İlber Ortaylı'nın "hıyar" dediği Stalin'in ülkesini Oktay Akbal nasıl anlattı

Sovyetleri ve Stalin’i anlatmak ve anlamak elbette ki bir yazıya sığmaz. Ancak geçen aylarda başlayan bu tartışmaya, biz de böylece kültür-sanat alanıyla giriş yapmış olalım.

Aslında çok konuşuldu, çok tartışıldı, üzerinden de bir hayli zaman geçti.

İlber Ortaylı’nın Stalin’e “hıyar” çıkışından bahsediyoruz…

“Hıyar” polemiği üzerinde yeterince konuşulurken, aslında atlanılan bir başka olgu vardı.

Stalin’in kişiliğini anlayabilmek için onun ülkesine göz atmak gerekiyordu. Boş bırakılan buydu. Biz bu yazıda, bu boşluğun kültür-sanat kısmını doldurmaya çalışacağız…

STALİN ÖLDÜKTEN SONRA…

Sovyetler Birliğine giden bazı Türk yazarları vardı. Bu yazarların bir kısmı: Nazım Hikmet, İlhan Selçuk, Melih Cevdet Anday, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Oktay Akbal

Stalin öldükten sonra Sovyet halklarına bıraktıkları nelerdi?

Gelin, Stalin sonrasına, sosyalist bir ülkeye, Türk edebiyatının en önemli denemecilerinden olan Oktay Akbal’ın gözünden bakalım.

Oktay Akbal, 1960 yılının ilk yarısında Yazarlar Birliği’nin çağrıcısı olarak gidiyor bu sosyalist ülkeye. Dönüşünde de gezi yazılarını dönemin Cumhuriyet gazetesinde yayınlıyor. Bu anılar daha sonra bir kitaba dönüşüyor. Sovyetleri, Akbal’dan dinlemekte fayda var, zira Akbal ilerici, ancak sosyalist bir damarı bulunmayan bir yazarımız. Bunu sık sık yazılarında kendi de dile getirirdi. Sosyalist olmayan bir Türk yazarından sosyalist bir ülkeyi dinlemek ve anlamaya çalışmak ayrı bir öneme sahip.

Başlayalım…

STALİN’İN ÜLKESİ, ONUN MİRASI…

Akbal, Sovyetler Birliği’nde öncelikle tiyatrolara hayran kalıyor; 1824 yılında inşa edilen, ancak kendini 1917 Ekim Devrimi’nden sonra bulan Bolşoy tiyatrosunu özellikle çok beğeniyor. Bu tiyatro, Kremlin duvarları içinde yer alıyor.

Yıl 1960’lar… Yani Stalin’in ölümünden sonraki dönem…

Stalin’in ülkesi, onun mirası…

Altı bin kişilik salon, Akbal anlatıyor: “Yer bulmak mümkün değil… Hatta girişte ‘korsan’ bilet arayanlar öyle çok ki… Herkes birbirine soruyor, ‘fazla bileti olan var mı?’ diye…”

Sovyetler’deki tiyatro anlayışı bir yandan geçmişin birikimine yaslanırken, diğer yandan da onun çok ötesine geçiyor. Sovyet tiyatrosu sosyalist devrimin önderliğiyle birçok yenilikler yaparak, dünya tiyatrosunda büyük izler bırakmıştır.

SSCB’de binlerce amatör tiyatro kumpanyası kurulmuştur. En önemlisi de, sanatın yalnızca yetenekli azınlıkların işi olduğunu ifade eden burjuva bakış açısına karşı yüz binlerce işçiyi birer tiyatrocuya dönüştürmüştür.

Sosyalizm, yüz binlerce kişinin tiyatro izlediği, tiyatroya aktif katıldığı bir sistemdir.

Bir örnek olması bakımından, 1920 tarihinde, yani Ekim Devrimi’nin 3. yıldönümünde, sahnelenen ‘’Kışlık Saray Kuşatması’’ oyunu sekiz bin oyuncuyla, beş yüz orkestra üyesi ve 4 yönetmenle sahnelenmişti. Tam yüz bin kişi tarafından izlenmişti bu oyun. Sanki, Kışlık Saray’ı adeta bir kez daha, ancak bu sefer tiyatroda ele geçirilmiş gibiydi…

Sovyetler Birliği’nde, her mahallenin, her fabrikanın kendi tiyatro çevresi vardı ve bunlar büyük bir özen ve dikkatle izleniyordu. Geliştirilmesi için de çaba sarf ediliyordu… Bugün Türkiye’de prova yapacak sahne bulamayanlar için, bir başka örnek; 1920 SSCB’sinde 12 bin amatör sahne bulunuyordu…

“İNSANIN AĞLAYASI GELİYOR”

Akbal, Sovyetlerdeki tiyatro kültüründen sonra, bu ülkenin okuma aşkına da epey bir şaşırıyor: “Türkiye’de on yıl önce çıkan kitaplarım hâlâ piyasada, Sovyetler’de üç yıl önce çıkan kitabım tükenmiş bile!” İnanamıyor Akbal, bu durumu da, “insanın ağlayası geliyor” diyerek özetliyor.

Dönemin Sovyetlerinde, Stalin’in ülkesinde Nazım Hikmet başta olmak üzere, Reşat Nuri, Orhan Kemal, Haldun Taner, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Orhan Veli, Fakir Baykurt, Melih Cevdet Anday gibi Türk Edebiyatının en önemli isimlerinin kitapları çevrilmiş, hatta Reşat Nuri’nin “Çalıkuşu” kitabı o dönem 15 baskıdan fazla yapmıştı. Sovyetlerde, her baskının en az otuz, kırk bin adet olduğunu düşünecek olursak, korkunç bir rakamla karşı karşıyayız demektir…

Sovyetlerde 10 binlik basım sıradan karşılanıyordu.

Devrim öncesinde Rusya’da otuz dilde kitap çıkarken, 34’te bu sayı kırka çıkmış, 60’lı yıllara gelindiğinde ise yetmiş iki dilde kitap yayınlanmaya başlamış…

Sovyetlerde sanat, kapitalizmde olduğu gibi, parası olanın yararlanabildiği bir şey de değildi. Sovyetlerde sanat halka ait olmuştur. Üstelik bu sanatsal faaliyetler hiçbir zaman galerilere de sıkıştırılmamış, örneğin Moskova Metrosu ayaklı bir tarihi andırıyordu. Heykeller, büstler, mermerler ve mozaikler… Stalin döneminde, yani 15 Mayıs 1935'te açılan metro, Sovyet halklarının büyük emeği sonucunda bir sanat eseri gibi inşa edilmişti. İnşaat sırasında da 75 bin işçi görev alır.

(…) Emeğin tüm meyvalarının emek dökenlere düştüğü

nerede görülmüştü?

Bir yapıdan, onu yapanların kovulmadıkları

nerede görülmüştü?

Onları vagonlarımıza giderken gördüğümüzde,

kendi eserleri olan vagonlarda,

hemen anımsadık:

Klasik yazarların bir vakitler hop oturup hop kalkarak

önceden gördükleri o büyük tablo buydu.

Bertolt Brecht, Moskova metrosu için bu dizeleri yazmıştır…

GAZETELER MİLYONLARLA BASILIRKEN, KİTAPLAR YÜZ BİNLERLE OKUNUYOR

1926 yılında Özbek halkının ancak onda biri okuma yazma bilirken, 1932’de, bu oran yüzde elliyi bulmuş. 1940’tan sonra ise Özbekistan’da okuma-yazma bilmeyen kalmamış. Böylesine bir gelişkinlik, bir başarının öyküsüdür.

Gazeteler milyonlarla basılırken, kitaplar yüz binlerle okunuyor.

Stalin’in ülkesi…

1963’te Özbek yayınevleri toplam 2023 kitap basmış, bunların toplu tirajı 28 milyon! 150 gazetenin toplam tirajı 370 milyona kadar ulaşıyor. 9 bin okuma odası kurulurken, burada 40 milyon kitap bulunurmuş.

Akbal, Sovyet halklarının kültürel birikimine de gıptayla bakıyor. Bunu anılarının her satırına da yansıtıyor. Dinliyoruz:

“Genç bir adam yanımda... Türk olduğumu öğrenmiş, büyük bir ilgi duymuş, kendisi Tacikistanlıymış. Edebiyattan bahsetti, adımı sordu, söyledim. Birden sevinçle: ‘Sizin bir kitabınız var bende’ dedi. ‘Bizans Definesi’ni çıkar çıkmaz alıp okumuş. ‘İlginç buldum, değişik hikayeler,’ dedi. Rus dilinde kitapları yayınlanan bütün Türk yazarları tanıyor. Özelliklerini biliyor... Olsa olsa Tacikistanlı bir yazar ya da edebiyat öğretmenidir diyorum içimden. Çok daha güzel Fransızca konuşuyor. ‘Fransızcayı okuldan mı öğrendiniz’ dedim. ‘Hayır, kendi kendime’ dedi. Gene edebiyattan bahsediyoruz; Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Orhan Kemal… Dayanamadım artık: ‘Siz de yazar mısınız?’ diye sordum. Aldığım yanıt, ‘Hayır, ben tarım mühendisiyim…’ Diyecek söz yoktu bunun üstüne…”

Dünyanın en büyük ve eski müzelerinden olan Ermitaj Müzesi, 1852 yılında hizmete açılıyor. İçerisinde adeta bir hazine barındırıyor; 300 bin kitabın bulunduğu bir kitaplık… 300 salonda 2 milyondan çok sanat eseri bulunuyor. Bunun 14 bini resim, 12 bini heykel, 600 bin desen ve gravür, geri kalanı da antika eşyalardan oluşuyor. Müzeyi tüm detaylarıyla ve hakkıyla gezebilmek için insanın yıllarını buraya vermesi gerekiyor…

BÜYÜK LENİN

Petrograd, 1917 Ekim Devrimi’nde Bolşeviklerin ellerinde tuttuğu en önemli kentti. Devrim bu kentte başladı, burada kuruldu diyebiliriz. Petrograd, daha sonra, “Büyük Lenin” anlamına gelen, Leningrad ismini alıyor. Leningrad, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi barbarlığınca kuşatılır ve tam 872 gün direnir. Direnişin zafere dönüşünden yaklaşık 20 küsur yıl sonra, yani 1965 yılında ise kentte 180 bilimsel araştırma merkezi, bir üniversite, bir konservatuar, kırk yüksekokul bulunuyor. Bin tarihi anıt, elli müze ve iki bin dolaylarında da kitaplık… En büyük kitaplığın içinde ise 13 milyona yakın kitabın olduğu biliniyor.

Herkesin okuyup yazdığı, karnının doyduğu, giyindiği, yaşamın tatlarını duyduğu bir yerdi Sovyetler. Bencillikten sıyrılmış, bireysel yeteneğini kolektif kültürün parçası haline getirmiş, yaratıcı, yurtsever yurttaşlar yetiştirmiş bir ülkeydi.

“DEVRİM OLMASA BİZLER…”

Azerbaycan-Şamaha şehri, şairler kenti olarak anılıyor. Dönemin kentinde, 100 bin kişi yaşıyor. Bunun 28 bini öğrenci, 1800’ü öğretmen, 54 ortaokul, 470 sağlık emekçisi, 78 doktor. Her köyde sağlık ocağı bulunurken, aynı zamanda 58 kitaplık, 7 uygarlık evi, 2 müze, 1 müzik okulu bulunuyor.

Okul öncesi dönemdeki çocuklara, danslar öğretiliyor, tiyatro anlatılıyor, el işi öğretiliyor, fotoğrafçılık çalışmaları yaptırılıyor.

“Devrim olmasa bizler Karabağ’ın tepesinde yalınayak eşekle geziyorduk hâlâ” Azerbaycanlı bir şaire ait bu söz. Devrim öncesi Azerbaycan’da açlık, yoksulluk, gericilik kol geziyordu. Devrimden sonra ise, kültür başkentine dönüşmüş adeta…

“HARİKA GÜRCÜ”

Yapılan bir araştırmaya göre, bugün Azerbaycan halkının %70’inden fazlası SSCB’de yaşam kalitesinin daha iyi olduğu görüşünü savunuyor ve SSCB’yi özlüyor…

Sovyetleri ve Stalin’i anlatmak ve anlamak elbette ki bir yazıya sığmaz. Ancak geçen aylarda başlayan bu tartışmaya, biz de böylece kültür-sanat alanıyla giriş yapmış olalım.

Son söz, Lenin’in olsun…

Lenin, Rus edebiyatının en önemli yazarlarından olan Maksim Gorki’ye yazdığı bir mektubunda Stalin’i övücü sözler kullanır. Ve ondan, yani Stalin’den “Harika Gücü” diye bahseder.

“Harika Gürcü”nün ülkesi…

Onun mirası…

Hakan Erol

Odatv.com

stalin ilber ortaylı oktay akbal sovyetler SSCB edebiyat arşiv