İslamcılar neden yenildi

Kendine İslamcı denilen milyonların Mısır gibi bir İslam ülkesinden ‘dışlanmak’ durumuna düşmeleri, abartılı bir benzetmeyle handiyse üç bin yıl...

Kendine İslamcı denilen milyonların Mısır gibi bir İslam ülkesinden ‘dışlanmak’ durumuna düşmeleri, abartılı bir benzetmeyle handiyse üç bin yıl öncesinin Musa göçünü anımsatan bir siyasi çizgiye gelmeleri, bugünkü siyasi krizi, tüm tarihler içinde çok büyük çağları aşan çok derin bir çizgiye taşıyor.

Oysa başlıktaki sorunun cevabı çok basit bu siyasi fırtınaların özeti, dogmayla eleştirinin savaşı..

Bu, Mısır ve Türkiye’de siyasi İslam faslından olup bitenler, tam anlamıyla bir ‘medeniyet’in ne olduğu ne olmadığı krizidir, Yunan, İslam, Roma, Batı medeniyetleri, her bir medeniyetin kapısını açan ‘bilimsel eleştiri’dir, her bir medeniyeti nihayete erdiren, bilimsel eleştirinin kapanmasıdır..

Hiç kuşkusuz doğup geliştiği yüzyıllarda İslam medeniyeti kişisel özgürlüklerin medeniyetiydi, ancak, batılılaşma çatışmalarıyla son altmış yıl içinde bambaşka uyduruk bir ideolojik İslam inşa edilmiş, İslam kültürü bir şeyh ya da ‘tartışılmaz dogmalar’ içinde bir ideolojik örgüt ya da dar katı çağdışı bir örgütlenmeye mahkum edilmiştir..

Açarak ilerleyelim, içinde yaşadığımız modern dünyanın en vazgeçilmez değeri, eleştiridir, buna, söz, ifade, itiraz, karşı görüş, vs. hakkı, yasalaştırarak denetim, teftiş, yargılama kurumlarına kadar gideriz.. Oysa bu ideolojiler bir lideri bir şeyhi ya da dogmalarını asla tartışmaya açamazlar, açamadılar, bu yüzden yenildiler ve bundan sonrası yavaş yavaş pörsüyüp çürüyüp canlılıklarını yitirip tarih sahnesinden yeniden dar çekirdeklerine doğru evrilip küçüleceklerdir..

Eleştiri şudur, biri bir söz söylediğinde diğeri yanlış eksik hatalarını ya da işine gelmeyen yanlarını açıkça söyleyerek o söz’ün aslında bilimsel değer kazanması yani sosyal ve bilimsel olarak güzelleşip kıymetlenmesine sebep olur, geçmiş İslam kültürü açısından bakarsak, geçmişteki içtihatların havalandırılması günümüz ihtiyaçlarına nefes aldırmasını sağlar..

Sadece Türkiye boyundan büyük İslam alimleri yetiştirmiştir, bu gözde İslam aydınları hergün yenilikleriyle gelen topluma yeni cevaplar yeni yorumlar yeni açılımlar getirmeye çalışmışlardır, ancak gözleri dünyaya açık bu İslam aydınlarının nerdeyse tümü bu ideolojiler tarafından ya dışlanmış ya kovulmuş ya da kafirlikle suçlanmışlardır..

Oysa İslam’ın ilk yüzyıllarında mesela Bağdat Akademik anlamda tartışma kültürünün değişik fikir ve görüşlerinin merkeziydi, burayı abartmadan söyleyebiliriz, bağımsız düşünebilenlerin kendini Allah’tan başka kimseden sorumlu tutmayan alimlerin de merkeziydi..

Bilimsel eleştirinin felsefesi de budur, biri bir eser ortaya koyar, aynı bilim dalından insanlar o eser karşısında kanaatlerini dile getirerek o eser’in bilimsel yanını değerini tartışarak bilimin yani hayatın ilerlemesine katkıda bulunurlar, tam tersine, eser ortaya koyan insanları sırf cemaatimize, ideolojimize, şeyhimizin dediklerine uymuyor diye kovma sindirme yıldırma yok etme hakkını kimse elinde tutamaz..

Lafı başka bir yerden dolandırarak götürelim.

Kültür Bakanlığı Telif Eserleri’nde çalışırken, oradaki müdür, müsteşar, müsteşar yardımcılarına tuhaf bir soru sordum, buraya, dedim, insanlar kendi eserleri olarak senaryo, kitap, müzik kasetleri gönderiyor, biz de bunlara parasal yardım teşvik, veriyoruz, sorum şu, bunların hangisi ‘eser’dir, içinizde bunu bilen var mı?

Çalma çırpma olabilir, ya da daha önceki eserlerin kötü bir taklidi olabilir, aşırma, intihal, kopya olabilir, ya da çok vasat sıradan şeyler olabilirler, bunları ‘eser’ diye kim kabul edecek..

Bakanlık bürokratlarının bu zor soruya cevap verecek ne bilimsel gücü ne de eser olup olmadığını yargılama hakkı vardır, adam, beşinci sınıf bir Ankara havasını benim eserim diye gönderiyor ya da beşinci sınıf bir senaryoyu, bunu değerlendirmek bir resmi kurul’un boyutlarını çok aşar, aştığı için herkes torpiline adamına şeyhine ideolojisine göre kıstaslar koyup eser olup olmadığına karar veriyor..Oysa fikrini tipini hiç sevmediğimiz insanlar pekala hepimizden büyük gerçek eser’ler ortaya koyabilir, bu insanların emeklerini kim savunacak?

Çünkü eseri değerlendirecek olan kamuoyudur, medya ve akademi kamuoyunun açık penceresidir, bilimsel bir tez, mimari, müzik, senaryo, film, herhangi bir eser’in ne olup olmadığına karar verecek olan ‘toplum’un açık kanallarıdır, şaşıracaksınız ama bir zamanlar Müslümanların ‘kürsüsü’ toplumun en açık kanalıydı, sonra bu kürsü hilafetin sonra da yüzyılımızda ideolojik örgütlerin eline geçti ya da adı evliyaya çıkmış o büyük İslam filozofları imalı konuşmaya ya da kasıtla sadece ‘havas’ yani kendi çevrelerinin anlayıp halk’tan iktidardan korkuyla uzak durmaya başladılar..

Bir şeyin eser olup olmadığına karar verebilmemiz için modern toplumun vazgeçilmez kurumları şunlardır, bir, toplumum konuşan düşünen tartışan ‘açık kanalları’ olacak.

İki, o toplumun o meslekte hüner kazanmış ustalaşmış değerlendiren eleştiren saygın tarafsız ve bilge kişilikleriyle öne çıkmış ‘eleştirmenleri’ olacak.

Üç, asla ekmeğimden olurum korkusu taşımadan konuşabilen bağımsız her şekilde istediği gibi konuşabilen insanları olacak. (Tarihin en büyük müsrif ve şatafatlı zengini Harun döneminde Bağdat’ın kadısı iki ikiz kardeşti, ancak ikisinin de giyecek tek hırkası vardı, bu yüzden dönüşümlü kadılık yapıyorlardı, bir hırka nedir, birinden yardım ödünç bağış hediye hırka alacak olsalar kararlarında yan tutmuş ya da halkın zihnine kuşku düşürmüş oluruz düşüncesiyle, bu tarihin en zengin iktidarında tek hırkayla ölünceye kadar kadılık yaptılar..)

Bu üç vazgeçilmez kurum olmadan bir toplum siyasi sosyal bilimsel sanatsal hiçbir eser üretemez, ürettiği şeyi anlayamaz, yapılan şey’in ne olduğu hakkında karar veremez, yani toplum bilimsel ve sosyal olarak ‘zırnık’ ilerleyemez..

İşte modern dünyanın asla geri adım atmayacağı, atmasını hiç ama hiç düşünmeyeceği, attığı takdirde insanlığa utanç verici ihaneti yaşatacağı en büyük ‘değer’ bu kurumlardır: açık kanallar, bağımsızlık ve korkusuz bilge eleştirmenler..

Şimdi bir ‘medya patronu’ size her şeyi eleştirme hakkı verir mi? Vermez.

Yirmi yıl öncesine dönelim, medya patronları 50 milyar dolardan yüz, yüz elli milyara uzandığı söylenen banka soygunlarına adları karışırken, yine o medyada diyelim Radikal Gazetesi’nde yazan onlarca kendine liberal, solcu, özgürlükçüyüz diyen yazar, bu tarihlerde onlarca yıl eşine benzerine rastlanmayan bu hırsızlıkları tek satırcık yazabildi mi?

Hayır...Tam tersine varlıklarıyla o köşelerde bu büyük soygunun perdelenmesi örtülmesine unutturulması geçiştirilmesine katkıda bulundular..

Ancak aynı yazarlara, modern toplumun özgürlükler için en tehlikeli bulduğu cemaat ve etnik milliyetçilik özgürlüğünü, onlarca yıl konuşmak serbest hatta sol ve liberal bir kahramanlıktı..

Diyelim aynı yıllarda dünyanın gelmiş geçmiş tarihleri içinde en acımasız coğrafya katliamı Sinop Batum arasındaki altıyüz kilometrelik Karadeniz Sahil Yolu’nun inşasıydı, tarihlerde eşine rastlanmayacak bir coğrafya katliamı, coğrafyamızın en yeşil tarifsiz bir cenneti paramparça edilip yer küreden kazınarak çıkartıldı, bu mucizevi güzelliklerle dolu sahil şeridi şimdi bir Tunus bir Cezayir sahil yoluna döndürüldü..

Yol onlarca yıl sürdü ve otuz milyar doların üstünde Cumhuriyet tarihinin GAP’tan sonra en büyük harcamasıydı, yine anlaşmış gibi hiçbir medya onlarca yıl tek satır yazmadı, ne zaman ki yol yapılıp bitti, birazcık kenardan olup bitenlere değinmeye başladılar..

Bu koskoca yıllar içinde cumhuriyet tarihinin maddi olarak da en büyük projesine medyamızın onlarca yıl sessiz kalması doğru bir şey miydi? Aynı yıllarda yine bu büyük medyada yer almış sol, liberal, özgürlükçü onlarca yazarın bu konuya tek satırcık değinmemesi normal miydi, aynı yazarların aynı yıllar içinde cemaat ve etnik milliyetçilik pompalamasının önü ardına kadar özgürce açık kalması sizce ne anlama geliyordu?

Bu kanallar açık mıydı, değil, bu yazarlar bağımsız mıydı, değil, içlerinde sözü itibar görecek tek bir bilge var mıydı, hayır!

Aynı şeyleri bürokrasi için milyon örnekle söyleyebiliriz, kalitesi, geçmişi, kariyeri şaibeli bir insan bir günde manşetlere çıkıyor, övülüyor, gazlanıyor, röportajlar yapılıyor, ertesi gün, falan kurumun başına atanıyor, hatta hükümetler kuruluyor hatta TMSF’ler Özelleştirme daireleri bu ‘kapalı’ yerlerden ‘gazlanarak’ yakınların adamlarının eline geçiriliyor..

Toplumun başka türlü farklı düşünen insanları bu bürokrat hakkında hiç bir fikir beyan etmeden, edilen beyanlar sayfalara ekranlara hiç taşınmadan, kanaatler ortaya dökülmeden, toplumun açık yargı kanalları hiç çalışmadan kafadan inme bir despotlukla topluma kabul ettiriliyor ve bu keyfi ve oligarşik düzen bu ihanetlerini gizlemeyi halkı soymayı göz boyamayı başarıyor..

Diyelim sanat eserleri, aynı yıllar içinde açın o gazetelerin manşet üstü haberlerine bir daha bakın, bir Sibel Can bir Hülya Avşar maceralarıyla geçen onlarca yıl binlerce manşet haber..

Aynı yıllar içinde, bir roman, daha piyasaya sürülmeden, dünyanın sekizinci harikası olarak yüzlerce haber yapılıyor, binlerce röportaj, öyle bir beyin yıkama ki roman tek bir kişi tarafından okunmadan yüz baskı yapabiliyor, ve sonra roman düpedüz ‘çalıntı’ çıkıyor ve onlarca yıl ‘hırsızlık’ örtbas ediliyor, yetmiyor, medyanın saygın kalemleri ‘hırsızlığı’ tölera eden mistik post modernist açıklamalarla .ötü kurtarmaya çalışıyorlar..

Ya da cemaate yakınlığıyla malum şeyhine ‘dostum’ mektupları yazan bir sarışın hanımımız büyük romancı diye lanse ediliyor, vasat dahi değil, yüzlerce baskı yaptırılıyor ve ancak ‘yüz baskı’ yaptı şu kadar imza attı diye kendi gaz ve pompalarının başarısıyla yazarlık kariyerini baş tacı ediyorlar..

Tabii ki örneklemeler yapıyoruz bunların binlerce çeşiti var, ancak, pompalanan bu özgürlükçü denilen yazarların ya da Sibel Can, Hülya Avşar gibi taifenin ya da bu romancıların tek ortak özelliği var: Medya Patronlarına ve Hırsızlıklarına karşı geçen bu otuz yıl içinde tek satır eleştirileri asla olmamıştır.. Pompalanma sebepleri de budur..

Bankasından bürokratına edebiyatına sanatına kadar işte bu laçkalık üzerine İslamcı bir iktidar büyük oylarla tarih sahnesine çıktı..

Medya patronları ne kadar eleştiriye kapalı eleştireni susturuyor tarihten siliyorsa yeni gelen ideolojik İslamcı lider ve şeyh de zaman içinde aynı yolu izlediler, üstelik, İslamcı lider ve şeyhin ideolojik tartışılmaz dokunulmaz asla konuşulmaz ön yargıları dogmaları hatta astığım astık kestiğim kestik emirleri vardı.. Bir büyük hataları çaktırmadan inceden düzecek medya patronları kadar profesyonel değildiler..

Geçen on yıl içinde lider ve şeyhe elliye yakın gazete ve ekran içinden tek satır eleştiri göremedik, böyle bir kültürleri hiç olmadı.. Medya patronları kişisel kazanç hırsları ve modern toplumun renkli boyalı unsurlarını zevklice kullanıp susturuyorlardı, bu İslamcı lider ve şeyh, ideolojileri gereği, eleştiriye kafadan kıllanıp ölümüne bir öfkeyle karşı duruyordu.

Bu İslamcı lider ve şeyh, hayatı şöyle anlamışlardı, arkana sağlam Amerika’yı alırsan önündeki herkese diz çökertirsin, bu kadar, bu uğurda ne hukuk, ne hak, tarihin en gaddar acımasız hukuk operasyonlarına korkusuzca girdiler, daha öncekiler de arkaya oligarşik başka güçleri almışlar acımasızsa istediklerini topluma dayatıyorlardı..

Ki, bu İslamcı ideoloji, modern dünyanın tam anlamıyla negatifi.. Şöyle, çölde zaman ve mekan duygusu yoktur, en güçlü ordular bile çölde savaş uzadığında düşmanın silahına değil zaman ve mekanın durağanlığına yenilirler

Çöl, sabah da aynı akşam da, kuzey de kum tepesi, güney de aynı kum tepeleri, bu değişmez sabit kımıltısız yer gök manzarası, sizi önce zaman ve mekan’dan sonra insanlık’tan çıkarır..

Çünkü dünya hareket ediyor, yenilikler, değişimler, hareket, tasarlayan, saçmalayan, bağıran, dövünen, düşünen, bin çeşit ses renk hergün hayatımıza giriyor, her yeni şeyi karşılayacak her şeyi düşünecek tasarlayacak her yeni şeye cevaplar oluşturacak entelektüel bir birikiminiz olmalı, aydınlar, alimler, sanatçılar, bilge politikacılar, hayır, hiç birine ihtiyaç duymadılar, Amerika her şeydi, tek şeydi..

Ve elinizde bir İslamcı ideolojinin hiç kokmayan eskimeyen tartışılmayan yenilenmeyen öğretileriyle bu kadar sesli hareketli renkli dünyasına cevaplar vermek zorundasınız, kürtaj yasak, beş yaşında böyle giyilecek, ÖSS hırsızlarını soruşturmuyorum, ne yapacağımı söylemem, istediğim dereyi kaldırırım, diyemezsiniz..

Tabii ki başaramazsınız, yapacağınız tek şey, susturmak, otorite kurmak, Allah böyle diyor, Kur’an böyle diyor diye, güya sözde uydurulmuş bir ideoloji adına ‘dine’ sığınıp açık bir toplumu dini ve Müslümanlığı tahrif ederek, din ve Müslümanlık değerlerine hakaret ederek yapacaksınız, bu olmaz, olmadı..

Adalet ve Merhamet gibi duyguları sırf arkamızda Amerika var bize bir şey olmaz diyerek görmezden gelmeye çalıştılar, adını kullandıkları Müslümanlığa tarihler içinde en büyük iftiraları işte bu kapalı donuk zaman ve mekan duygusunu kaybetmiş ideolojiler yaşattı..

Bu mümkün değildir! Elinizdeki ideoloji İslamcılık, Müslümanlık değildir. Geleneksel Müslümanlığın yüzlerce düşünen tartışan değerlendiren, en önemlisi, bir lider bir şeyh değil, Allah’tan başka kimseye hesap vermeyen kurumları vardır.

Bu İslamcı ideolojiler bu kurumların hepsini iptal etmişlerdir, başka türlü düşünen aydınları dünyadan kovmuşlardır, ortada sadece kendi ideolojik liderleri ve kendi cemaatleri kalmıştır, yani İslam’ı dahi gasp edip hepimizi o ideolojik karanlık küflü İslamla kırbaçlayıp köleleştirmeye hatta Suriye’de Müslümanları kesmeye ciğerlerini yemeye başlamışlar ve bundan da hiç utanç duymamışlardır..

Her insan Allah’a inanır, Allah inancı için senin liderin ya da şeyhine danışması ya da Allah’a inanıyor diye senin şeyhin ve liderinin kulu kölesi müridi esiri olması gerekmez, senin liderin ve şeyhin tek fazlası, arkasında Amerika olması, abartılı olacak ama doğrusu budur, Allah’la Amerika yer değiştirdi, Allah’ın adalet ve merhameti varken tek başına çilelerle dolu zorlu bir hayatı başaramadılar, Allah gidip Amerika gelince, iktidar, belediye, zenginlik hatta Osmanlı Rüyaları içinde buldular kendilerini..

Üstelik bu ideolojik İslam, ezilmiş sömürge kültüründe tohumlandı ve Batılı ne görse tartmadan düşünmeden bidat düşman ihanet olarak görüyor. Çok yakın bir tarih içinde ‘örgütsel’ olarak tasarlandı, bir şeyh ve ona çok sadık müridleri tarafından büyütülüp İslam’a sonradan monte edildi, tarikat desen olmaz, cemaat desen tutmaz, mezhep desen uymaz bir tuhaf ‘oluşum’ bu cahiller komedyası ülkede onlarca yıl baş tacı edildi..

Lafı biraz daha karmaşık dolandırayım, Müslüman Kardeşler’in lider kadrosuyla birkaç defa konuşma tartışma şansım oldum, Mısır’da yargıdan ekranlara kadar bu kadar keskin ve sert el koyma girişimlerine ideolojik olarak değil ‘taktik’ olarak acelecilikleri beni şaşırttı.. Çünkü Müslüman Kardeşler çok temkinli insanlar, elde ettikleri büyük gücü yavaş yavaş bir sabırla kazanmışlardı, daha yavaş daha töleranslı gitmeliydiler ama şimdi bu akıl almaz hızla toplumu topyekün dönüştürmek iştahları bütün dünyayı şaşırttı ve ılımlı İslam, demokrasiyle İslam tartışmalarını kökünden bitirdi.. Türkiye’deki İslamcı kardeşlerinin dizginlenemez iştahından etkilenip oyuna geldikleri çok açık..

Medya patronları acımasız despot gücünü ‘iktidardan’ alıyordu, peki bunlar?

Moğol atlıları iyi bilir, bir Moğol atlısı, ok geçirmez nerdeyse santim kalınlığında ipek gömleğini giyer, atın terkisine bir kısrak bağlayıp sürükler ve onun sütünü içer, üstüne bindiği atın sağrından çizikle kanını döküp pişirip içer ve en önemlisi atı ölmeye yakın atın etini bağırsaklarını kurutup yanına alıp sonra da arkada yolda büyümüş takviye kısrağına atlayıp yoluna devam eder..

Ancak dünyaları fetheden Moğol Atlılarına o efsanevi gücü veren başka bir şeydir, o da atın koştukça yükselen enerjisidir, ve at üstünde Moğol askeri o atın enerjisiyle moda deyimle elektriğiyle başka tür bir insan olur, at’la kendisi tek beden, at sizi sevmeye görsün koştukça içindeki bütün iştahını enerjisini size geçirir.. Kuşkunuz olmasın, mermi tüfek bomba makine icad olmasaydı şu anda dünyamız Obama’nın değil Cengiz Han’ın torunlarının elinde olacaktı..

Türkiye’deki İslamcı hareket, ABD’nin Irak savaşını rededen Türk ordusunu cezalandırmak için giriştiği Balyoz ve Ergenekon davasıyla Türkiye’deki İslamcı ideolojiye çok büyük iktidar şansı verdi..

Öyle bir şans ki Osmanlı rüyası Moğol savaşçısının at’ına döndü, Osmanlı rüyasından büyük bir elektrik enerji dolmaya başladı, öyle ki, şimdi anlıyorum, Suriye Savaşı ABD’nin fikri değil bizimkilerin ABD’yi zorlamasıyla oldu, rüyalarındaki haritaya bakın, Kosova’dan Suriye Sina Mısır Tunus’a kadar, tabii bu kadar toprak içinde Kürt milliyetçilerine de bir parça ekmek düşecekti, ki, daha bir ay önce Selahattin Demirtaş, Lazkiye’yi istiyoruz, demeye başladı, ancak görünen o ki Moğol atlılarından da hızlı uçtular..

Dün itibariyle İstanbul’da toplanan Suriyeli muhaliflerin Humus elden gidiyor feryatlarına hiç şaşırmadım, Suriyeli Sıçanlar Ordusu nerdeyse çaresiz ve yedikleri ihanet bokuyla ortada kaldı,Obama Suriye Savaşı’nı Tayyip Erdoğan’ın elinden alıp Putin’le Batılı ülkelerle başka bir müzakereci yere ağlama eşeğim’e bağladı..

Şöyle düşünüyorum, Obama, Tayyip Erdoğan’ı önce bir ‘kahya’ gibi sopasıyla yönetirim sandı, ama Osmanlı rüyalarının hem Mısır hem Türkiye’nin resmi katlarında aleni açıkça telaffuzuna o da şahit oldu, Osmanlı rüyalarının fütursuzluğu hem ABD hem de Batılılar’ın hızla politika değiştirmesine sebep oldu..

El Kaideyi şüphesiz ABD de kullanıyor, ama Türkiye’nin El Kaide’yi Suriye’de kullanırken El Kaide militanlarına, el altından, şimdi hedef Suriye, sonra İsrail, demesine Batılı istihbaratçılar defalarca şahit oldu..

ABD, Suriye Savaşıyla ortaya çıkan sosyal maliyetlerin Irak ve Afganistan’dan daha büyük olduğunu gördü, şöyle ki, sarin gazından Suriye’de yaşayan büyük ölçekte Hristiyan nüfusa kadar, Reyhanlı bombalarına kadar, ciğer yiyen insanlık dışı vahşetlerin Batı medyasında sabahlara kadar döndürülmesine kadar, ortaya çıkan manzaranın kendi kamuoyuna anlatılamayacak boyutlara ulaşması ürkmelerine sebep oldu.

Ve Mısır’da ve Türkiye’de ortaya çıkan halk isyanlarının gerekçesi de ABD için bulunmaz bir ‘bahane’ oldu: modern insanların en temel haklarının iktidar tarafından asla gasp edilemeyeceği feryatları Batılılar tarafından yavaş yavaş seslendirilmeye başlandı..

ABD’nin Tayyip Erdoğan’a önce sopa göstermesi, sonra ABD ziyaretinde Diktatör Psikolojisi kitabı hediye etmesi, sonra Ankara ABD elçisinin Tayyip Erdoğan’a sarımsak gösterir gibi Atatürk’ün sözleriyle davetiye bastırıp açılış konuşması yapması, İslamcı İdeolojinin artık ABD nezdinde tamamen bittiğinin yeterince işaretleridir.

ABD ve Batı, AKP ve Mürsi için dünya güzeli bir bahane inşa etmişlerdir: O da seçimle gelenlerin demokrasinin en temel kurumlarını ele geçirmelerine asla fırsat verilmemeli, düşüncesidir..

Buna rağmen Mürsi’ye karşı yapılan çok sert karardır, ABD ve Batı demokrasiyle iktidara gelmiş bir lidere karşı bu denli acımasız bir sessizliğe bürünmesi hayra alamet değildir.

Kabul edelim ki batının sessizliği altında çok düşünülüp tartışılmış çok istihbarat elde edilmiş Osmanlı rüyalarından El Kaide’nin yarın İsrail’e bela olma ihtimaline kadar çok şey üzerinde derin bir mutabakat vardır..

Ben aynı sessizlik ve mutabakatı Balyoz Davası’nda gördüm, ki, Balyoz’da yargılananların çoğu NATO’da eğitim almış Batılılar’la onlarca kez ortak çalışmış subaylardır..

O gün şu soruyu sormuştum, Batı, daha düne kadar kankası olan bu subayları bir çırpıda ve bu denli gaddarca nasıl gözden çıkarabilir?

Bu sorunun cevabını biliyoruz, Bush’un intikamı, Irak Savaşı’na karşı çıktığı ve ABD’ye direndiği için.. Avrupalılar’ın Nato subaylarının içeri tıkılmasına ses çıkartılmama sebebi ise, Güneydoğu’daki etnik milliyetçilik süreç hatırınadır..

ABD ve Batı’nın sessiz mutabakatı beş-altı yıl önce Türk Ordusunu çökertti, şimdi aynı sessiz mutabakat Ilımlı İslam Projesini bitirmeye kararlı..

Geriye dönüp yakın tarihimizin darbelerine bakın, bu sessiz mutabakatlar altmış yıldır böyle gelmiş bir yüz yıl daha böyle gider..

Bu oyun’dan bu kumpastan kurtulmanın tek yolu var, kardeşlerim, bu dünyada yaşayabilmek için tek şansımız var, o da, bir, açık kanallarımız olacak, iki, bağımsız korkusuz ve bilge yazarlarımız her şekilde her yerde kitlelere seslerini duyurabilmeli..

Yargıdan edebiyata kadar ülkenizde olup bitenleri en acımasız şekliyle hergün ama hergün eleştirebilecek kanallarınız gücünüz yoksa, bir ülkeniz yok demektir..

Bağımsız yazarlarınız yoksa bağımsız bir ülkeniz olamaz..

Modern dünyada bir ülke inşa etmek istiyorsanız bir ülkeniz olsun istiyorsanız, modern dünyanın en vazgeçilmez değeri ‘eleştiri’nin her ekranda her gazetede her sokakta canlı canlı yaşatılması şarttır..

Zaman ve mekan kavramını yitirmiş ideolojilerle, bir lider ve şeyhe ölümüne bağlanmakla, bir oligarşik medya düzeninde yalandan sözümona üstünkörü eleştiriler yaparak, sadece, can çekişen bitkisel hayatınızı uzatır, darbelerle gelip darbelerle gidersiniz, her defasında kardeş kanı kavgası daha da çoğalır..

Gelin bu olup bitenlerden ders çıkartalım, bağımsız birey ve eser’in eleştirinin üretenin adına sanına kimliğine bakmadan sahip çıkalım..

Derelerimize sahillerimize ormanlarımıza aynı şekilde sahip çıkalım, akademilerimize gazetelerimize, insanlarımıza sahip çıkalım, eğitim ve sağlık sigortalarına, fırsat eşitliğine geniş yoksul kitlelerin lehinde sahip çıkalım, altta kalanlar, hakkı yenenlerin yanında, acı çeken kanı dökülmüşlerin tarafını tutarak, aşağıda kalmış, ezilmiş hakkı yenmiş insanları savunarak, geniş kitleleri uyanık ve diri tutarak, gelin her şeyin başı, bağımsız bireyin haklarını baş tacı ederek, yarım kalmış modern yolculuğumuza çıkalım..

Hem Mürsi Mısır’da yargıdan medyaya kendi ideolojik rengini verirken kendi arkadaşlarından hiç kimse karşı çıkamadı, hem Tayyip Erdoğan, aynı şeyleri Türkiye’de yaparken kendi iktidarından kimsecikler eleştiremedi, bu basit bir şey değil, bir medeniyet kilidi, bir medeniyet krizi’dir, akademisinden medyasına henüz bu ‘kilit’i sağcı solcu liberal hem aşabilmiş değiliz hem de şahsi ego ve kin ve ölümüne ideolojik duruşlardan dolayı bir şans da görülmüyor..

Nihat Genç

Odatv.com

nihat genç Mursi Gezi Parkı Mısır rte arşiv