İnat oyları

Biraz genel ama kısa ve öz birkaç şey söyleyeceğim, sevgili yurdum, seni en çok siyasi yorumcuların analizcilerin sözcülerin kandırdılar, liberali...

Biraz genel ama kısa ve öz birkaç şey söyleyeceğim, sevgili yurdum, seni en çok siyasi yorumcuların analizcilerin sözcülerin kandırdılar, liberali demokratı muhafazakarı kalıplaşmış ve yalan yanlış bilgilerle bugüne kadar seni oyaladı. Mesela İdris Küçükömer’in Menderes döneminden hareketle, şu meşhur, Türkiye’de sağ sol, sol sağ olmuştur, lafı gibi. Bu cümle nerdeyse bir aydın ‘mottosu’ haline gelmiştir. Yine sağ seçmen oylarını kutsallaştırmak için ‘demokrat halkımız’, ‘halkımızın feraseti’ gibi, bir ‘derin halk’ bilincinin varlığından söz edilmiştir. Ve akademi ve medya ve anketler işte muhafazakar seçmen için bu ‘kalıplar’ı ön veri kabul ederek baş tacı etmişler ve bugüne kadar yanılmış yanıltmışlardır.

Gerçek şudur, Menderes döneminde ‘siyaset’ sert şekilde kutuplaştı, köy kasaba Anadolu’yu gezerseniz tam anlamıyla bir cepheleşmenin varlığını görürsünüz. Bu kutuplaşma ülkemize ‘içeriksiz bir siyaset’ ‘içeriksiz bir karşıtlık’ armağan etmiştir. Bu bilinçsiz siyaset Menderes’ten sonra altmış yıl sağ hükümetleri iktidara taşımıştır. Sağ iktidarlar istediği kadar hırsızlık yolsuzluk rüşvet batağına batarsa batsın, sağ seçmen için fark etmez, çünkü Türkiye’de sağ seçmenin en büyük karakteristiği ‘inadçılıktır’, bu inatçılığın ülkemize bir kültürü bir türküsü bir sineması bir romanı bir üretim’i bir hayrı olmamıştır.

İnadçılık, uzun konuşmak gerekir, zıddına gitmek, çekişmek, dünya yıkılsa duruşundan vazgeçmemek, ama en önemlisi bilmediği anlamadığı tanımadığı her şeye bilmeden anlamadan tanımadan ‘karşı pozisyon’ almaktır, kemiklerine kadar inadçı, yosun tutup küf bağlasa lime lime çürüse, onca aşikar hırsızlıklarına rağmen ayak direten inadçılık.

Bu siyasi sosyal değil ‘psikolojik’ bir şey ‘modern toplum’la insanımız arasındaki bir tuhaf çatışma çekişme zıdlaşma hali ve tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir. Tiyatronun kökeniyle yani ‘tiplerin’ ve ‘karakterlerin’ ilk ortaya çıkışlarıyla bu tuhaf zıdlaşma ve ‘çatışmayı’ belki biraz anlayabiliriz, ak ile kara gibi, hacivatla karagöz gibi, her köyde her iş yerinde böyle bir şey vardır, oysa ak’la kara gibi köy oyunları ya da Hacivat-Karagöz bu zıdlaşmayı bir estetik yarış’a bir tatlı çekişmeye dönüştürmüştür, bizim ki bir felakete dönüştü.

Biri bir şeyi tutunca karşı taraf ölümüne karşı şeyi tutuyor, kanı hayat ısısı tutmuyor, inad ettiği şeyin iyi güzel faydalı erdemli olması hiç önemli değil, bir ‘münazara’, bunun insana ‘heyecan’ verici moda deyimle ‘adrenalinle’ de çok yakın ilişkisi var, yeni farklı bir şey nedense insanımızın içini oyuyor, bunun modern toplumun değerlerini anlayıp anlamamakla çok yakın ilişkisi var.

Belki en iyi ‘ayna’ teorisiyle anlatabiliriz, hayatınızda hiç ayna görmediğinizi düşünün. Kendinizi nasıl tanırsınız? Ancak bir başkasına bakarak kendinizi tanırsınız. Diyelim ailenizi komşunuzu yani başkalarını görerek. Onların kaşına gözüne giyimine bakarak kendi suratınızın nasıl olduğunu anlamaya çalışırsınız. Ve kimi görseniz, ben bu adama benzemek istemiyorum, diyorsunuz, oysa o insan gibi saçlarınız kulaklarınız var, ama kimi görseniz beğenmiyor red ediyorsunuz, bunun insanı vareden biricik kendi egosuyla (iktidarıyla) derin bir ilişkisi var, başkası olup kendini kaybetmekle ilişkisi var, başkasına benzememek, başkasından ürkmek tırsmak, başkasından kaçmak.

İNSAN YENDİĞİ GALİP GELDİĞİ DÜŞMANINDAN DA BİR ŞEY ÖĞRENİR VE HAYAT BÖYLE ZENGİNLEŞİR

Sağ seçmen, ‘aynası’ olmayan, ‘aynası’ ‘karşı olduğu şey’ olan seçmendir. Modern bir insanın aynası: roman, hikaye, psikoloji okuması, etrafıyla eleştirel bir ilişkiye girmesi, ekip grup çalışmasına katılması ve kendini ya okuduğu sanal kahramanlarla ya da çevresinde ilişkiye girdiği kişi ve kahramanlarla mukayese etmesi. Ülkenin ekonomik zayıflığı sonucu sağcı seçmenin kendini mukayese edeceği etkileneceği çatışacağı bir ‘kültür’ ortamı olamadı, olduysa da büyük bir ‘dirençle’ karşılaştı, şimdi şimdi TV’yi tenzih ederim. Oysa çatışma diyalektik bir süreçtir, insan yendiği galip geldiği düşmanından da bir şey öğrenir ve hayat böyle zenginleşir, sağ seçmenin çatışması ‘kültür’ üzerinden değil beyinleri zonklatan kuru bir cehaletin inadçılığıyla kuruldu.

Karşısındakine bakar ve peşin peşin ben bundan değilim deyip rahatlar, karşısındakinin giyimini konuşmasını alışkanlıklarını hiç tartışmaksızın karşı pozisyon alır, bozuk bulur, cins bulur, nedir bu moda der, yabancı bulur, ne acayip adam der, tuhaf tuhaf şeyler der. Sorumuz burada, bunları neden reddettiğini kendisi de anlayamadığı anlatamadığı için, bu bizim kasabaya yakışmaz, der.

Bu bizim geleneklere ters, bu dinimizce caiz değil, der, çünkü yüzyılımızda yeni bir toplum yeni değerler kurulmuştur, karşısındaki spor’dan müzik’ten sanat’tan doğadan bilimden ve eleştiriden zevk almaya çalışan bir insandır, içinde bu yenilikleri ‘engelleyen’ vahşi bir yalnızlık damarı var. Yani sert ve kabalığı baki kalmış, kabuğunu soyamamıştır. Muhafazakar aydınlara düşen görev, bu vahşi yalnızlıktan halkımızı kurtarmak onları modern dünyanın değerleriyle az buçuk tanıştırmak olmalıydı, olmadı, muhafazakar aydın da tıpkı seçmeni gibi, modern kurumların derinine ruhuna inmedi, tıpkı inadçı seçmeni gibi neyi savunduğunu bilmeyen ‘Murtazalığa bekçiliğe’ soyundu.

Siyaset bilimcilerin şaşırıp karıştırdığı yer burasıdır, bu ‘dinimizce caiz değil’ demesi, dine inandığı için değil, karşı pozisyonunu oturtacak akli bir sebep bulamadığı içindir, yani dinini bir inanç olduğu için değil dinini dahi ‘inadçılığı’ için kalkan olarak kullanır, aynı şey din değil soğan patates sarımsak için de geçerlidir, ‘bizim sarımsak gibisi dünyada yoktur’ der, kendi köyünün sarımsağını dünyayı yenmek ve bütün dünyayı küçümsemek için dahi böbürlenmek için karşı koymak için kullanır, din ve sarımsak fark etmez, o, sadece ‘karşı koymak’ ister.

Bu yüzden sağcı seçmen yolsuzluktan hırsızlıktan rahatsızlık duymaz, sadece, bu yolsuzlukların ayyuka çıkmasıyla karşısındakine karşı ‘inadçılığı’ zarar göreceği için ‘hayıflanır’. Yoksa hırsızların yetim malı yediği için toplum ve insanlık için ‘kahretmez’. Yolsuzluk yapana gerçekte ‘günaha battığı için’ isyan etmez, ettiği de görülmemiştir, yolsuzluk yapana ‘senin yüzünden maçı iddiayı kaybettik’ der.

Muhafazakar dediğimiz insan en azından ‘ailesini’ ve ‘aile değerlerini’ koruyan insandır, aile vahşi doğadır, şefkat adaletin öğrenildiği ilk yer.

O anlamadan karşı durduğu insanlar çocuklarının eğitiminde ‘aktif pozisyon’ alır, nerde nasıl kimle okuyacak araştırır peşine düşer, ancak Anadolu’da devletin sigortasızlığı işsizliği yurtsuzluğuyla, muhafazakar aile çözülmüştür, çocuğunu okula, eti senin kemiği benim diye çaresizce gönderir.

Aileden uzak ‘duygusuz’ cemaatlere dini ideolojilere gönderir. Cemaatler yapıları gereği bu çocukları anne babadan uzaklaştırır yerine şeyhlerini ağbilerini ikame eder. Modern toplumda üniformalılar hemşireler polisler askerler hepsi yatılı okusalar da aileleriyle ilişkilerini sürdürür, ancak cemaatler bu ‘ilişkiyi’ yıkarak çocukları kendi yapıları içinde kolsuz kanatsız bırakır.

Son altı yıldır aslında akıl almaz hukuk gaddarlıklarının altında işte bu ailesinden kopartılıp duygusuzlaştırılmış cemaat üyelerinin insanlıkdışı zalimliklerine muhatap oluyoruz.

Aileden sevgiliden uzak kalan her beden zehir salgılar, bu zehri, hasret, gurbet, özlem, sıla türküleriyle estetize eder kısmen yumuşatırız, bu dünyadışı cemaat bu ‘zehri’ damıtamaz akıtamaz ve birikmiş bu zehri gördünüz işte toplumun üstüne kusar. Bugün coğrafyaların bütün milletlerinin anne baba aileyi yılda bir kez görmek için milli bayramları kutsal gelenekleri vardır. Sırf okuyacaklar diye şeyhine ‘baba’ diyen ‘ağbilerine’ ‘aile’ diyen insanların bedenlerinin nasıl zehir kustuğunu görüp yaşadınız işte. Aileden kopmayı insan biyolojisi kaldırmaz, bilindik bütün suç vakaları yüzde doksan itibariyle aile bağları kopmuş dışlanmış insanlar tarafından işlendiği bilimsel kayıtlar altındadır.

DÜNYA PİYASALARINDA ‘PERAKENDE’ GÜCÜNÜZ YOKSA ÜLKE OLARAK YOKSUNUZ DEMEKTİR

Modern toplum, ‘üretim’dir, üretim için iş ve işbirliği ‘zeka’ ister, bugün ayakta kalmak piyasalara pazarlara açılmak istiyorsanız büyük zekalarınızın ortaya çıkması gerekir, ekip olacaklar, yeni şeyler bulacaklar, üretecek ambalajlayacak pazarlayacaklar. Dünya piyasalarında ‘perakende’ gücünüz yoksa ülke olarak yoksunuz demektir.

Ve modern toplum her şeyi seri ve tek tip üretir ama sadece ‘eğitim’i kişiye özel olmak zorundadır, spor, sanat, müzik okul’a destek olur. Eğitim’i perakende yapmak faciadır, tavuk çiftliği gibi. Dini cemaatler ne iş üretti ne marka ne de müridlerini bir sanayi bandında topladı. Onlar şark kurnazlığı yaptı ve öğrencileri ‘perakende’ mal haline getirdi, devletin sigortasızlığı burssuzluğu ve yurtsuzluğunu fırsat bulup yoksul aile çocuklarını ‘perakende’ eğitimden aynısından yüzbinlerce insanı ‘standart’ kalıplarla ve hepsini kendilerine bağlı robotlar gibi yetiştirdi.

Sanayi toplumda olacak şey değil, bir şark kurnazlığı, iş’i değil ‘eğitim’i perakendeleştirmek ve bu perakende malla dünya istihbarat piyasasında fenomen haline gelmek. Giyimleri bakışları sporsuz müziksiz sanatsız çevresiz milyonlarca genç, hatta televizyon seyretmenin cemaatdışı kitap okumanın yasak olduğu.Modern toplum üstün zekaların işbirliğini ve üretimini ister, bu şark kurnazlığının gideceği yer burasıydı, eşsiz yaylalarına rağmen ot ithal eden ama kendi ülkesini işgal, kendi hukuk, emniyet ve ordusu’na düşman yüzbinlerce perakende mürid.

Söyleyin kendi devletine ve kendi halkına zulmeden kendi aile değerlerini hiç düşünmeyen bu insanlar hangi muhafazakarmış? Çünkü sağcı seçmen’in, çocuğunu, bu dini okullarına göndermesinin tek sebebi, ‘onlar gibi’ olmasın inadı’dır. Yani spor’dan sanat’tan doğa’dan eleştire’den müzik’ten vs. zevk almayan okullara göndermek, mottosu şudur: onlar gibi olmasın. Gönderdiği okullar da işte modern toplumun tehlikelerine karşı kendi çocuklarını akvaryum içinde saklayıp koruyacak.

Bunların iyi kalpli geleneklerin ruhunun bekçiliğini yapmakla hiçbir ilişkisi yoktur, hem doğal ailenin yerine başka aile ikame etmenin hem de insanın arzu ve isteklerine modern toplumda yok ederek korumanın bir yolu yoktur, uzun hikaye.

Mesela bu yüzden sağcı seçmen ‘hanedandan’ rahatsız olmaz, yemiş içmiş villalar yapmış hiç ayıplamaz.

Sağcı seçmen tuttuğu adamların iktidarı kaybetmedikten sonra hangi rezilliği yaparsa yapsın, üstünde durmaz.

Sağcı seçmen başkaları iktidarı alacak korkusu yaşar, başkası, onun için yabancıdır, gavur gibi kafir gibi, bu yüzden sağcı seçmenin korkusu ölümcül boyutlardadır, hırsızlık da yapsa kendi adamlarının önünde ölümüne secde etmesi bundandır.

Sağcı seçmen kendi adamın hangi hukuksuz yolla olursa olsun iktidarda kalmasını ister. Bu iktidar döneminde gördük ki Suriye’de Müslümanı Müslümana kırdıran kendi adamlarından dahi rahatsızlık hiç duymadı. Bu dönemde gördük ki cumhuriyet gitmiş Atatürk’le dalga geçilmiş bayrak yerlerde sürünüyor, dıngılında değil.

Bu yüzden sağcı seçmen ne Menderes’den ne Demirel’den ne Mesut Yılmaz’dan Ne Tansu Çiller’den ne Erbakan’dan ne de Tayyip Erdoğan’dan ‘yolsuzluk’ ve ‘hırsızlıkları’ için asla ‘hesap sarmadı’… Sadece inadına tutup eteklerine yapıştığı adam artık bu kadar açığa çıkmış kepazeliklerle yol alamayacağını anladığı zaman oynadığı at’ını değiştirir.

Kardeşlerim, Türkiye’de ilk defa yetmiş yıldır sağı iktidara taşıyan bu ürpertici seçmen türünden kurtulmanın nihayet önü açılmıştır, bakın nasıl.

Tayyip Erdoğan’ın bir büyük mesleki ‘iktidar sırrı’ vardır, ustalık diyor ya işte budur: O sır şu, iktidara geldiği günden beri kendisine rakip olabilecek herkesi yok etti ya da yanına çekti, Türk sağ’ının bütün eski yeni kalıntılarını bertaraf etti, niçin, sağ seçmenin ahlaki ve sosyal değerler üzerinden değil ‘inadçılık’ üzerinden oy verdiğini bildiği için.

Tayyip başka neyi biliyor, bu ‘inadçı’ seçmen ne olursa olsun kendinden vazgeçmez, yüzde elliydi kırka iner, otuz’a iner ama kendini bırakmaz, iktidarının ‘gizemli bilgisi’ budur.

Tayyip’i devirmeye çalışanların öğreneceği şeyler burada başlıyor, bu ‘inadçı’ seçmen kitlesiyle sol’un baş etmesi alt etmesi mümkün değildir. Tıpkı Tayyip’in on bir yıldır yaptığı gibi, CHP’de tıpkı Tayyip Erdoğan’ın yöntemini benimsemeli.

Şöyle, karşımızda Allah’ın bir lütfu iki İslamcı hareket birbirini yiyor, amansız ve tarihlerde görülmemiş bir savaş.

Anadolu’da bir laf vardır, kavga eden iki kardeşin arasına girmeyin, kötü siz olursunuz. Üstelik savaşan taraflardan biri ‘kıyametçi’, yani kıyamet çıksın diye bekleyen mehdici, bırakalım kıyametlerini koparsınlar ve ortada üstünde konuşacakları kimsecikleri kalmasın.

CHP çok yanlış bir pozisyon alıyor ve savaşan taraflardan birine cemaate doğru Doğan medyası ve Koç’la yanyana açıkça gizli bir ortaklık içine giriyor.

CHP gerçekten seksen yıldır neden iktidar olamadığının acısını çekiyor ise, bu pozisyon onun için hiç doğru bir hareket değildir.

CHP, bu iki İslami hareketin birbirlerini son fertlerine yiyinceye kadar araya girmemeli ve her ikisine de karşı mesafesini ‘adaletle eşitçe’ tutmalı. Ellerinde tutunacak sağcı lider kalmayana kadar. Ve daha önemlisi bu muazzam ve sert savaşta bugüne kadar siyasette kullandıkları ‘dini’ kavramların hepsi dibine kadar çürüyüp tarihten silininceye kadar.

Seksen yıldır dindarlar muhafazakarlar ahlaksızca yiyor, bu dinimize aykırıdır diyen bir tane adamları çıkmadı. CHP şöyle düşünmeli, bu savaşta hem bu çürümüş dini literatür hem de kişi olarak birbirlerini ölümüne mahvediyorlar, bundan güzel ne olabilir, çünkü bu trajedi sanayi toplumunun bize hediyesidir, sanayi toplumu bize, üretim ve iş’de yoksan, üretim ve iş yerine enerjini ideolojik yapılarla harcarsan, geleceğin yer bu dipsiz felakettir, diyor.

Bırakın sahne dekor tam anlamıyla çöksün. Sahne ve dekor tam anlamıyla siyasete dini sokanların bu üçkağıtçı din bezirganlarının ve onları fişfişleyen liberallerin başına düşsün.

Sevgili yurdum, seksen yıldır kurtulamadığın makus talihi yenmek istiyorsan, yalvarıyorum, aralarına girme. Fıkıh, şeriat, mürid, şeyh, ayetler, hadisler, yatak odaları, gizli dinlemeler, ajanlıklar, istihbaratlar, FBI’lar, İsrailleriyle, saça yapışan sakız gibi çözülmez bir daha ayağa kalkamaz hale gelsinler.

Sevgili yurdum, bu yolsuzluklar 1960’da da vardı 70’de de vardı 80’de de vardı 90’da da vardı ve sağcı seçmen inadçı pozisyonunu hiç değiştirmedi, sevgili yurdum, 70’de de gençlerimiz öldürüldü, 80’de de öldürüldü, 90’da da öldürüldü ve birkaç ay önce sokak arasında sopalarla öldürüldü, bu sağcı seçmen gıkını çıkartmadı, kendi adamına bir küçük laf etmedi.

Oysa bir an için genelkurmay başkanını terörist diye CHP’nin içeri attığını düşünün, sağcılar Türkiye’de bir tane CHP binasını ayakta bırakır mıydı, bu yolsuzlukları CHP’nin yaptığını düşünün Türkiye’de bir tane CHP tabelası kalır mıydı?

Bu şartlanmış önyargılı içeriksiz seçmeni ‘değiştirmenin’ ve onları tartışan eleştiren sorgulayan sorumlu bir demokrat kültürün içine sokabilmemiz için mutlaka bir büyük ‘trajedi’ yaşamaları şart idi, overlokçu kapımıza kadar geldi, işte büyük bir deprem başlarına çöküyor, bırakın beddualarıyla ayakkabı kutularıyla kendi mahremlerini dinlemeleriyle altında kalsınlar.

Onlarca yıldır sokaklarda mahkemelerde orda kimse yok mu hep biz dedik, millet nerde devlet nerde, hep biz bağırdık, bırakalım, rezil rüsvaylık bataklığında boğulurken biraz da onlar nihayet ‘kimse yok mu?’ diye bağırsın.

SESİNİ ÇIKARMA

Türkiye’de hukuk ele geçirilmiş ses yok, emniyet asker ele geçirilmiş ses yok, çocuklarımız öldürülüyor ses yok, solcu yerli yazarlar içerde ses yok ve Genelkurmay başkanı dahi terörist diye içerde ses yok.

Sevgili yurdum, cumhuriyet’in nasıl kurulduğunu hatırla, Osmanlı’nın çürüyüşü bir yüz yıl sürdü ve uzadı ve birinci cihan harbinde Osmanlı yani İslam orduları topyekün yenildi, silah teslim etti ve terhis edildi, ondan sonra, unutma hali takati mecali tek askeri kalmadıktan sonra başladı cumhuriyet’e giden kurtuluş savaşı.

O halde sevgili yurdum, SESİNİ ÇIKARMA, aralarına girme, taraf olma, Koç’una Aydın Doğan’ına cemaatin uluslar arası sinsi ellerine asla güvenme.

Unutma, Demirel’i kırk yıl onca yolsuzluğa rağmen baş üstünde taşıdı, Özal’ı on yıllarca taşıdı ve arkasında tek kırıntı kalıncaya kadar ölümüne destekledi. Türk medyasının başındaki üç yüz soytarı külahı liberal pezevenk, bu sağ seçmeni kutsayıp onların Abant Toplantıları’yla aynı yatağa girdi ve sağ seçmen üzerine, aslında onlar solcu’dur, aslında onlar ‘demokrat’tır gibi artık ayyuka çıkmış yalanlarla milleti oyaladılar ve hepsi beraber el ele kirli projelerle Türkiye’nin bayrağına yazarına askerine haince kastettiler.

Şimdi CHP sağ’a açılacağım politikasıyla hiç tanımadığı sporsuz sanatsız müziksiz duygusuz ve eleştirisiz insanlarla yola çıkıyor ve el altından temaslarla cemaate doğru meylediyor. Bu partinin adı ‘Halk’, bu partiden hiç değilse onları seksen yıldır sağ’ı iktidara taşıyan bu seçmen türünü bir nebze tanımalarını beklerdik.

Bir güzel hoca fıkrasıyla bitireyim, meclis kürsüsünde cemaatin ele geçirdiği ses kayıtlarını teşhir eden CHP’ye ders olsun.

Hoca mahkemenin kapısına eşeğini bağlamış, içerde de bir yalancı şahit davası görülüyormuş. Kadı cezayı kesmiş, yalancı şahidi kasaba sokaklarında gezdirip teşhir edecekmiş. Kapıya gelip hoca’dan eşeğini ödünç istemiş, hoca da vermiş.

Gel zaman başka bir vesileyle hoca yine mahkeme kapısında, tesadüfe bakın ki yine bir yalancı şahit davası görülüyor, kadı yine yalancı şahidi eşeğe bindirip sokak sokak teşhir cezası vermiş. Yine hocaya gelmiş, yine eşeğini ödünç istemiş.

Hoca, kadıya: ‘şu yalancı şahitlerine söyle, yalan söylemeden önce yanlarında ihtiyaten bir eşek bulundursunlar.’

Bu fıkranın başka versiyonunda, kadı yine ısrar eder, hoca, bu sözlerin peşinden: ‘yahu yalancı hırsız gezdirmekten eşek de utanıyor’ der.

Sevgili yurdum, bizler kimsenin ihtiyat eşeği değiliz.

Yalancı hırsız gezdirip teşhir etmekten CHP utanmıyor ama biz çok yorulduk.

Nihat Genç

Odatv.com

menderes sağ demokrat liberal inat CHP OY menderes dönemi AKP modern toplum arşiv