İslamcı ideolojik kültür yıkılırken

1960’lı yıllarda başlayıp kısa sürede önce orta-doğu sonra dünyayı kasırga gibi savuran İslamcılık İdeolojisi’nin, acılar dersler trajediler dolu...

1960’lı yıllarda başlayıp kısa sürede önce orta-doğu sonra dünyayı kasırga gibi savuran İslamcılık İdeolojisi’nin, acılar dersler trajediler dolu yıkılışına şahit oluyoruz.

Giyim kuşam tarzları, örgütlenme biçimleri, batıya ve modernizme karşı kullandıkları söylem biçimleri, vs., Irak’ta Dava, Mısır’da Müslüman Kardeşler, Türkiye’de milli görüş, vs., bir devrin sonuna gelindi, an itibarıyla ENKAZ kaldıracak adamları dahi kalmadı, an itibariyle ORADA KİMSE VAR MI, diye seslenecek bir el uzatacak insan yüzüne çıkacak yazarları kalmadı, tam bir infilak, yer yarıldı yerden pislik volkanı fışkırdı ideoloji yok oldu.. Berlin Duvarı’nın yıkılıp Sovyetler’in çökmesi gibi, müslüman topraklarda İNSANA SİYASETE HAYATA musallat olup toplumu ortadan ikiye bölen bir BÜYÜK KARA DUVAR yıkıldı..

Din ve inanç gibi tarihin ve dünyanın hiç çözülmeyecek sorunsalını kullanıp büyük kitleleri etki altına alıp büyük ve gizli ve adanmış örgütler kurup Türkiye’de Filistin’de Mısır’da Tunus’ta Cezayir’de vs. iktidarı ele geçirecek büyük partiler kurdular..

Hala süren mezhep savaşlarına sebep oldular.

Hala süren iç savaşlara sebep oldular..

FBI ve CIA gibi istihbaratın enstrümanı oldular.

Petrol şeyhlerinin dolar milyarderlerinin adamları oldular.

El Kaide’ye kadar uzanan vahşi şiddet örgütleriyle içli dışlı oldular..

Velhasıl bu uzun hikayeye nice kitaplar yazılacak, ne kendi ülkelerine ne gittikleri ülkelere huzur güven itimat veremediler. Merhamet adalet asayiş eşitlik ve kardeşlik’ten zinhar zırnık güven veremediler..

İslamcılık ideolojisi yakın tarih içinde dünya akademilerinde en az Marksist hareket kadar çok konuşuldu. Kapitalizm ve şehvetli piyasası ve o piyasanın gizli karanlık ajan örgütleri ve hepsinin cazibesi işlerini bitirdi..

İslamcılık ideolojisini dert edinip konuşmayan sosyolog felsefeci siyaset adamı aydın kalmadı, kimi bela gibi gördü, kimi bir mistik arayış, kimi batı kültürüne okunan bu meydan okuyuşu önce ciddiye sonra dalgaya aldı, kimi sadece kanlı şiddetini kimi sadece batıya bela okuyan göçmen sorununu, kimi petrolünü, kimi dolarlarını, kimi modern siyasetle ilişkilerini, kimi, bu geniş müslüman dünyayla konuşmak diplomasi geliştirmek için kafasını ajanını aydınını içine kadar sokup anlamaya çalıştı, ama herkesi bütün dünyalıları MEŞGUL ETMEYİ bir şekilde başardılar..

Dibi bucağı olmayan coğrafyaları yıkıp parçalayan sert bir siyasi hareket, Londra’nın göbeğinden Malezya’ya kadar özellikle 80’li yıllardan sonra hemen hergün GÜNDEM’de kalmayı başardılar.. Modernizm eleştirileri, sekülerizm tartışmaları, giyim kuşam tarzları, vb., çok şeyi son otuz yıldır manşette ekranlarda tutmayı başardılar..

BİZLERE DÜŞEN O ÇIĞLIĞA KULAK VERMEK

AKP’nin ve Cemaat oluşumunun birbirleriyle girdikleri iç savaş ve ortalıkta dönen yüz milyarlık kara paralar, işte, BU UÇSUZ BUCAKSIZ tartışmaların ve kör savaşın, son günlerine geldiğimizi gösteriyor.

Çünkü bu iki İslami örgütün iç savaşı, bir savaştan daha çok anlamlar taşıyor. Anayasa hukuk tanımazlıkları bir yana, gizli gündemleri bir yana, seks kasetleri bir yana, Allah’ı, dini en pis işlerine alet etmeleri bir yana, sefahatları şatafatları bir yana, halkın parasını dünya tarihinde görülmemiş büyüklükte çalmaları bir yana, El Kaideyi Suriye’de silahlayıp İran’a karşı savaştırırken arkadan İran’la kara para temizlemeleri bir tarafa, bir devlet için felaket denecek polisi savcısını ikiye bölmeleri bir tarafa, ordusuna işgal güçleri gibi kumpas kurması bir tarafa, yazarlarına suç inşa edip yalancı tanıklarla içeri tıkmaları bir tarafa, sayıştayı meclisten kovmaları bir tarafa, suçlamaları, iftiraları, ithamları, yalanları, yalıları, halkın parasıyla sövüşledikleri bankaları, maaşa bağlanmış kiralık liberalleri bir tarafa.. İLER TUTAR HİÇBİR YANLARI kalmadı.

Dünyanın gözü önünde en iptidai 60’lı yılların Orta Afrika ülkelerinde dahi görülmemiş çavuş zekasında kaotik ve çözülmüş ve kukla bir devlet yönetimi..

Bu tartışma bir yüzyıl daha sürer, Enver Paşa’nın kaçtığı günlerdeyiz, ülke mağlup olmuş, anayasası hukuku bir ajan örgütünün elinde ve yine işgal altındayız. Bu karanlık günde Samsun’a çıkan Mustafa Kemal’in partisi de, Samsun’a değil Washington’a çıkarak işgalcilerle ortaklık hesapları içinde. Vehamet gittikçe katlanıyor, önümüzde büyük bir ekonomik buhran ve en az dört-beş yıl kurulup yıkılacak kukla hükümetler görülüyor..

Ancak bizlere düşen, bu enkazın altında kalan milyonlarca müslüman genç temiz samimi pırıl pırıl çocukların ÇIĞLIKLARI’na kulak vermek, onlarla, yeniden dünyayı, modernizmi, ülkeyi, partiyi, Allah’ı, hayat’ı şimdi silbaştan KONUŞABİLMEK..

Ağbilerinin babalarının yakınlarının ideolojik arkadaşlarının yolsuzluklarını seks kasetlerini insan içine bir daha çıkılamayacak kepazeliklerini gören bu milyonlarca kendine müslüman diyen çocuklar, an itibariyle ‘yetim’ ‘kimsesiz’ ‘öksüz’ ve ruhları ve her şeyleri aldatılmış kandırılmış çocuklardır.

Liderlerine ve şeyhlerine kayıtsız ve mutlak bağlılıkla yetiştirilmelerinin trajik sonuçlarını dayanılmaz utançlıklar içinde yaşamaktadırlar.

Bu genç temiz çocukların bu büyük hayal kırıklığı travmalarını atlatabilmeleri uzun bir süre alır ve onlarla normal bire bir, bir konuşma ortamını bulabilmemiz uzun yıllar mümkün olamayacak. Ama, bir yerden başlamak lazım, onlarla yeniden buluşmak lazım, onlara bizlerin de acı tecrübelerini bir kez aktarmak lazım, ve onlarla elelle yitip gitmekte olan ülkemizi yeniden kardeşçe eşitçe ve bölüşerek toparlanmanın yollarını arayıp bulmamız lazım, en azından acemi de olsa, hepimize bir girizgah lazım..

YANLIŞLARIMIZDAN GERİ DÖNMEK HALA MÜMKÜN

Benim dünya güzeli kardeşlerim, babalarınızın liderlerinizin ve şeyhlerinizin bu rezilliklerinden sizler sorumlu değilsiniz.. Allah’a olan temiz inancımızı artık bu şeytan, diktatör bozmaları ve FBI oyuncaklarına daha fazla alet etmeyelim..

Müslüman kardeşlerim, artık partinize şeyhinize değil Türkiye’ye sahip çıkın, bunun için bu halkın ortak vicdanına yürüyün, bu şüphesiz kolay değildir.. Yaşı 40’ı devirenler için bir şey diyemem ama, yaşı henüz 20-25 olan kardeşlerim, her şeyi hem kendinizi hem ülkenizi hem rüyalarınızı hem amansız eleştirel kimliğinizi inşa etmek için vakit vardır. İdeolojik duruşu sıfırlayıp yeniden hemen bir yerinden başlamak lazım, lütfen ve ne olur, bir yeni dünya kurarken kendinizi sahipsiz ve yurtsuz ve kimsesiz düşünmeye başlayın, biraz yol aldığınızda ve birazcık etrafınıza ve bizlere baktığınızda kendinizi asla sahipsiz ve yurtsuz ve kimsesiz olmadığınızı göreceksiniz..

İdeolojik ve dünyadan izole duvarlar arkasında çok vakit kaybettiniz, ülkeniz dünya artık sizi bekliyor, çıkın o sizi mütemadiyen kandırdıkları ve kirlettikleri ve utandırdıkları yerden, hepimizin içinde kendimizi toz zerresi gibi hissettiği o büyük kalabalıkların içine yürüyün, göreceksiniz bir büyük hortumu en büyük fırtınalarını var eden o toz zerrelerin buluşmasıdır ve o toz zerresinin içinde büyük bir kozmik enerjinin saklı olduğunu göreceksiniz.. Bir ebedi bahar temizliği, havalandırın iç dünyalarınızı, kırarak açın pencerelerinizi, kanatlandığınızı göreceksiniz, kanatlanmış hiçbir yaratık unutmayın bir daha kirletilemez..

Bu, hepimiz için ‘herkes’ gibi olmanın tam zamanıdır.

Bir lokantaya oturduğunuzda dahi, bizden daha iyi paranız bizden daha iyi yemekleri aynı lokantada yediğimiz halde, kendinizle başkaları arasına bir sınır bir duvar koyuyordunuz, ben onlardan değilim çemberi, ilk işimiz, bu duvarı yıkmak olsun, gelin önce ‘herkes’ gibi olalım.. Dünyayı, Allah’ı ülkemizi hayatlarımızı kimseyi ‘başkası’ olarak görmeden konuşmaya çalışalım, hala peki partim ne olacak diyorsanız, üzülmeyin, onlar on yıl sonra yine iktidar olur, yetmiş yıldır, bir yetmiş yıl daha böyle bu hikaye,onları bırakın bizim bu ülkenin sizlere ihtiyacı var.. Yolsuzluklar FBI’sı kaldığı yerden devam eder, ama sen ben, karar verirsek bir gün, o zaman keseriz bu kanlı kirli döngünün kadere dönüşmüş yolunu..

İslamcı ağbileriniz liberal ağbileriniz, bakın sizleri nasıl utandırdı, sizleri nasıl hak etmediğiniz yalan tezgahların oyuncakları ve figüranları haline getirdiler, hepsine inandınız, başınızın üstüne koydunuz, sorgulayacak yeriniz kaleminiz yoktu, aldandık, ama ne yapalım diyemeyiz, bir daha kandırılmamak aynı kanlı FBI’lı tezgahlara düşmemek için bedenimize trafo elektriği verilmiş gibi sert sorular soralım..

Önce kaldırılacak büyük bir enkaz var, bu enkazın önce üstümüze düşüp bizi altında ezen en ağır çürümüş betonlarını kaldırmak zorundayız..

Mesela önce Suriye halkından manevi olarak özür dilemeliyiz, sonra ağır bir tazminat yükünün altına girmeye hazırlanmalıyız, mesela karşılığı olmaz ama, yüzbin, ikiyüzbin konut yapmak gibi bir taahhüte kendimizi hazırlayarak işe başlayabiliriz.. Bizler, bir kenardan çaresiz, sizlerin müslümanın müslümanı öldürdüğü bu savaşa nasıl dahil olduğunuzu, canımız yanarak parçalanarak gördük üzüldük ve bütün hayallerimiz boşa gitti.. Yanlışlarımızdan geri dönmek hala mümkün..

“ÖZÜR DİLERİZ PANKARTI”

Sonra ne yapabiliriz?

İkinciyi söylemeden önce bir anı paylaşayım.. Bosna’da Sırplar’ın vahşice öldürdüğü toplu mezarlar bulunup kimlikleri tespit edilip yeniden tabutlara konulup dualarla defnediliyordu, ordaydım. Hepimiz tabutların altına girmiş kazılmış mezar yerlerine taşıyorduk. Yüzlerce tabut, anneler babalar gençler yaşlılar hepimiz ağlıyorduk, çamur tümsekleri üzerinde düşe kalka tabutları sırtlanmış konvoy şeklinde giderken, önümüzü kesen büyük beyaz pankart ve o pankartı tutan onbeş tane sarışın kadın gördük..

Pankartta ‘özür diliyoruz’ yazıyordu, pankartı tutan Sırplı kadınlardı.. Hiç kimse bu Sırp kadınlarla konuşmak istemiyordu.. Hatta içimizden hem öldürdünüz hem de bırakmıyorsunuz ölümüzü gömelim, buraya kadar gelmiş hala slogan atıyor bir matemi bize çok görüyorsunuz diyorduk..

Ancak bu sahne kafamda yer etti, çok sonra şöyle düşünmeye başladım, Boşnaklar’ı kesip öldüren Sırplar’dı, ama bütün Sırplar değil, Sırplar’ın içinde başkaları da vardı, o başkaları, işte o özür dileyen kadınlar..

O beyaz pankarttaki özür dileriz yazısını gördükten ve o kadınların bizlere başka bir şey anlatmak isteyen çırpınışlarına şahit olduktan sonra artık bu soykırımı bütün Sırplar işledi diyemiyorum.

Peki ne diyorum, Sırplar’a komuta eden bir lider kadrosu vardı, onlar işledi diyorum.. Hiçbirinizi ve hiçbirimizi katil Sırplar’a benzetmek istemem Allah yazdıysa bozsun. Burada özür dileyen bu Sırplı kadınları, kocalarının işlediği cinayetlerden özür dilemek için o mezarlığın içine kadar getiren ve bizlere bir şekilde sarılıp yaralarımızı bölüşmek isteyen o çok cesur insani yüzlerini hatırlatmak istedim.

Bu özür dileyen yüz, güzel bir yüzdür, birlikte şehirler içinde bir daha yan yana yaşayabilmek bir daha birbirimizin yüzüne bakabilmek için bu özür dileyen yüz, bir küçük ama çok güzel başlangıçtır..

Yani ikinci olarak, yapacağımız şey, Silivri’ye gidip Hasdal Cezaevi’ne gidip, bir ÖZÜR DİLERİZ pankartı açmaktır..

Ben sizlere bu sütundan başından beri söyledim, bir gün çok mahcup olacaksınız, hatta öyle derin hayal kırıklıkları yaşayacaksınız ki uyuşturucu intihar nihilizm dahi kol gezmeye başlayacak aranızda, diye, ama siz, İslamcı cemaatçi ve liberal ağbilerinizi dinledin, sorgulamadınız..

Bu özür bizlere iki şey kazandırır, bir, biz, sizi içeri hukuksuzca katledip atanlardan değiliz, demiş oluruz, iki, özür dileyerek güzel insanlar, yeniden birlikte beraber yaşayacağımız, birbirimizin yüzüne bakabileceğimiz pırıl pırıl insanlar, oluruz, demektir..

BAŞKA NE YAPABİLİRİZ?

‘Otorite’ kitabının yazarı Sennett’i okurken çok şey öğrendim, bir yerinde Freud’den şöyle bir alıntı yapıyor: ÖZGÜRLÜK İSTİYORSANIZ ZEVKİN SESİSİNİ BİRAZ KISIN..

Şuraya getiriyor lafı, ‘özgürlükleri pahasına zevk peşinde koşanlar’, kim bunlar, bir lider, bir otoritenin sıcacık kucağına sığınanlar.. Lidere özgürlüğünüzü teslim ediyorsunuz, o da size, zevk peşinde koşacak imkanlar sağlıyor..

Yani, kıt kanaatkar olmayı, yoksulluğu, ancak kendimizi idare edebilmeyi, bir lokma bir hırka yaşamayı becerebilirsek, bir lider ve şeyhin köleliliğini müridliğini rededecek gücümüz olur.. Bunları daha da konuşuruz.

Başka ne yapabiliriz, şunları da asla unutmayalım.. Otuz yıldır bir kara propaganda yapılıyor İslamcı ve liberal ağbileriniz tarafından, bu zehirli kükürtlü sülfürik asitli kelimeler beyninizin bir tarafında sıkıştı kaldı.. Hrant’ın o meşhur zehir lafını çok kimse anlayıp çözemedi, sanırım şunu anlatmak istiyordu.. Propagandalar sert acımasız hakaretler bir yerlerimizde kalmış.. Bizler kendimizi istediğimiz kadar sağlıklı aklı başında insanlar olarak görelim, unutmayalım, beynimizin bir yerinde tuhaf saldırganlıklar yuva yapmış, orda zamanını bekliyor..

Şöyle, Hitler’e oy veren milyonlarca insan da Hitler gibi gaddar mıydı, diyorlar, hayır, milyonların nerdeyse yüzde doksandokuzu aklı başında insanlardı, ama, o aklı başında insanların da gelenekten geçmişten propagandadan beyinlerine aldıkları zehirler vardı..

İşte hepimiz kendimizi aklı başında görürüz ama zalimliği çok açık bir lideri desteklemek isteriz, çünkü, o lider, bizim kendimizden de sakladığımız beynimizde saklı o zehri düşmana başkalarına salacak yegane insandır.. Bizim yapamadığımızı yapan, içimizdeki kini nefreti, biz ellerimizi sıcak sudan soğuya sokma zahmetine koymadan bizim adımıza yapandır..

Lider zaten kendine bağımlılığı yıllar yıllar öncesinden o zehri bir şekilde beynimizin bir odasına koyarak kendi efendiliğini bize kabul ettirmiştir.. Bizi ‘efendiye’ körü körüne kul köle eden o zehrin orada duruyor oluşudur.. İşte önce bunu fark edip o zehrin kendisiyle hesaplaşalım, hangi cümlelerle bizi Cumhuriyet, Bayrak düşmanı yaptılar, hangi cümleler bizim siyasi muarızlarımızı bize DÜŞMAN gibi gösterdiler, gibi.. Bizi başkasına bizi ülkemize düşman yapan bu zehrin tarihine girelim.. Bazılarına FBI’yı dahi hoş gördüren, bize düşman hukuksuzca içeri tıkıldıkça ‘oh olsun’ dedirten o zehirdir..

Başka ne yapabiliriz?

Kardeşlerim, cemaatin ya da ideolojik bir partinin içindesiniz, ama o partiye bizden daha yakın değilsiniz, bir şeyi öcü hortlak görmek istemiyorsunuz, o şey’e yakınlaşın.. Biz sizden daha çok cemaat ve ideolojik yapılar’a yakınlaştık, anlamak ve denetlemek için.. Ama siz, orada olduğunuz halde bizim kadar anlamak bizim kadar denetlemek istemediniz.. Bu yüzden bugün bu karanlık şey’den siz bizden daha çok korkuyorsunuz.. Siz de elimizden tutun, ve, o şey’e siz de yakınlaşın, denetleyerek eleştirerek yakınlaşırsanız, o sizin ve ülkemiz için büyük bir korku olmaktan çıkar..

Kardeşlerim, iki gün önce, bir güya liberal ablanız, yazısında, ‘kusura bakmasın ama bu cemaati devlete Tayyip Bey soktuysa o çıkarsın’ diyor.. Bu cümlenin psikolojisi söylediğinden çok fazladır.. Lidere tam bağlanmış ve lidere bugüne kadar hiç itiraz etmemiş bir yandaş sonunda liderinin bir açığını bulup ‘kusura bakmasın, o çıkartsın’ diyor..

Bu cümleyi artık liderden kurtulmanın sırası, deyip söylediği geçmiş ortaklıklarının hesabını vermekten kaçındığı da açıktır, yani sizin partiyle birlikte yemiş ama iş sıkışınca günahı da suçu da size yıkıp kaçıyor..

Ve bu cümleyi kuran insana, daha önce, siz neredeydiniz, niçin o lidere hatalarını yanlışlarını söylemediniz, diyebilmeliyiz..

Ağır yara almış liberali yandaşı bu ve benzer cümleler kurarak postu kurtarabilir, ve çok geçmeden alkışlayacağı başka bir ‘otorite’ bulur kendine..

Kardeşlerim, çok ağır yaralarımız var.. Unutmayın ne siz tek başınıza ne bizler tek başımıza bir şey değiliz, hepimiz yalnızlığı ve yoksulluğu göze alarak, vicdanımızla daha ince ağızlı neşterlerle gerçek bir ameliyata üstelik tek başımıza girişmek zorundayız..

Kitap kuyruklarında gidip alkışladığınız ağbilerinize bakın, size yazıları tenbih edilen ablalarınızın yedikleri paralara bakın…

Kardeşlerim, bu sahtekarlara tam da zamanıdır ölümüne bağlılıktan kurtulabiliriz..

Sizinle daha çok konuşacağız, sizler Anadolu’nun pırıl pırıl tertemiz çocuklarısınız. Bu yolsuzluklar ortaya çıktığında ancak, ağbi ve ablalarınız rezil oldu. Oysa onlar bu rezillikleri daha öncesinden dibine kadar biliyor ve sizlerden saklıyorlardı.. İnsanlar hukuksuzca içeri atıldığında kahkahalar atıyorlardı, öbür yandan, Sağlık Bakanlığı menzilin elinde, hakimler cemaatin, diye mutluluktan geceler boyu uyuyamıyorlardı, yani bütün bu pislikler birgünde olmadı…

Bu sahtekarların yakasına yapışarak işe başlayın, dün bunları söylüyordunuz, bugün ne oldu, deyin, deyin ki, biz de sizlere inanalım, bu topraklar köle yalan kir irin kabul etmiyor, etmeyecek, diyelim..

Kardeşlerim, bu amansız işgal ve saldırılar bizi çok yordu.. Şimdi siz ‘özür dileyin’ siz ‘kıt kanaat yaşayın’ siz ‘hesaplaşın’ siz ‘yürüyün’.. Bu amansız kavga siz de gördünüz istemesek de bizi bir grubun adamı gibi yaptı, istemesek de, en ağır galiz küfürleri saydırıp bizi de kirletti, istemesek de bu sert lafların bir çoğu sizin de üstünüze başınıza sıçradı, ben de, kendi adıma bu sütundan en küçük bir lafım dokunmuş üzmüşse sizi, hepsi için yer gök şahit olsun hepinizden tek tek tane tane ÖZÜR DİLİYORUM…

Sıfırdan başlamak sil baştan sizin elinizde, bakın mesela, şu HES eylemleri, sadece anayasanız değil derelerinize kadar İŞGAL ALTINDA..

ÇOK GEÇ KALMADAN…

Sizi bizi hepimizi ülkemizi kirleten bu çok kirli İDEOLOJİK GÖMLEK’İ çıkartın, hepimiz eleştiren sorgulayan hesap soran bir başka ülkenin çocukları olalım.. Bölüşmeyi, sarılmayı, eşitlik’i daha nicesini daha çok konuşuruz..

Benim tertemiz müslüman kardeşlerim, yoruldum diyorum, şu yazdığım yazıyı bir daha okuyup düzeltecek gücüm dermanım kalmadı diyorum, elimden şu kalemi sizler alın, sizler yazın…

Görmüyor musunuz, on yıl önce sizleri alkışlayan sizleri gazlayan liberal ağbileriniz, bugün çoktan, hiçbir şey olmamış gibi şimdi Cemaat’i Sarıgül’ü CHP’yi gazlıyor…

Geç kalırsanız, bir on yılımız da aynı kirli aynı cemaatli FBI’lı bir kör savaşın içinde hepimiz eriyip gideceğiz..

Kardeşlerim, bir de asıl şu konuya çalışacağız: Bir örnekle başlayayım, 28 Şubat sürecinde askere karşı çok sert yazılar yazdım ağır cezalar aldım, Kanal 7’den Ahmet Hakan, ekrana çıkartacak adam bulamıyoruz, bir programımıza katıl davetinde bulundu. Ahmet Hakan’a, benim kelime dünyamda inşallah maşallah Allah bolca vardır ve sizin kitle beni sizin cemaatten sanabilir, bu yüzden öyle bir kanal ve o tür bir yerde asla konuşmam ve yazmam, dedim, Fransız 5 kanalında yazarlığıma dair bir belgesel teklif edildi ancak içinde Ermeni geçen hikayelerimi de dahil ettiler, aynı şekilde redettim, burada bana teklif edilen bir düzine TV programı ve teklifini de aynı gerekçelerle redettim, çünkü orada olmak onların yanında olmak sizin bağımsız duruşunuzu da bozan bir şeydir, bu tavrımı ölünceye kadar da sürdürmekte kararlıyım. Çünkü hayatım boyunca ideolojik bir yapıya, ideolojik bir yapıdan hayra alamet tek cümle edilebileceğine hiç inanmadım. Yazı yazdığım günden beri altta kalanlar hakkı yenenler yoksul avukatsız geniş kitleler tarafında eleştirel bir tutum takındım. Hiçbir yerden hiçbir yere çıkıp gitmedim. Eleştirel olmayan hiçbir yerde de bir saniye durmadım.. Hiç kimsenin hiçbir partinin davanın adamı olmadım.. Ülke, insanlık, eşitlik kardeşlik gibi insanlığın en temel değerlerini savunmaya çalıştım.. Bu zor hikayeye katlanabilmeye hepiniz hazır olmalısınız diye hatırlatıyorum, para’dan maaş’dan adamı’ndan uzak bir yazar olabilmek kolay değildir. Bağımsız yazarlar için gidilecek ve gelinecek yer’ler yok’tur, biz hep ayrı yer’deyiz.. Bağımsız ve eyvallahsız konuşabilmeyi zaman içinde çok güçlüklerle kendiniz inşa edeceksiniz.. İçinizden geldiği gibi konuşmak için, fikrine inandığınız için değil hak ettiği için hiç sevmediğiniz insanları savunmaktan korkmayacağız yurt’suz yerler inşa etmek zordur, bir yazar için en büyük servet, yurtsuz yersiz gidilecek ve gelinecek çıkılacak ve girilecek bir yer olmadan özgürce konuşabilmeyi başarabilmektir.. Bağımsızlığınızı ülkenizi ve onurunuzu koruyabilmek için önce işe bu yersiz yurtsuz konuşabilmenin uzun cefalı yollarını yavaş yavaş sabırla inşa etmekten geçer, ülkemizin bu feci işgale maruz kalmasının sebebi, bu bağımsız yurtsuz yersiz eleştirel kurumların hiç ama hiç olmadığı acı gerçeğidir, bu yüzden hala yazabildiğim ve konuşabildiğim yerleri ‘kutsal’ kabul ederim, daha çok konuşacağız..

Sizleri hepinizi çok seviyorum, dünya ve bedenlerimiz ne kadar kirletilmiş olursa olsun, mavi tuz gibi parlayan gecenin ayaz’ı güzeldir, SABAH güzeldir, hiçbir gölgenin kimseyi ayırmadığı öğleler güzeldir, ne olur, bu güzellikler gözlerimizden ve ülkemizden kuş gibi uçup gitmesin, son sözüm Aytmatov’dan: KIR ZİNCİRLERİNİ GÜLSARI,

Saygıyla,

Nihat Genç

Odatv.com

islamcılık Irak Mısır Türkiye AKP arşiv