İlk siyasi davam ilk örgüt kuruluşu (hikaye)

Kırkyıldır hiç yapmadığım işler geldi aklıma, arkadaşların evine 45’lik plak dinlemeye giderdik, plak’ın başında hep şu Avrupa Yakası’ndaki Zerrin...

Kırkyıldır hiç yapmadığım işler geldi aklıma, arkadaşların evine 45’lik plak dinlemeye giderdik, plak’ın başında hep şu Avrupa Yakası’ndaki Zerrin gibi bir bilmiş kız otururdu.. Bayram öncesi annem kolonya şişesi doldurmaya yollardı, peşinden akide şekeri lokum badem şekeri almaya.. Elbise için dükkan dükkan kumaş bakmaya giderdik. Düğmesi ibrişimi için tuhafiyeciye.. Asıldığım kızları görmek için sabırsızlıkla lisenin dağılma saatini beklerdik, kolkola altılı yarışır gibi çıkarlardı okuldan, at yarışında burun farkı çıkartmaya çalışırdım benimkisini.. Ağbim başka kıza aşık olunca annem beni koluna takıp işi bozması için cinci hocaya koştuk sonra falcı kadına gittik. Yeşil gözlü kızların çok abartılı takıntılı bir efsanesi vardı, çiyan deyip bozardık.. Ev dışında koltukta hiç oturmadım. Kıymalı taze fasulye kıymalı bezelye dünyanın en doyumsuz yemekleriydi. Deri çeket desenli bir kazağım olsun diye canım çıkardı. Hiçbir nedeni yokken ağaçlara tırmanırdık. Sebepsiz yere duvarları çizerdik. Bir yerimiz incinse çıkıkçıya koşardık. Sınıfta kafası çalışmayan çocukları annesi kolundan tutup hocaya okuma üflemeye götürür boynuna muskalar asılırdı.. Kuyular olurdu evlerin önünde, hayal meyal hatırlıyorum, kadınların yüzükleri bilezikleri düşerdi, çok uzun sopalı körler gelir, kuyunun dibinde hafifçe gezdirirken sopasının ucunu, mutlu bir Budha gibi göklere bakardı.. Mezarlıkta bayram günleri tabelacı çırağı olarak boya kutusunu taşır, ‘ruhlara fatihe yazılır’ diye müşteri arardım. Mahalle camisinden her gün kana kana su içerdik. Haftada bir gün şamatayla hamama giderdik. Kızlar yürürken arkaya bakarsa aranıyor bu lan diye peşlerine takılırdık, arada bir göz göze gelince aklımız oynardı. Beyaz eşyacı dükkanların vitrininde kapalı devre yayın yapan televizyon olurdu, on dakika kalabalık seyrelsin diye bekler, ekranda kendimizi görüp aha aha diye sevindirik olurduk. Maç günleri kuyruğa ağbi beni de götür diye kaynak yapardık.. Diş çektirmek için evinin bir odasını dişçi dükkanı yapmış çok yaşlı Eınsteın’e benzeyen dişçilere giderdik.. Araba lastiği şambiyeli şişirir denizde dalga dalga yüzerdik. Yakası işlemeli yün fanile dokuyan evlerdeki teyzelere giderdik. Triko kazak dokuttururduk, boğazları iki günde bollaşır.. Jöle yerine iki damla zeytinyağı ve bir damla limon avucumuza sıkar saçımızı dümdüz tarar düğünlere giderdik.. Elbisede güve yeniği olursa örgücüye giderdik. Gazeteler kupon dağıtır hergün düzenli kesip toplardık. Sahilde topluca sanat müziği şarkıları söyler sözlerini tekrar tekrar öğrenmeye heves ederdik.. Hürriyet Evinizde kampanyasıyla bir ünlü evleri geziyor Hürriyet Gazetesi görürse ödül veriyordu, arkadaşımızın evine Ayhan Işık geldi, Hürriyet’i bulamadılar, Ayhan Işık gitti, oturduğu minderin altından çıktı, mahalleli toplanıp o minderi görmeye giderdik.. En çok delisi Milli Nizam Partisi’nin vardı, partinin önünde masanın üstüne çıkarlar içinde kainat Allah Jüpiter geçen nutuklar verirdi, dinlemeye gider, tantanayla Varol nurol diye alkışlardık.. Bir otobüs dolusu çocuk otobüse biner okul gezisine çayırlara çıkardık. Sabahçıyız, daha ilk teneffüste kantin önünde gözümüzün içine baka baka gazoz simit yiyen çocukları bir gün bir güzel dövmenin planlarını yapardık. Sıkıldım diye bir cümle hiç duymadım. Zaman boşa gitti diye bir hayıflanmaya hiç rastlamadım.. Postaneye tebrik kartı atmaya giderdik. Işıklı radyoda istasyon arardık. Terziye takım elbise ısmarlar, üç ayrı provaya giderdik. Mahalleli arkadaşlarla topluca yazlık sinemaya giderdik. Babam yine meydan ortasında maraza çıkartacak diye çok utanırdım, yine manava kızıp arabayla manavın içine girmiş, polisler gelmiş arabayı polislerin üstüne sürmüş.. Yabancı bandıralı gemilere (bizde hiç yoktu) kuşe kağıt dergi posterler almaya gider hiç tanımadığımız yabancıları sırf parlak kağıtta diye duvarımıza asardık.. Sakalar vardı su taşıyan, sakanın kovalarını doldururduk. Okulda teksir makinesi vardı baştan aşağı mürekkebe bulaşırdık çok büyük iş yapmış havasıyla okul içinde bir tafrayla gezerdik. Evin önüne park eden arabamıza takozu hep ben koyardım. Pazar sabahları evde içini annemiz hazırlayıp pide yaptırmak için fırında kuyruk olurduk. Okulu kırar sinemaya kaçardık, sinema önünde paramız çıkışmaz ise ya arkadaşlıklar orada küs olur ebediyyen bozulur ya paramızı denk edersek oracıkta sonsuza kadar ölümüne kan kardeş olurduk. Yeni film yoksa sinemalarda alakasız bakırcılar çarşısı gibi yerlerde turlardık.. Bir mahalleli topluca sahile iner teneke üstünde midye kızartırdık. Bazen mahalleliyle topluca hamsi ayıklayan teyzeleri seyreder zeytinyağ tenekelerini ev içine taşır işe yarardık..Denize en uzağa açılma yarışı yapardık, Trabzon’a sırtını veren Boztepe’yi görünceye kadar iki üç saat ufuklarda yapayalnız sessizce kalır deniz ortasında anlamsız şarkılar söylerdik... Fırtınalı havalarda dalgaların sürüklediği kütükleri toplamaya giderdik. Çok rüzgar olduğunda pencereler zangırdar korkar arka komşulara yatıya giderdik. Bazen yunuslar hamsileri kovalar arı sürüsü gibi sahile sürükler, sepetlerle sevinçten çığlık ata ata toplamaya giderdik. Kız sokağa çıkmamışsa küçük kardeşine pusula yazar gönderirdik. Hacı evine hoşaf pilav yemeye giderdik. Ağlarımızı hazırlayıp çisili sonbahar geceleri bıldırcın avına giderdik. Plastik toplar vardı çok hafifti bir yırtık topu üstüne geçirir, günde üç kez kıran kırana mahalle maçı yapardık. Savaş yapar gibi çelik çomak oynardık. Bazı kandil geceleri ceviz oynardık, palavracı avcılardan hikayeler dinlerdik. Taşla kaysı çekirdeği kırardık. Ters çevrilmiş leğeni uzun bir ipe bağlı çubuğa tutturur çok kolay sığırcık karatavuk avlardık. Oracıkta yolup cızbız çıtır çıtır incecik kemiklerini sıyırırdık. Peyniri zeytini yüz yüzelli gram gibi gram hesabı küçük külahlarla alırdık. Geceleri toplanır fırında pide yaptırırdık, karnımız doyunca sahile moloz mevkiine mandaline karpuz çalmaya giderdik. Hiç nedeni yokken dalgalara taş atardık. Tabelacı boyacılara elimize fanilerimizi alıp püskürtme boya forma yaptırırdık. Mahalle bekçisi yanımıza gelince şamatayı keser edebimizle büyük herifler gibi susup konuşmazdık. Hiç sebep yokken gülerdik. Kalaycıları seyreder ağır hayat dersleri çıkartırdık, canbaz seyreder korkardık, deli seyreder sonra kaçardık. Topluca antrenman seyretmeye gidip bir hıyar turşusunu üç arkadaş üç dilimde yerdik. Maçlarda haşlanmış mısır, su, sinema önlerinde sakız satardık.. Topluca fındık toplamaya gider okul harçlığı çıkartırdık. Her mevsim tül arkasından bir kıza aşık olurduk. Arkadaşlardan biri babasının arabasını çalar dibine kadar kornaya basıp gezerdik. Tabaklı uçurtma çıtası yaptırmak için marangoza giderdik, sağlam bir uçurtma teli için canımızı verirdik. Okuldan kız arkadaşların hatıra defterine resimlerimizi verirdik törenle tutkalla sayfasına yapıştırırlardı. Üstüne süslü kısa yazılar yazardık. Dünyanın en tarifsiz gizli sevinci bir kızla gizlice sinemaya gitmenin hayalini kurardık. Kot pantolanları ağırtmak için sünger taşı, sararsın diye saçımıza oksijen sürerdik, gömleklerin boyunu kısaltır, yakaları dik dursun diye ayna karşısında oflanır dururduk. Hiçbir yere lazım değilken sadece hatıra olsun diye fotoğrafçı stüdyosuna giderdik. Okula giderken bekçi şapkası gibi şapkamız vardı, katlanmış mendilimiz vardı.. Arkadaş isimlerini kesip sonuna ‘o’ eklerdik, kısaltılmayacak kadar uzunsa düz ‘toto’ derdik. Çolaklar öküz gibi güçlüydü onlarla şakadan olsa bilek güreşi yapmazdık.. Pazar öğleden sonraları spor-totocunun önüne gider maç sonuçlarını beklerdik. Ramazan geceleri tombala oynatan kahvelere giderdik.. Sabah erken uyandırılıp araba lastiğine sayıyla pomba vururduk. Sadece limonata içmek için pastaneye giderdik. Lodos sonrası sahilde bakır para aramaya giderdik. Kaset çektirmek piyasası vardı, boş kasetle gider moda şarkılar doldururduk. Liman’a balık tutmaya giderdik, bulaşmış misinayı açmak için kaygan yosunlu kayaların üstünde saatlerimizi harcardık. Şehre yakın Hacıbeşir deresi vardı gece elimizde fener, ışığıyla balık tutardık. Bazen aramızda para toplar pahalı bir iki kiloluk Mersin balığı alır üçbeş kilo domates soğanı büyük bir kara fırın tepsisine doğrar fırına atar otuz kişi birden yumulurduk, tıkınırken boğulurduk. Gezme diye bir şey vardı, hadi Boztepe’ye gidelim der, şehri tavaf ederdik, sonunda kendimizi sinema önlerinde teksas tommiks okurken bulurduk. Sabah arkadaşın evin önüne gider oğlum hadi çıksana, diye bağırırdık. Cız (üçgen) çizer misket oynardık, önceleri karamele sarılan üzerinde padişah resmi kağıtlarla sonra çikletten çıkan artist kartlarıyla ütme ütülme deste deste kumar oynardık. Defterinin arasına koyunca çok mutlu oluyorlar diye küçük çikolata gümüşlerini saklar kızlara verirdik. Harçlık almak için durağa gider saatlerce babamın seferden dönmesini beklerdim. Bazen ders çalıştırması için yanımda annem mahalleden bir ablanın evine giderdik. Evimize kadar gelmiş mahalleden ablaları kapılarına kadar götürürdük. Sıcak yaz günleri kayalıklarda kertenkele avına çıkar kuyruklarını taşla keserdik. En mutlu günümüzde börekçiye giderdik. Dönüşte kalın duvarlı bahçelerden hurma çalardık. Her yaz bir hafta köye tatile çıkardık, ütülü pantolon boyalı iskarpinle köy yolunda köylü kızlar bize güler çamurdan rezil olurduk. Hiç konuşmayan içine kapanık arkadaş olursa ‘kompleksli’ derdik. Parkta kitap okuyan birini görürsek ‘komünist’ derdik. Nedense mahallenin en mutlu ağbisi intihar ederdi..19 Mayıs bayramında ‘bacak’ seyretmeye gidelim derdik. 10 Kasım’lara çiçek çalıp götürürdük. Sıkışınca duvara işerdik. Annem don lastiği almam için pazara gönderirdi. Delisi olan sokaklardan geçmeye korkardık. Sokağın ortasında fare leşini kimse kaldırmazdı. Kız görmek için yolda camlara bakmak bir alışkanlıktı.. Hiçbir kötü şey yapmadığım zaman bile anneme ağız alışkanlığı yalvarırdım ‘babama sakın söyleme’ diye.. Sonunda Orhan Gencebay icad oldu, bıkkınlık bunalım moda oldu, o sokaklar bozuldu, akşamları kötü şaraplar alıp gizli gizli ağlamaya başladık. Sonra şehre Yılmaz Güney filmleri geldi, hayatımızda ilk defa birbirimizle tartışmaya başladık.. Sonra telefon sıramız geldi evimize telefon geldi. Tel dolap gitti yerine buzdolabı geldi. Annem çok heves yaptı evimize kadife perdeler geldi. Süpürge makinemiz oldu. Saç kurutma makinemizi alıp vermeyi unutan komşularla aramıza küslük girdi. Filmlerdeki gibi geniş omuzlu hafif tıknaz çantalı çok zengin bir beyfendi yanımızdaki eski konağı yıktırıp yerine apartman yaptı. İlk işi akşamları mızıka çalıyor diye bir arkadaşımızı tekme tokat dövmek oldu. Evin önünde çok gürültü çıkarıyorsunuz diye bizi kovaladı. Ertesi gün duvar dibinde oturmayın diye bizi dövdü. Olay mahalline karakol polisi geldi. Vali yardımcısına mülküme zarar veriyorlar diye şikayete gitti.. Gece gizlice arabasının kelebek aynasını kırdık lastiğini Maraş satırıyla yardık. Adam yanında emniyet amiri bir araba polisle kapımıza dayandı, tek tek hepimiz ifade vermeye.. Karakola giderken annemiz korkudan benim oğlum yapmaz diye çığlıklar atmaya başladı.. Herkes başımıza toplaştı...Adam karakola kucağında kocaman bir paketle geldi ambalajı sarı kağıdını yırttı, sarıdan nefret ettim, amirim söz vermiştim bakın, deyip, kocaman bir Atatürk tablosu hediye etti, Atatürk’ten oracıkta kuşkulandım.. Adam konuşmaya başladı, durmaksızın mülküm diyor, haklarım diyor, özgürlüğüm diyor, huzurum diyor. İçimde ebedi bir kavga çıktı. Mülkü özgürlüğü hakları huzuru hiç sevmedim. Oracıkta iman ettim bunlar parası itibari dayısı olanların ağzıydı.. Sonra adam gümüş tabakadan sigarasını çıkarttı, parlak, taşlı çakmağıyla yaktı.. Apartmanı kadar değilse bile o güne kadar bu kadar büyük bu kadar süslü çakmak görmemiştim.. Beş-altı arkadaş kibrit gibi nezarethaneye dizildik. Alttan yukarı bakışlarımızdan ısın ısın karpit kokusu.. Uzun süre karakol amiriyle spor sohbeti yaptılar.. Komiser, affet gitsin kerataları dedi.. Adam, olmaz, dedi. Hayatımda ilk defa duyuyordum, bu mahalle yenileniyor, burası modern dünya olacak, olmaz dedi, çağdaş dünyada olmaz dedi, gelişmiş ülkede hiç olmaz, dedi. Modern çağdaş gelişmiş ne demek anlamadım ama iğrendim.. Komiserle pazarlığa girdi ‘bu komünistler bir gece burada kalsın akıllansınlar’ dedi. Komünist lafından ödüm koptu. Aklıma idam geldi. Hem de içimde derin bir yerden gariptir ferahlama hissettim. Büyük bir şey olmuşum. Komiser alttan almaya çalışıyors ‘çok radikalsin’ dedi.. Radikal lafı iyice ürküttü beni. Ulan ne oluyor burada, nedir ‘radikal’, yanımdaki arkadaşlarıma baktım, ‘radikal’i duyan tanıyan var mı, yok. Bir de üstüne ‘tarih’ derse hepten üşüteceğim.. Yanımda örgüt(!) arkadaşım, altını ıslatmış, lastik ayakkabısı ucuyla çişiyle resim yapıyor.. Babama haber uçurmuşlar, senin oğlanı komünist diye karakola çekmişler diye.. Dışarda ciyak cilalı fren, sesinden geldiğini anladım. Babam yetmiş yaşında. Tekme tokat kasırga gibi kapıyı patlatıp küfürler savurarak girdi karakola.. Daha merhaba demeden tek laf etmeden, karakol içinde adama tekme tokat girişti, yakasına yapışıp yere yatırdı ‘on yaşındaki çocuktan ne komünisti lan’, bir güzel patakladı.. Komiser polisler babamın kollarına kıskıvrak yapıştılar, ‘dayı bir şikayet var, sakin ol’.. Babam, komsere ‘bir sigara ver’ dedi. Sigarasını yaktı.. Hırpalanmış neye uğramış adama doğru, ‘ulan föterini .iktiğimin pezevengi benim adımı duymadın mı?.. Komiser, ‘dayı, şehre yeni geldi, şu yeni apartmanların sahibi…’. ‘Bu şapkasını .iktiğimin adamını çıkartın buradan gözüm görmesin’ diye komsere bağırdı.. Polisler adamı apar topar karakoldan dışarı çıkarttı.. Kibrit kutusundan çıktık, başımız yerde, şimdi babam hepimizi dövecek diye korkudan ölüyoruz.. Babam ‘g.tüme’ bir tekme attı, ‘gidin .lan bu memleketten gidin kurtarın kendinizi…’.. Karakol önünde altı dava arkadaşımın(!) altısının da anneleri babaları kardeşleri bir mahalle dolusu kalabalık curcunayla karşıladı bizi.. Annem saçını başını yolar gibi korkulu gözlerle ne oldu oğlum içerde, ne dediler, hapise mi atacaklar, dedi.. Herkes ağzımızın içine bakıyor, anne, adam modern dedi çağdaş dedi, yanımda örgüt arkadaşım(!) tamamladı, radikal, dedi.. Annem başına bir felaket gelmiş gibi çığlık atarak, ‘radikal ne oğlum..’. Cümbür cemaat evin yolunu tuttuk, dava arkadaşımın(!) bilmiş ablası annemin koluna girmiş annemi teskin ediyor, teyze radikal sosyoloji demek. Annem, sosyoloji ne, bizim oğlan neyin içine düştü.. Eve girip kapıyı üstüme kapayınca kızgın bir boğa gibi üstüme saldırdı, bir daha o arkadaşlarınla görüşmeyeceksin, bir daha yok, görürsem öldürürüm seni. Annemi hiç ateş fışkıran bu ejderha gözlerle görmemiştim.. En yakın arkadaşlarımla artık gizlice tenhalarda karanlıkta buluşmaya başladık. Top oynamak sahile inmek midye toplamak artık kesmiyor bizi.. Şehrin başka bir katmanına çıktık.. Mimlenmişiz. Herkes bizi konuşuyor artık etrafa kara kara bakıyoruz. Amcalar teyzeler herkes büyük adamlar gibi geçmiş olsuna geliyor, bir kuşkulu göz ucunu ihmal eden de yok.. Allah’tan o günlerde Nagehan Alçılar Nazlı Ilıcaklar yok.. Eee nasıl oldu evlat bir anlat şunu baştan, hep olay’ı konuşuyoruz, defalarca anlatıyoruz, ‘radikal’ kelimesi hayatımıza infilak ede ede girdi, ‘radikal’i otomatiğe bağladık her cümlede tekrar ediyoruz.. Kim sorsa başımıza ne geldiğini, içinde adamın ağzından dökülen çağdaş, modern, mülküm, haklarım kelimelerini vurgulayarak söylüyoruz, anlasınlar bizi, suçlu biz değiliz diye, arıza bu kelimelerde, anlasın komşular artık bizim günahımız yok. Küçücük mutfak içine bir komşu kadın doluşmuş hepsine ağlayarak yalvararak bağırıyorum, benim modernle çağdaşla mülkle hakla ne işim olabilir, anlayın beni.. Çağdaş, hak, mülküm, radikal yavaş yavaş çaktırmadan bir mahalleyi şehri yarasalar gibi hayaletler gibi dört döndü, garagura gibi üstümüze çıktı, kımıldıyamıyoruz, nerde görülsek radikal diyorlar vampir gibi kanımızı emiyor, altında ezilmiş boğulmuşuz.. Hırsız dese katil dese, hırsız katil değilim diyecek kurtulacağız, ama bu radikal modern çağdaş, allahım ne belaya düştük. Korkuyorum annem şimdi hacılar hocalara koşar bu çağdaşa moderne bir muska yazdırır boynuma astırır. Radikal diye sulara üfler geceleri içirir.. Üniversiteden bir ağbi geldi arkadaşı gibi konuştu bizimle, radikal nedir sorduk, büyük büyük konuştuk.. Ağbi bize, ayrılmadan, sizin görüşünüz ne, dedi, donakaldık, şaşırdık, hiç birimiz cevap veremedik.. Akşam yine gizlice buluştuk. Birbirimize ‘oğlum bizim görüşümüz ne?’ diye sorduk.. Nezarette altını ıslatan örgüt arkadaşım(!), beklemediğim bir mantıkla ‘oğlum, dedi, görüşümüzü bilmek iş mi be, komiserle apartmanın sahibi hangi partiye oy veriyorsa, biz onlardan değiliz…’..

Deyince, ikinci örgüt arkadaşım bu amansız mantığa hemen teslim oldu, ‘ben de böyle düşünüyorum’ dedi, üçüncü, dördüncü, beşinci arkadaşlar tekrarladı: ‘ben de öyle düşünüyorum..’ deyip rahatladılar, off nihayet kurtuluyoruz galiba bu ağırlıktan…

Sıra bana geldi, bu mantıktan çok kıllandım ama bir cevabım da olmalı, örgüt reisi havasıyla, ee ne de olsa, postayı koyup bizi kurtaran da babam olur, kararlı vurgulu ve kendinden çok emin son noktayı koydum:

‘Bakın arkadaşlar görüş mörüş geçin bunları, önemli olan, bir mutabakat olsun aramızda..’

Birinci arkadaşım, ben pek bir şey anlayamadım, dedi, ikincisi, ‘yani ne demek bu?’ dedi..

Üstüne basarak: ‘anlamayacak ne var oğlum bunda, neye inanıyorsun inanmıyorsun bir tarafa bırak, ANCA DA BERABER KANCA DA BERABER, var mısınız yok musunuz?’

Peki, dedi arkadaşım, ne için anca da beraber?

‘Salak mısın oğlum, adamın biri geliyor ve mızıka çalmayacaksınız diyor’, daha ne olsun..

Nihat Genç

Odatv.com

arşiv