötü davranışlarla karşı karşıya kalacaklar, hak ve özgürlükleri kısıtlanacaktır.

Bu düzenlemeler, yıllar önce “tüm okullar imam hatipleştirilecek”, “İmam hatipler bizim arka bahçemizdir”, “İmam hatipler gözbebeğimizdir”, “İmam hatiplerden terörist yetişmez” zihniyetinin bugün iktidarda bulunmasının eseridir.

Yasa’yı böylece özetledikten sonra Türk Eğitim Sistemini “İslami eğitime” dönüştüren kurallarının neden Anayasa’ya aykırı olduğunu açıklamaya çalışalım.

Laik eğitim

Anayasa’da yaşam bulan Kurucu İrade’nin laiklik anlayışının eğitime de yansıdığını ve Türk Eğitim Sistemi’nin bu ilkeye göre programlandığını görmekteyiz.

Laik eğitim sistemi, özverili, onurlu, çağdaş, aklın ve bilimin önderliğini savunan, düşünen, araştıran, sorgulayan, kendinden önce ülkesinin ve toplumun çıkarını düşünen insan yetiştirilmesini amaçlar. Düşünen, sorgulayan, tartışan insan eğitimi, eleştirel düşünce eğitimi demektir. Eleştirel düşünce sisteminin temel ilkesi ise, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller yetiştirmektir.

Her devrim gibi Türk Devrimi’nin de birincil amacı, kendi siyasal ideolojisine uygun yurttaşlar yetiştirmek, kendi ideolojisini eğitim yoluyla topluma aşılamak olmuştur. Çünkü eğitim, bir ülkenin insanını değiştirme, karakterini ve düşünsel yapısını yeniden yaratma sürecidir. Eğitim, bireyin düşünce ve davranışlarında belli bir amaca yönelik değişim meydana getirme eylemidir. Aynı zamanda eğitim, özellikle yükseköğretim, ekonomik ve sosyal faydası olan bir yatırımdır; ekonomide ortalama verimliliği artırır ve sosyal ilişkileri geliştirir.

Eğitim yoluyla ulusal kimlik oluşturulması yalnız Türk Devrimi’ne özgü bir uygulama değildir. Çünkü eğitimin en önemli işlevlerinden biri “sosyal kimlik” oluşturmaktır. Ulusalcılığı ve yurtseverliği militarist diye suçlayanlara, etnik ya da dini kimliğin, daha mı kucaklayıcı ve hoşgörülü olduğunu anımsatmak gerekir.[1]

Osmanlı döneminde mahalle (sıbyan) mektepleri ve medreselerde, şeriat temelli eğitim veriliyordu. Tanzimat’la birlikte az sayıda çağdaş okullar (usul-i cedide mektepleri) açıldı. (idadi, rüştiye, harbiye, tıbbiye, mülkiye gibi) Bu okullardan mahalle mektepleri Şeriye ve Evkaf Vekaletine, Tanzimat mektepleri ise Maarif Vekaletine bağlıydı. Bir de yabancıların misyoner okulları bulunuyordu; Robert Kolej, Notre Damme de Sion gibi.

Bu sistemde üç tip eğitim verilmesi ve üç tip yurttaş yetiştirilmesi sonucu, toplumun duygu ve düşün birliğine darbe vurulmuş oluyordu. Öncelikle bu durumdan kurtulmak, duygu ve düşün birliğini sağlayacak eğitim sistemine geçmek gerekiyordu.

Ünlü Türk düşünürü Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları eserinde, “…diğer ulusların maarifi milli bir içerikte olduğu halde, bizim maarifimiz kozmopolit bir halde…” dedikten sonra şu değerlendirmeyi yapıyor: “Bir milletin böyle üç yüzlü bir hayat yaşaması normal olabilir mi? Bu üç eğitim sistemini birleştirmedikçe gerçek bir millet olmamız mümkün müdür?”[2]

Devrimlerin temeline laikliği koyan Kurucu İrade, eğitimde de laikliği ön plana çıkarmış; aklın ve bilimin yol göstericiliğinde, çağdaş değerleri içselleştirmiş yurttaşlar yetiştirebilmek için, 03 Mart 1924’de Öğretim Birliği Yasası’nı kabul etmiştir. Bilinmektedir ki, eğitim laikleşmeden bireysel, toplumsal ve kamusal yaşamı laikleştirmenin olanağı yoktur. Laik eğitim sisteminin başarılı olmasının “öğretimde birlik” ilkesiyle sağlanacağını bilen Kurucu İrade, bu Yasa’yla;

- Türkiye’deki tüm okulları Maarif Vekaleti’ne bağlamış,

- Şeriye ve Evkaf Vekaleti ile vakıflarca yönetilen medreseler ve dini eğitim veren okulları kapatmış,

- Yüksek diyanet uzmanları yetiştirmek üzere bir ilahiyat fakültesi kurulması; imam ve hatiplik gibi din hizmetlerinin yerine getirilmesi göreviyle yükümlü memurların yetiştirilmesi amacı ile de ayrı okullar açılması için Maarif Vekaleti’ne görev ve yetki vermiştir.

Laiklik ilkesine dayalı bu eğitim sistemi, bir istisna dışında tüm eğitim kademelerini ve türlerini kapsamaktadır. Örneklemek gerekirse, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim laik eğitimin kapsamında olduğu gibi, özel, vakıf ya da devlet ayırımı yapılmadan tüm öğretim kurumlarında verilen eğitim, bu eğitim sisteminin kapsamındadır. Laikliği eğitimin temeli yapmanın, ulusal birliği sağlamanın ve ulus devlet olmanın başka yolu da yoktur. Din öğretiminin de, laik eğitim sistemi içinde, devletin gözetim ve denetiminde yapılması laik eğitim sisteminin gereğidir.

Laik eğitimin tek istisnası, Öğretim Birliği Yasası’nın 4. maddesinde belirtildiği gibi, “yüksek diyanet uzmanları yetiştirmek üzere” kurulacak ilahiyat fakültesi ile “imam ve hatiplik gibi din hizmetlerini yerine getirmekle görevli memurların yetiştirilmesi için” kurulacak imam hatip okullarıdır.

Anılan maddede, bu eğitim kurumlarının, kurulmalarına istisna olarak izin verilirken kurulma amaçları da gösterilmiş ve işlevleri, dolayısıyla okul ve öğrenci sayıları sınırlandırılmıştır.

Anayasal kurallar

Kurucu İrade tarafından benimsenen bu eğitim sistemi, 1961 Anayasası’nda olduğu gibi, 1982 Anayasası’nda da yerini almıştır. Anayasa’nın 42, 130 ve 174. maddelerine bakıldığında ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Anayasa’nın 42. maddesinde;

- Eğitim ve öğretimin, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devlet’in gözetim ve denetimi altında yapılacağı,

- Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamayacağı,

- Eğitim ve öğretim özgürlüğünün, Anayasa’ya sadakat borcunu ortadan kaldırmayacağı,

- Türkçeden başka hiçbir dilin, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk yurttaşlarına anadilleri olarak okutulamayacağı ve öğretilemeyeceği, belirtilmiştir.

Anayasa’nın 42. maddesinde Türk Eğitim Sistemi’nin genel ilkeleri böylece konulduktan sonra, 130. maddesinde de, üniversitelerin çağdaş eğitim ve öğretim esaslarına dayanacağı, yükseköğretimin çağdaş bilim ve teknoloji gereklerine göre yürütüleceği kurala bağlanmıştır.

Bu konudaki son düzenleme 174. maddede bulunmaktadır. Öğretim Birliği Yasası, diğer Devrim Yasalarıyla birlikte Anayasa’nın 174. maddesinde korumaya alınmış; bu yasalara,

- Türk Devrimi’nin temelini oluşturmaları,

- Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucu İradesi’nin ürünü olmaları,

- Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarma niteliği taşımaları,

- Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğine içerik kazandırmaları ve bu niteliği koruma amacı gütmeleri,

nedeniyle anayasal statü verilmiştir. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de, 174. maddede, “Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğini koruma amacı güden devrim yasalarının iptal edilemeyeceğinin öngörüldüğü” belirtilerek, maddenin önemi ortaya konulmuştur.[3]

Öte yandan, Anayasa’nın 24. maddesinde, hiç kimsenin, Devletin sosyal, ekonomik, siyasal ya da hukuksal temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandıramayacağı; siyasal ya da kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini, din duygularını ya da dince kutsal sayılan değerleri istismar edemeyeceği ve kötüye kullanamayacağı açıkça belirtilmiştir.

Dava konusu Yasa ile eğitim sistemi, kısmen değil, tümüyle dini esaslara bağlanmakta; iktidar da bu düzenlemeden siyasal çıkar ummaktadır.

AYM’nin önceki kararları

Anayasal denetim görevi nedeniyle anayasayı yorumlamaya yetkili tek organ olan Anayasa Mahkemesi’nin laik eğitim konusundaki yaklaşımı şöyle olmuştur:

Öncelikle herkesin artık bildiği gibi Yüksek Mahkeme, türbanın yükseköğretim kurumlarında serbest bırakılamayacağını; bunun anayasanın “laiklik”, “demokratiklik”, “hukuk devleti” ve “ulusal birlik” ilkelerine aykırı olacağını karara bağlamıştır.

Buna bağlı olarak, birbirinin devamı iki siyasal partinin türbanı serbest bırakma çabalarını ve bunda ısrarcı olmasını kapatma nedeni saymıştır.

Anayasa Mahkemesi bir başka kararında, 8 yıllık kesintisiz eğitimi anayasaya uygun bulmuş; bu sistemin getirilmesiyle meslek liselerinin, bu bağlamda imam hatiplerin orta kısımlarının kapatılmasının eşitlik ilkesine aykırı olmadığı hükmüne varmıştır.

Yine buna bağlı olarak; bir yandan imam hatip liselerinin “yükseköğretime öğrenci hazırlayan” okullar olamayacağını, bu okulların “çağdaş din adamı yetiştiren okullar olduğunu” kabul ederken; öte yandan da, imam hatip lisesi mezunlarının yükseköğretimin tüm programlarında okumalarına olanak sağlanması ve bunda ısrarcı olunması çabalarını, yine siyasal partinin kapatılması nedenlerinden biri saymıştır.

Yüksek mahkeme, laik Cumhuriyet’in niteliğinin korunması için, “dini formasyonla” yetişenler tarafından değil, “laik eğitim formasyonuyla” yetişenler tarafından yönetilmesi gerektiğine de kararında yer vermiştir.

İşte tüm bu nedenlerle, Türk Eğitim Sistemini laik eksenden kaydıracak her düzenleme Anayasa’ya aykırı olur. Sistemi İslami eğitime dönüştüren 6287 sayılı Yasa’nın ilgili kuralları da (ki bu kurallara dava dilekçesinde yer verilmiştir) Anayasa’ya aykırıdır.

Yeni AYM’nin vardığı sonuç

Ne yazık ki, daha önce yukarıdaki kararları veren AYM, bu kez onlardan çok ileri düzenlemeler içeren ve yine yukarıda açıkladığımız gibi Türk Eğitim Sistemini İslami temele oturtan Yasa’yı Anayasa’ya aykırı bulmamıştır.

Bunun en önemli nedeni, 2010 referandumuyla kabul edilen değişiklikten sonra AYM üyeliklerine, siyasal iktidarın dünya görüşünü ideoloji olarak benimseyen ve Atatürkçü ideolojiyi dışlayan kişilerin atanmış olmasıdır.

Esasen siyasal iktidar da, kendince çok akılcı planlamayla, yasama organındaki egemenliği nedeniyle bu yasayı çok daha önce çıkarabilecekken bunu yapmamış, önce Anayasa değişikliği ile AYM’nin yapısını değiştirmiştir. Siyasal iktidara açıkça artık “AYM’nin ayakbağı olmadığı” mesajı verilmiştir. Siyasal iktidar da bundan emindir. Nitekim sonuç bunu göstermektedir.

Bülent Serim

Odatv.com

[1] Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Cumhuriyet, 29.02.2012

[2] Prof. Dr. Ş. Turan, Mustafa Kemal Atatürk, s. 47, 413-415; aktaran Kurtul Altuğ, Aydınlık, 25.02.2012

[3] AYMK: 05.06.2008, E.2008/16, K.2008/116

bülent serim anayasa mahkemesi arşiv