İnsanları kandırmak bu kadar kolay mı

Sadık Usta yazdı...

Geçen haftaki yazımızda Nihat Hatipoğlu’nun Sabah gazetesindeki 20 Aralık tarihli köşe yazısını eleştirmiştik. Hatipoğlu yazısında, “bir kitapta, Hz. Muhammed’in peygamberliğini haber veren Hindu kutsal metinlerinin en ince ayrıntısına kadar ve zorlu bir çabayla deşifre edildiğini” yazmıştı. Üstelik bu kitabın pek yakında İngilizce çıkacağını da duyurmuştu.

Sonra öğreniyoruz ki meğer bu kitap, 1990’lı yıllarda Türkçeye çevrilerek İnsan Yayınları’ndan çıkmış. Hatta başka baskıları da yapılmış.

Ayrıca Yeni Şafak gazetesinin bu kitabı 2005 yılında haberleştirdiğini de öğreniyoruz. Nihat Hatipoğlu ise neredeyse kelimesi kelimesine bu haberin metnini kullanarak bir gazetecilik başarısına imza atmış. Anlayacağınız kitabın çıkışına dair verilen bütün bilgiler uydurma. Kitapla ilgili verilen bilgiler bu kadar uydurma olunca acaba içeriği nasıldır diye kitabın aslını bulduk ve iddialarını tek tek inceledik.

Sonuç: tek kelimeyle içerik açısından da tam bir fecaat.

Bu kadar uydurma ve yorumlara rağmen ve üstelik yıllar önce yayımlanmış ve haber bile olmuş bir kitabın, 25 yıl sonra ısıtılarak yeniden piyasaya sürülmesine de İslami çevreden ne yazık ki herhangi bir tepki gelmedi. İşin garip bir yönü de budur.

Konuyu nereden ele alırsanız alın, kitaptaki bütün iddialar tuttuğunuz yerden dökülüyor.

Şimdi çok basit birkaç soru soralım.

Çok tanrılı dinlerin tartışmalı “kutsal metinleri”, neden Hz. Muhammed’in peygamberliğini haber versin?

Doğaya ve ateşe tapanların dini olan Zerdüşt dininin “kutsal metinleri” neden Hz. Muhammed’in peygamberliğini müjdelesin?

Budistlerin her türden şiddeti yadsıyan kutsal metinleri, neden şiddeti bir araç olarak kullanan Hz. Muhammed’in peygamberliğini vaaz etsin.

Tanrı inancı hiçbir şekilde İslam’ın tanrı inancıyla benzeşmeyen Budist metinler neden Hz. Muhammed’in peygamberliğini duyursun?

ÇEVİRMENİN ENDİŞESİ

Peki, İslamcıların döne döne öne çıkardıkları ve şu ana kadar doğru dürüst bir itirazın da gelmediği bu kitapta ne var? Yazarları A.H. Vidyarthi ve U. Ali olan bu kitap, 1994’te Kemal Karataş tarafından Türkçeye Zerdüşt, Hindu, Budist Doğu Kutsal Metinlerinde Hz. Muhammed adıyla çevrilmiş. Daha ilk sayfalarda bile yazarın ileri sürdüğü tezlerin oldukça çürük temellere dayandığı görülmektedir, çünkü çevirmenin kendisi bile bizzat şunları yazmaktadır: “[Kitabın amacı] Hz. Muhammed’e dair yapılan veya yapıldığı düşünülen referansları bulmaktır.” (s.7) Yani çevirmen bile kaynak gösterilen referansların doğruluğundan şüphelidir veya ikna edici bulmamaktadır. Sonra da şöyle devam etmektedir: “Kitabın içerisinde son Peygamber Hz. Muhammed’e gönderide bulunulduğu söylenen haberlerin ve buna ait kutsal metinlerin dinamik [sürekli değişen] bir ilim dalı olan dinler tarihinde, daha sonradan yapılacak araştırmalarla başka türlü okunmaları mümkün[dür]… Bu arada [yazar tarafından] bazı etimolojik bağlantılara da fazlaca önem verildiği görülebilir…" (s.7-8) Bir sayfa sonra çevirmen şöyle devam etmektedir: “Bu kitaplar [Doğu dinlerinin kutsal metinleri] sayılarına, dillerine ve bildiriliş dönemlerine göre o kadar değişiklikler göstermektedir ki, kesin olan hiçbir şey yoktur.” (s.9) Yani, kelimenin gerçek anlamında çevirmen, kavram ve kelimelerin anlamlarının aşırı zorlandığını, metinlerin her çağda yeniden yazıldıklarını ve bu yüzden de bunlara güvenilemeyeceğini ve dolayısıyla bulunduğu iddia edilen kanıtların da kesin olmadığını, ifade etmektedir.

HANGİ “KUTSAL METİNLER”

Kitabın başlığından da anlaşılacağı gibi yazarlar üç farklı coğrafyada etkin dinlerin kutsal metinlerine başvurmuşlardır. Bunlar, İran’ın kadim dini Zerdüştlük, Hindistan’ın kutsal metinleri Vedalar ve Puranalar en sonunda da Budistlere ait olduğu iddia edilen çeşitli metinler ve öğretilerdir.

Zikredilen kitaplardan ilki, Zerdüştlerin kitabı Desatir’dir ki bu, Vesta veya Zent Avesta’nın bir parçasıdır. Bahsi geçen Zerdüşt dininin Tanrısı ise Ahura Mazda olarak bilinir ve anlamı şöyledir: Ahura= efendi ve önder anlamındadır. “Mazda” ise “bilge” manasında kullanılır. Ahura Mazda, yani “Bilge Önder” (Bunlara ilişkin etraflı bilgi için bkz. W. Hinz, Zarathustra, Kohlhammer Ver., Stuttgart, 1961).

Zerdüşt’ün kitabından mısra ve paragraf alarak bunları yorumlayan yazar, şunları söyleme gereği duyar: “Peygamber Zerdüşt’ün kitabı olduğu kabul edilen Zend-Avesta’da Kur’an, Hz. Muhammed ve sahabesi hakkında pek çok sarih haber vardır. Bu kehanetlerin bir kısmı mitseldir (!) ve literal olarak (yani lafza bağlı kalınarak) alındığında, anlamsız görünecek şekilde beyan edilirler. Fakat biz bunları akli bir tavırla tefsir eder ve tarihi gerçekler ışığında incelersek, onların açıkça sadece Hz. Muhammed’e işaret ettiğini ve de [başka] hiç kimseye atıf yapmadığını anlamış oluruz.” Devamla yazar, “Yshts’ta, kendisinden sonra ortaya çıkmak üzere Zerdüşt’ün bir nesebinin olduğu kayıtlıdır. Bir kadının Kasava Gölü’nde yıkanacağı ve gebe kalacağı söylenmektedir. Kadın söz verilen peygamberi ‘Astvat-Prata’yı ya da Soeoşyant’ı (alemler için rahmet) doğuracaktır; bu kişi Zerdüşti imanını koruyacak, şerri yok edecek, putlara ibadeti ortadan kaldıracak ve insanları Zerdüşt dinine davet edecektir. Bu Kasava Gölü, bazı Zerdüştilerce Sistan’da (Doğu İran] bir yerdir, ki burada Pers kralı Xerxes yıkanırken ortadan kaybolmuştur.” (Zerdüşt, Hindu, Budist Doğu Kutsal Metinlerinde Hz. Muhammed, s.12-13) Yazar devamla, “Bizim yorumumuza göre bu Kasava maddi bir şey değil, fakat Kur’an’ın ‘biz sana Kevseri verdik’ dediği gibi ruhi bir kaynak veya peygamber Muhammed’in ‘kevseridir’. Bu Kevser Kur’an’dan başka bir şey değildir. Bu kevser iledir ki Hz. Muhammed tüm peygamberlerce teyit edilmiş ve aynı zamanda bütün dinlerce beklenen kişi olmuştur.” (s.13)

Bu kehanetler silsilesi kitap boyunca, hem muğlak hem de beyin yakan yorumlarla devam eder. Yazar atıfta bulunduğu metnin istediği yerinde parantez açarak konuyu İslam’la veya Hz. Muhammed’le ilişkilendiren yorumlar yazarak ve en sonunda da Kur’an’dan ayetlere atıfta bulunarak, “gördünüz mü, bu kehanetleri Kur’an da doğrulamaktadır” demektedir. Yani Kur’an, dönüp dolaşıp söz konusu muğlak bile olmayan kehanetleri doğrulatmak için başvurulan ana kaynak olmaktadır. Neresinden bakarsanız bakın kitapta akla ziyan iddialar ve yorumlarla karşılaşmaktayız.

Yazar, Zerdüştlerin kutsal metni olan “Desatir”deki “Hiç kimse ona benzemez” sözünün Hz. Muhammed’i işaret ettiğini, Kur’an’da geçen “Hiç kimse onun gibi değildir” tümcesiyle kanıtlamaktadır. “Destair”de geçen “O, her şeye hayat ve varlık verir” cümlesi, Kur’an’daki şu ifadeyle teyit edilir: “O her şeyi yaratmıştır.” Yani yazar, kanıtlarını doğrulatmak için dönüp dolaşıp Kur’an’daki benzer ayetlere başvurmaktadır. Bu bir bakıma, “o, sizi doğuran kadındır çünkü siz onu anne olarak biliyorsunuz” demeye benziyor.

Yazar ileriki sayfalarda şöyle devam eder: “Zerdüşt’ün Hz. Muhammed’in hak olduğu konusunda nasıl kehanette bulunduğuna gelince; iki dinin öğretileri arasında benzerlik bulan bazı materyalist ve düşüncesiz kimseler, daha sonra vahiy edilen kitabın öncekinden faydalandığını düşünmeye eğilimlidirler. [Yani Zerdüşt dininden sonra vahiy edilen Kuran’ın kadim metinlerden etkilenerek yazıldığını iddia etmek]. Fakat bir peygamber ve halka ışığı veren Tanrı, aynı ışığı ve hakikati diğer bir peygambere de verebilir… Eğer Kur’an onların öğretilerini doğruluyorsa, [demek ki] onlar da peygamberin misyonunun hakikatini bildirmişlerdir.” (s.17/18) Bu kadar basit! Eğer Kur’an’ın ayetleriyle onların ayetleri benzeşiyorsa, o zaman onların yaşça eski kitabı, Hz. Muhammed’in peygamberliğini haber vermiş olmalıdırlar. Muazzam bir akıl yürütme? İnsan şaşkınlık içinde kalmaktadır. Yazar sözüm ona akla ve mantığa başvurmaktadır fakat bunu, akıl ve mantığın kenarından bile geçmeden yapmaktadır. Hatta bir yerde bir hadisten alıntı yaparak Hz. Muhammed ile Zerdüşt’ün amacının aynı olduğunu da kanıtlamaya çalışmaktadır ki burada da apaçık bir tahrifat söz konusudur. Konu Hz. Muhammed’in kendi çabasını “ateş tutuşturan adamın” çabasıyla aynı görmesidir.

Zerdüşt “ateş tutuşturan peygamber” olduğu için Hz. Muhammed de Buhari’nin bir hadisine göre kendisini ona benzetmiş ve şöyle demiştir: “Benim hikayem bir ateşi tutuşturan adamın hikayesi gibidir.” Yazar bunu “Bu sözler gerçekten Zerdüşt’ün büyük kehanetine atıfta bulunmaktadır” diye savunmaktadır. (s.21) Peki gerçek nedir? Buhari’nin hadisi şöyledir: “Benim durumumla halkın durumu, ateş tutuşturan bir adamın durumu gibidir. Ateş etrafına ışık saçınca kelebekler kendilerini ateşe atmaya başlar. O adam ise onları oradan çekip kurtarmaya, onlara engel olmaya çalışır. Fakat onlar, ateşe doğru hücum ederler. Ben de ateşten sizi kurtarmak için eteklerinizden tutanım.” (Sahihi Buhari, c.4, Enbiya, 40).

Zerdüşt, halkı aydınlatmak için ateş yakmakla kalmaz, o ateşin sönmemesi için ateşgâhâ da sahip çıkar. Hadisin konusu ise bambaşkadır. Ne var ki yazar, iddialarını kanıtlamak için hiçbir şeyden çekinmemektedir.

Üstelik yazar, döne döne bu “kutsal kitapların” zaman içinde yozlaştığından, dönemlere göre yeniden yazılarak değişikliğe uğradığından da bahsetmektedir.

Peki başvurulan bu kutsal metin hangi dinin kutsal metnidir? Zerdüşt dininin, yani ateşe tapanların. Zerdüşt dini, evrensel süreci aydınlıkla karanlığın, iyilikle kötülüğün mücadelesi olarak tarif eder. Alemi doğruluk temelinde inşa ede Ahura Mazda, kötülüğe karşı mücadele ederken özerk irade sahibi olan insan da doğruluktan yana tavır alarak Tanrıya yardımcı olacaktır. Her insan bu sayede cennete ulaşacaktır. Kurtarıcı peygamber ise ahiret aşamasında zuhur edecektir. (Bkz. H.S.Nyberg, Rie Religion des Alten İrans, Otto Zeller, Osnabrück, 1966) İslam’la bu öğreti arasındaki benzerlik nedir?

Yazar ilerleyen sayfalarda Zerdüşt’ün doğum yeri olan Doğu İran’daki Sistan’ı, Arabistan’daki Mekke yapar, onun takipçilerini Hz. Muhammed’in sahabelerine dönüştürür; tapınaklardaki yanan ateşi ise Kabe’deki putların kırılması olayına benzetir ve en sonunda “Gerçek olan şudur ki, bu kehanetlerdeki her söz, Hz. Muhammed’in şahsında anlamını bulmaktadır. Farslar için başka bir yok yoktur” diyerek mütalaasını bitirir. (s.25)

Hatta Zerdüşti kitaplardaki peygamberin Hz. İsa olacağını iddia eden Hıristiyan öğretilere de karşı çıkarak Matta’nın İncil’inde bahsedilen işaretlerin (Doğu’dan Bethlehem’e gelerek İsa’ya hediye sunan üç kral) Mecusilerin kehanetiyle benzeşmediğini vurgular. (s.26)

HİNT KEHANETLERİ UYDURMASI

Geçen haftaki yazımızda Hintlilere ait metinlerin (aslında bunlar destandır) neden kutsal metin olarak kabul edilmediğini belirtmiştik. Şimdi kitapta çok daha fena bir örnekle karşı karşıyayız. Söz konusu metin “Bhavishya Purana”dır. Bu metni 19. yüzyılda kaleme alansa ruhani bir lider olan Mahrishi Vyasa’dır (Mistik Üstat). Bu metin, Hint kültürünün ürettiği 18 büyük Purana’dan (Destan) biridir. Yazar bu kitabın vahiy edildiğini ileri sürmektedir, çünkü “Bhavishya” kehanet demektir. Bu eser, her yeni çağda yeniden genişletilerek “bütünleştirilen” klasik Hint metinlerinden biridir. Bu metnin birçok versiyonu bulunduğu için, hangisinin “kadim” metinden kopya olduğu da tam olarak bilinememektedir. Temel alınan ve farklı dillere çevrilen metin ise İngiliz sömürgeciliği zamanında kaleme alınmış bir metindir. Yazarımızın kullandığı metin de söz konusu modern nüshalardan biridir. “Madhyamaparva” adı verilen nüsha, bir tür tarih kitabı gibi sırasıyla Hıristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Bakti Akımı’ndan, Shik mezhebinden bilgiler vermektedir. Yani bu risale, bir tür Taberi’nin Milletler ve Hükümdarlar Tarihi’dir. Buna ilişkin bilgiler ise şu kitaptan edinilebilir: Ludo Rocher, The Puranas, O. Harrassowitz Ver., 1986.

Yazar yer yer şöyle vurgular da yapmaktadır: “çağımız bilim ve aklın başat olduğu bir çağdır ve din adına hiçbir saçmalık böyle bir çağda tasvip edilemez. Din diye anlamsız ve saçma inançlar yüzünden toplumların aydın sınıfı genellikle dine karşı tavır almaktadır” fakat gel gör ki buna rağmen kendisi de aynı tavrı ortaya koymakta ve akla ziyan iddiaları gündeme getirerek Hz. Muhammed’in peygamberliğinin geçmiş kitaplarda ifade edildiğini savunmaktadır. (s.28)

Bazı saçmalıklardan örnekler vermek gerekirse, kitapta zuhur edecek peygamberin “üç yüz iyi kısrağı vardı” sözü, birden bire Bedir Savaşı’nda savaşan 300 sahabe olmaktadır. (s.51)

Yine metinde “Mamah Rişi’ye bahşedilen 10 bin inek” Mekke üzerine yürüyen İslam ordusu olmaktadır. Metindeki “Ey İndra [Hint dinine göre en yüce tanrı], bu inekler güven içinde olsunlar ve onların efendilerine zarar gelmesin. Ve ey İndra, düşman veya hırsız onlara zarar vermesin” ifadelerini yazar, “Vedik Rişi’nin bu duasının Hz. Muhammed ve onun sahabesine atıf yaptığı ne kadar belli!” demektedir. (s.63)

BUDİST METİNLERDEKİ KEHANET

Hıristiyanlar öteden beri Budist metinlerdeki “kehanetin” (Mehdinin) İsa’yı işaret ettiğini ileri sürmektedirler. Nedeni ise her ikisinin de insanlar arası barışa önem vermesidir. Yazar, söz konusu olan Hıristiyan iddiaları olunca mantıklı yöntemlere başvurmaktadır. Örneğin şunları söylemektedir: “Halbuki bu iddiaların aksine Budist kehanet, Haitreyan’ın (Mehdi) yeryüzünde doğmuş olması gerektiğini bildirir” diyerek itiraz etmektedir. (s.99) Neticede Hz. İsa ölmüş ve göğe yükselmiştir. O, yeniden gökten ineceğine göre metin ondan bahsedemez çünkü yeni peygamber yeryüzünde doğacaktır. Fakat yazar bu mantıklı açıklama ve yöntemi Hz. Muhammed’le benzerlik söz konusu olduğunda hiçbir şekilde devreye sokmamaktadır.

Şimdi daha garibi ise bu metnin gerçek olmamasıdır. Yazar, bunları Rus kökenli ünlü bir gizemci kadın olan H.P. Blavatsky’nin esoterik metinlerinden almaktadır. (bkz. Die Geheimlehre von H.P. Blavatsky). Bu metne göre Buda şunları söyler: “Bizim devrimiz mutlu bir devirdir. Üç önder zamanımızda yaşadı. Kakusanda, Konogomana ve son olarak önder Kasapa. Ulu Buda benim. Fakat benden sonra Metteya gelecektir. Bu mutlu çağ devam ederken onun yıllarının sayısı tükenmeden önce bu Buda, ‘Ulu’ denilen Metteya ve bütün insanların önderi gelecek.” Metteya, Hintçe Maitreya, sevgi, iyilik ve dostluk demektir. Ayrıca Buda inancına göre “Gülen Buda” 80 bin yıl sonra yeniden yeryüzünde vücuda gelecektir. Peki, 80 bin yıl ne zamandır?

Yazar içtenlikle şunları da söylemektedir, “buraya kadar sıralamış olduğumuz delillerin bazıları zorlama gibi gelse de, [bunlar] aksi ispat edilinceye kadar önemle üzerinde durulması gereken yorumlardır. Gene de en doğrusunu Allah bilir.” Yani yazar, “ben bunları iddia ettim ama söylediklerimin uydurma olduğunu buyurun siz ispat edin” diyor. Yazar Müslümanları inandırabilmek için bir tür cehalete başvurma safsatasını kullanmaktadır. Yani uydurma bir tezi iddia edenin kendisi değil, ona muhatap olanların çürütmesi istenmektedir. Sonra da kitabını şu cümlelerle bitiriyor: “Muhammed, Buda Maitreya’dır, çünkü o, Tanrının bütün iyi kullarına Mara’nın esaretinden kurtuluşu müjdelemiştir.” (s.167)

Başka söze gerek var mı?

Aslında insanları kandırmak bu kadar kolay olmamalı…

Peki, insanlar bu türden safsata ve temelsiz iddialara neden inanmaktadır?

Bu da bir başka yazının konusudur.

Sadık Usta

Odatv.com

İnsanları kandırmak bu kadar kolay mı - Resim : 1

İnsanları kandırmak bu kadar kolay mı - Resim : 2

sadık usta odatv arşiv