İhsanoğlu'nun başkanlık ettiği İKT'yi kim kurdu

1988’de Harvard’dan Samuel Huntington, NeoCon yani yeni muhafazakar denen Amerikalı siyaset çetesinin istediği gibi bir tez üretti. Buna göre...

1988’de Harvard’dan Samuel Huntington, NeoCon yani yeni muhafazakar denen Amerikalı siyaset çetesinin istediği gibi bir tez üretti. Buna göre dünyada sermaye - emek, emperyalizm – ulusal devletler, kısaca ezen ezilen çelişkisi falan yoktu.

Bütün mesele “medeniyetler” yani dinlerin karşıtlıklarından kaynaklanıyordu. Yani komünizm öcüsünü alt eden Amerika’daki oligarşik cunta kendisine yeni bir düşman arıyordu ve (ABD Savunma Bakanlığı’na danışmanlık da yapan) Huntington denen “usta terzi” onlara istediği düşmanı verdi: İslamiyet.

İşin “güzel tarafı” o tehdidi de yaratan kendileriydi. SSCB ve Çin’e karşı soğuk savaş yıllarında destekledikleri “yeşil kuşak”, yeni düşmandı.

Bu olay, dünyayı bugün de sarsmaya devam eden “Yeni Ortaçağ” durumunun dönüm noktası olmuştu.

11 Eylül saldırılarını yapan El Kaide, Afganistan’da ABD’nin besleyip büyüttüğü “mücahitlerden” başkası değildi.

Bu noktada ABD’nin ya da ağırlıklı olarak petrol ve silah endüstrilerinin arkaladığı NeoCon cuntası, pis işlerinde en çok Suudi Arabistan’ı kullandı.

Zaten Suudi Arabistan, özünde bir ülkeden çok ABD’nin petrol kuyusundan başka bir şey de değildi.

İsrail ve Yahudi lobisini de yanlarına alan bu neo conservative takımı, Afganistan ve Irak işgallerinde medeniyetler çatışması söyleminden çok faydalandı. Orada öldürülen garibanların hepsi Usame Bin Ladin’in adamları gibi gösterildi!

Hristiyan ve Yahudi dünyasından nefret eden pis sakallı havlu kafalı teröristlere karşı bir “Haçlı Seferi” ilan edilmişti.

Sanki dünya 1200’lü, 1400’lü yıllara dönmüş, 1776 “Ulusal Milliyetçi” Amerikan Devrimi, 1789 “Burjuva demokratik Cumhuriyetçi” Fransız Devrimi, 1917 “Halkçı proleter” Rus Devrimi ve ardından başta 1923 Türkiye olmak üzere, az gelişmiş dünyadaki “Milli Demokratik” devrimler hiç yaşanmamıştı.

Soğuk Savaş’ın bile bir adabı vardı ama bu NeoCon’ların ne “Allahı” ne de “Kitabı”vardı.

1950 ve 60’lı yıllarda Filistin işgalcisi İsrail’e karşı milliyetçi akımların tetiklediği Baas Arap Sosyalist hareketine karşı ABD tarafından 1969’da Suudi Arabistan Merkezli olarak kurulan İslam Konferansı Teşkilatı’nın misyonu da Huntington’dan farksızdı.

Şeriatla yönetilme iddiasındaki ülkelerin hemen tümü, kendi islam yorumlarını ve rejimlerini diğer Müslüman ülkelere ihraç etmek istiyorlar. Bu konuda en kararlı olan Suudi kraliyet ailesi. Suud rejiminin en büyük hayalinin hilafeti canlandırıp İslam dünyasının liderliğini üstlenmek olduğu söyleniyor. Bu hayalin gerçekleşmesi için 1962'de Rabıtatül Alem-i İslam, yani Dünya İslam Birliği kısaca Rabıta diye bilinen örgüt kuruldu. 33 ülkede temsilciliği bulunan Rabıta, Batı'da ve eski sosyalist ülkeler başta olmak üzere islam dünyasının hemen hemen her yanında cami ve İslam merkezleri açıp işletiyor, Kuran ve diğer dini yayınlan dağıtıyor, gençlere öğrenim imkanları sunuyor, zor durumdaki Müslüman halklara insani yardım sağlıyor. Rabıta özellikle 12 Eylül 1980 darbesinin ardından darbeci Kenan Evren yönetimi tarafından Türkiye'de etkin hale getirildi.

Sünni görünümlü ama aslında ulusal devlet direncinin yıkılmasını hedefleyen bu sistem, Türkiye’deki dinci hareketin temellerini 12 Eylül öncesi de kemirmeye başlamıştı.

Siyasal İslamcıların her daim başvurduğu para kaynağı Suudi Arabistan ve Rabıta idi. Araştırmacı gazeteciliğin Türkiye’deki nadir örneklerinden rahmetli Uğur Mumcu bu konuda detaylı incelemeler yaptı.

Avrupa’daki “Kaplancı” Türklerden tutun, Ankara’daki bürokrat ve siyasetçilerin tarikatlara yazılması hep bu sürecin sonuçlarıdır. Suudi Petro dolarları Türkiye gibi ileri karakol NATO ülkesinin yoldan çıkmaması için, faydalı ahmaklarca yönetilmesi için sakınmadan harcandı.

IRAK’IN İŞGALİ DÖNÜM NOKTASI OLDU

2003 Irak işgaliyle başlayan Ortadoğu’daki yeni süreçte ABD zor durumda kaldı. Askeri gücü bölgedeki direnişi ezmeye yetiyordu ama Felluce’deki Camii içinde Hristiyan Amerikan askeri tarafından kurşunlanan Arap direnişçinin görüntüsü tüm dünyadaki Müslümanlar arasında infiale yol açıyordu. Irak’ta Amerikan askerlerinin tecavüzüne uğrayan ve intihar eden kızlar ve Ebu Gureyb’de çekilen o utanç fotoğrafları da öyle tabii.

Bu noktada en zor durumda kalanlar da “Amerikan uşaklığıyla suçlanan” Suudi Arabistan, Katar gibi Amerikan uydusu körfez ülkeleriyle, geleneksel düşman İsrail oluyordu. 2006’daki Lübnan’da büyük Hizbullah direnişi ve İsrail’in yenilgisi bu tepkinin de sonuçlarındandır.

Tüm ezilen dünya halkları ve başta tüm İslam alemi, hangi mezhep ve etnik kökenden olursa olsun ABD’nin zulmüne isyan halindeydi. Tabii İngiltere gibi müttefiklerinde de benzer tepkiler yaşanıyordu.

Tezkere fiyaskosundan sabıkalı AKP-RTE hükümeti bu hatasını affettirmek için bir şeyler yapmalıydı. ABD-Suudi Arabistan ve AB’deki hızlı Amerikan müttefikleri devreye sokuldu. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve İspanya Başbakanı Luiz Rodriguez Zapatero’nun öncülüğünde 2005 yılında oluşturulan “Medeniyetler İttifakı” girişimi aslında Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezinin tersinden doğrulanmasından başka bir şey değildi.

Sanki tüm mesele İslam ve Hristiyan dünyasının birbirini yanlış anlamasından kaynaklanıyormuş gibi moronik bir yaklaşımla kurulmuş bu Erdoğan’ın telaffuzuyla “Medeniyyetlerr İttifakı” ilk toplantısını 2005’te İspanya’da, ikincisini de 2006’da Katar’da yaptı.

Aslında bu proje, Suudi Arabistan ile arası çok iyi olan dönemin dışişleri bakanı Abdullah Gül, dinler arası diyalog adıyla benzer girişimi daha önceden başlatan Fetullah Gülen Cemaati ve her ikisiyle de iyi ve yakın ilişkiler içinde olan İKT Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu öncülüğünde kotarılmış bir Amerikano-Suudi projesiydi. Kendisine entelektüel bir hava vermeye çalışan dincilerin, Amerikalı gerici Huntington zihniyetiyle buluşma çabasıydı. İhsanoğlu daha sonra bu girişimin “Akil Adamlar” grubunun da üyesi oldu.

Dönemin dışişleri bakanı Abdullah Gül de Suudi Arabistan rahle-i tedrisinden geçmiş bir kişilik olarak Şeyh ailesiyle yakın ve sadık ilişkiler içindeydi. Kendi çevresinde İslamcı bir münevver olarak tanımlanan Ekmeleddin İhsanoğlu ile abi-kardeş gibi olan Gül, 2004’te onun İKT Genel Sekreteri olması için önemli çaba sarf etti.

İngiliz MI 6 gizli servisinin Suudi paralarıyla Türkiye’deki yeşil kuşak için Exeter Üniversitesi’nde verdiği eğitim programlarının müdavimlerinden olan Gül ve İhsanoğlu, Cidde’de de uzun zaman geçirmiş iki İslamcı figürdü.

Gül, Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde 1983’ten 1991’e kadar İslam Kalkınma Bankası’nda çalıştı. Rabıtanın da bankası sayılan burada Ortadoğu’daki dengeleri bizzat yerinde ve maddi temelleriyle birlikte öğrendi.

Ekmeleddin bey de 1980’de İKT bünyesinde kurulan IRCICA yani İslam Tarih Sanat ve Kültür Merkezi Genel Direktörü oldu. Bu görevini 2004’te İKT Genel Sekreteri olana değin 24 yıl sürdürdü. İstanbul – Cidde arasında mekik dokuyan İhsanoğlu, 2004 – 2013 arasında da genel sekreter olarak Cidde’de yaşadı.

Türkiye’de Rabıta İslamcılığının yani Amerikan yeşil kuşak sisteminin ana merkezi Suudi Arabistan’da,Gül ve İhsanoğlu birlikte uzun yıllar geçirdi.

SURİYE DE BİR SONRAKİ KIRILMA NOKTASI OLDU

Yani Türkiye ve Mısır gibi Amerikan uydusu ülkelerde sözde demokratik “Ilımlı İslam”ın da, Afganistan, Somali, Suriye, Irak ve Doğu Türkistan’daki El Kaidecilerin de sahibi aynı aslında: Suudi Arabistan ve onun da gerçek sahibi ABD.

Bakınız Aydınlık gazetesi, Suudi Arabistan ve Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan bugün insanları koyun gibi boğazlayan ve ciğerlerini yiyip kelleleriyle futbol oynayan IŞİD’e uzanan bağlantılar zincirini ortaya koydu. Suudi Arabistan’ın eski petrol bakanı Zeki El Yamani ile El Kaide arasındaki finans bağlantıları ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Yamani’yle olan yakınlığı bunların belgesidir.

İşte bu minvalde, ABD’nin giderek açığa çıkan çirkin yüzünü makyajlamak için kurulan bu medeniyetler ittifakı projesinin mimarları olan İhsanoğlu ve Gül, 2006’da Katar’daki buluşmalarında, El Cezire gibi 5. kol faaliyeti yürüten medya ve Robert Kagan gibi önde gelen NeoCon teorisyenlerin katılımıyla hem Türkiye, hem de Ortadoğu’daki “olası” çatışmaların teorik temellerini masaya yatırdılar.

ABD’nin ismen değil fakat gizli sponsor olarak lanse ettiği bu Medeniyetler İttifakı hikayesi, Türkiye’deki gidişattan mutsuz ve genel olarak ABD’nin yarattığı ekonomik krizin faturasından yılmış AB tarafından giderek sümen altına süpürüldü.

2005’te başladığında Erdoğan’ı bölge lideri gibi göstermeyi de hedefleyen bu proje, İspanya’nın 2013’te güncellediği ulusal güvenlik belgesinden çıkarıldı.

Yani resmen sonlandırılmış oldu.

Başbakan da 2010’da katılmış son toplantısına. O da muhtemelen Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde düzenlendiği için olmalı !

Zaten 2011’den bu yana da geniş katılımlı bir toplantı yapamıyor.

Çünkü 2011’den itibaren Suriye iç savaşına odaklanan Suudi Arabistan (ABD) ılımlı olmayı terk edip, El Kaide, Nursa ve IŞİD gibi gayri meşru çocuklarına mamayı artırdı.

Suudi Şeyhlerin otel odasına kadar gidip yanında poz veren onlardan pahalı hediyeler alan bu siyasetçi tayfasının bugün de Suriye ve Irak’taki El Kaide’ye sahip çıkması bir rastlantı değildir.

Matbaayı 300 yıl görmezden gelen Osmanlı’yı “uygarlık merkezi” gibi gösteren “Büyük Cihaddan Frenk Fodulluğuna” gibi ölümsüz! eserleriyle İslamcı kesimin en büyük entelektüellerinden! olan Ekmel bey de işsiz kalınca Abdullah Gül kardeşi yine sahip çıktı.

“Lütfedin sizi cumhurbaşkanlığında değerlendirelim hocam” diyerekten hem Bahçeli, hem Kılıçdaroğlu ve de hem Fetullahçılara da bir nevi kurtarıcı olarak önerdi.

Exeter – Cidde arasında geçen onca yılın da bir hatırı olsun.

O değil de, İhsanoğlu’nu “tanısanız seversiniz o aslında gizli bir laik” diye pazarlayan CHP ve MHP’lilere acımaktan başka bir şey gelmiyor elimden.

Hüseyin Vodinalı

Odatv.com

çin SSCB soğuk savaş el kaide ikt ABD Ekmeleddin İhsanoğlu afganistan neo-conlar suudi arabistan arşiv