Hrant Dink, “Kültürler Savaşı“nın kurbanı mı?

Geçen haftaki yazımda, Samuel P. Huntington’un ortaya attığı kültürler savaşı ideolojisine dayanan postmodern faşizmden söz etmiş, bu ideolojiyle...

Geçen haftaki yazımda, Samuel P. Huntington’un ortaya attığı kültürler savaşı ideolojisine dayanan postmodern faşizmden söz etmiş, bu ideolojiyle Hrant Dink cinayetinin bir yerlerde kesiştiği tezini öne sürmüştüm.

Burada, Huntington’un, çoğu, ABD’nin Irak’a saldırırken dünya kamuoyunu yanıltmak için uydurduğu yalanlar kadar saçma olan tezleri üzerinde tabii ki ayrıntıyla durmayacağım. Ancak, ele aldığım konunun hakkıyla işlenmesi açısından Huntington‘un bazı fikirlerinin ortaya serilmesi gerekiyor.

Bu arada bazı okuyucular, Huntington’un dünyada ve Türkiye’de yeterince tartışıldığını, artık eskidiğini... düşünebilir. Bu büyük bir yanılgıdır. Çünkü:
1. Huntington, ABD’nin bugün hala devam eden dünya ve özellikle Ortadoğu politikasının sesidir. Kendisi, Yahudi asıllıdır; resmi bir Pentagon sosyoloğu ve Bush Yönetimi’nin dış politika uzmanıydı. Onun söylediklerini bugün de ciddiye almak gerekiyor, çünkü, Huntington‘un ağzından konuşan, ABD dış politikası, daha doğrusu, Bush-Netanyahu ittifakıdır. Obama’dan sonra bu ittifak sarsılmış olabilir, ancak, bilindiği gibi, emperyalist devletler, dış politikalarının temel direklerini öyle politik üstyapılara bağımlı olarak kolayca değiştirmezler.
2. Huntington, Türkiye’deki Atatürk harcına, ulus devlete ve laiklik ilkesine saldırarak, üslendiği emperyalist misyonu ortaya sermektedir: Emperyalizmin ideoloğu olarak, onun, “kültürler savaşı” propagandası yapmaktan asıl muradı, Türkiye’de (de) etnik ve dinsel ayrımların kışkırtılmasının ideolojik üstyapısını sunmaktır: Onun ideolojisi, “kültürler savaşı” temeline, ne kadar çok “kültür” (dinsel ve etnik grup) birbirini boğazlarsa (bugün Irak’ta olduğu gibi) o kadar memnun olma esasına dayanır.
*
Huntington’un en ilginç yanı, 1993-94 yıllarında yazdığı ve daha sonra genişletip kitaplaştırdığı, “Kültürler Savaşı” başlıklı ve konulu makalelerinde, “İslamcı teröristler”in 11 Eylül 2001 saldırısını yapacaklarını ve Pentagon’un “İslam terörizmi”ne karşı “Haçlı Seferi”ne (Bush’un tabiri) çıkacağını yıllar önceden “sezmiş” (!) olmasıdır.
Artık duymaktan bıktığımız “Büyük Ortadoğu Projesi”, sözkonusu Haçlı Seferi’nin diğer yüzüydü.

Sefer’e çıkmadan önce ne yaparsınız?
a. Kendi ülkenizin (blokunuzun) insanlarını, savaşa gideceğiniz ülkenin insanlarına/ inançlarına karşı kışkırtırsınız. “‘İslamcı teröristler‘ sivil insanlarımızı katletti; onları memleketlerinde vurmazsak, her an yine saldırabilirler!” Bunu yaparken, bir yandan da, sizinle onların arasında medeniyet farkı ve “kültürler savaşı” olduğu ideolojisini yayarsınız; onların ülkesini işgal etmenizin, sadece, “terör”e karşı bir önlem olduğunu söylemekle kalmazsınız, bir de “etik”ten söz eder, işgal ettiğiniz ve birbirine kırdırdığınız ülke halkına insan hakları ve demokrasi gibi yüce değerler götürme misyonu taşıdığınızı iddia edersiniz.
b. Gideceğiniz yerdeki insanları, dinsel ve etnik farklılıkları kullanarak birbirine düşürürsünüz ki, işgal edeceğiniz yerde karşınıza toplu ve çetin bir direniş çıkmasın. Irak’ın bugünkü hali, bu barbar planın sonucudur. Binyıllar, yüzyıllar boyunca birlikte yaşama iradesini gösterebilmiş kültürler (yani: etnik ve dinsel gruplar), kışkırtmalar ve karşılıklı terör yoluyla birbirlerinden nefret eder duruma getirilmiştir.

İşte ABD de, Irak/Ortadoğu seferi öncesi, Huntington’u da kullanarak bunları yapmıştır. Yani, Pentagonlu bu sosyolog, şu anda uygulaması hala süren “postmodern faşizm“in ideologudur.

Peki fikirlerinin “faşist” yanı neresidir?
Bu soruya cevap aramaya geçmeden önce, onun “kültürler savaşı” tezini dayandırdığı temel postulata kısaca değinmemiz gerekiyor: Huntington’a göre, dünyada yedi veya sekiz kültür (uygarlık) alanı vardır. Çin, Japon, Hindu, Slav-Ortodoks, İslam, Batı, Latin Amerika ve Afrika. (Huntington, Afrika’nın bir uygarlık/kültür alanı sayılıp sayılamayacağı konusunda tereddüt ediyor; sonunda, Güney Afrika dışında kalan bölümüyle Afrika’nın kültür alanı sayılamayacağına karar veriyor!).
Bu uygarlıkların, kendilerini din üzerinden tanımladıklarını iddia eden Huntington, kendini din üzerinden tanımlamayan tek uygarlığın “Batı uygarlığı“ olduğunu söylüyor. Sadece Batı’nın diğerlerinkinden farklı, özel değerleri olduğunu söylüyor ve bunları sıralıyor. Bu değerlerin arasında, bireysellik ve liberalizmin yanında, insan hakları, demokrasi, eşitlik, özgürlük ve laiklik de var.
Peki, Batı dışındaki kültür alanları, “Batı’nın değerleri“ni benimseyebilirler mi? Bu, Hangtington’a göre çok zor. Diğer kültürlerin yapması gereken şey, misyonu Batı tarafından üstlenilen demokrasi ve insan haklarına saygı göstermektir. Aksi taktirde, “kültürler savaşı“ kaçınılmazdır. Bu savaşta İslam’ın durumu diğer kültürlerden farklıdır. Huntington’a göre İslam, demokrasiyle bağdaşmayan bir kültüre sahiptir ve bu nedenle, bu kültür (din) Batıyla sınırdaş olduğu her yerde, Batıya karşı savaş yürütmektedir. Bu tezini, “İslam’ın sınırları kanlıdır!“ diye vurguluyor Huntington.
Şimdi de Huntington’un Türkiye’yle ilgili tezlerinin bazılarına kısaca göz atalım.
Sözkonusu kitabında Türkiye’ye önemli bir yer ayıran Huntington, Mustafa Kemal’e ve Türkiye’deki laik sisteme karşı müthiş bir düşmanlık propagandasına imza atıyor. Huntington’un gözünde Türkiye, Mustafa Kemal tarafından İslami kültür kökenlerinden yapay olarak ve şiddetle koparılmış bir ülkedir. Türkiye’de yapılması gereken şey, Güney Afrika’dakine benzer bir Apartheit sistemi olan laikliğin ortadan kaldırılmasıdır. Ancak bu yolla Türkiye tekrar asıl kimliğine, yani İslami kökenlerine geri dönebilir. (Bilindiği gibi, Huntington, 1996 Yılında Türkiye’de verdiği konferans ve söyleşiler sırasında dolaylı ifadelerle de olsa tekrarladığı bu tezleri için, İslamcı ve liboş entellerden büyük övgü almıştı).
Türkiye‘nin tekrar “gerçek İslami kimliği“ne dönmesi gerektiği bağlamında, bakın neler söylüyor Huntington:
Ankara, Türkiye’yi Batılı bir ülke yapmak için 75 yıldır uğraştı ama sınırlı bir başarıya ulaştı. Bunu görmek için İslamcıların son seçimlerde elde ettiği başarıya bakmak yeterli. (…). Türkler, Brüksel kapısını çalmaktan vazgeçmelidir. Sürekli reddedilmek, Türkiye gibi büyük bir ülke için yaralayıcıdır. (…). Bence Türkiye, gerçek kimliğini kabul ederek, İslam ülkeleri ile yakınlaşmalıdır. Türkiye’nin Uzak Doğu, Afrika ve Güneydoğu Asya’daki ülkelerle tarihsel bağları vardır. Ankara, İslam dünyasında liderlik rolü oynayabilecek ülkedir.“ (Hürriyet, 30.06.1997. Gülay Durgut/ Berlin).
Kendi dışındakileri aptal yerine koymaya çalışan emperyalizmin idoloğundan al haberi!“ derler. Aldınız mı haberi? Bugün Türkiye’nin, artık “ölümcül hasta bir uygarlığı temsil eden Avrupa“yla bağlarını tamamen koparıp İslam ülkelerine yaklaşmasını isteyen (“Türk“) politikacı ve ideologlar (örneğin Yiğit Bulut) da fikirsel besinlerini nereden alıyorlar dersiniz? İddia ettikleri gibi Atatürk’ten mi, yoksa Huntington’dan mı?
Görüyor musunuz Huntington’daki çelişkiyi? Aynı Huntington, Batı’yla İslam arasında kültürler savaşının kaçınılmaz olduğunu söylemiyor muydu? Türkiye’ye, “Sen istesen de Batılı olamazsın, İslami kökenlerine dön!“ (“İşçisin sen işçi kal!“/ Cem Karaca’ya saygılar!) diyerek bu ülkeyi İslam kültürüne zorluyor. Acaba böylece Batı’ya ileride savaşması için dişine göre bir düşman mı yaratmaya çalışıyor bu adam? Yoksa, Avrupa Birliği üyesi olarak “kültürler savaşı“ ideolojisini çürütecek bir Türkiye’nin, ABD’nin/ İsrail‘in çıkarlarına ters düşeceğini mi öngörüyor?
*
Şimdi gelelim Huntington’un söyleminin faşistliğine ve Hrant Dink’in bu faşizme kurban gitmesine.
”Kültürlerin değiştirilemez farklılığı“ tezi, faşizan bir söylemdir. Postmodern çağın faşizmi, artık insanlarının kanlarına veya kafataslarına bakarak onları birbirinden ayırmanın ve onları böylece birbirine kırdırmanın bilimdışı ve anlamsız olduğunu kavramıştır. Vahşi, sömürgen/kapitalist altyapısı gereği ayrımcılıktan vazgeçemeyen emperyalizm, postmodern faşizminin temeline “kültür“ kavramını oturtmuştur. Artık bunlar, Hitler gibi, “Ben ari ve üstün ırktanım. Benim Tanrısal misyonum dünyaya bu üstün ırk‘ı hakim kılmaktır. Sen ise aşağı bir ırktansın ve bu yüzden benim kölem veya kurbanım olmalısın!“ demiyorlar. Huntington gibilerinin ağzından diyorlar ki:
Sen, demokrasiden ve insan haklarından yoksun bir kültür‘e mensupsun. Öyleyse, sana bu değerleri öğretene kadar seni ben yöneteceğim!“ (Yani sömüreceğim!).
İki ırkçılık arasındaki benzerliği görüyor musunuz? Hitler’in “biyolojik ırk“ (farkı ve savaşı) dediğine, Huntington “kültür“ (farkı ve savaşı) diyor. Boşuna mı herifler (veya karılar; pardon!) habire, Türkiye’nin ve diğer hedef ülkelerin “etnik ve dinsel kültür haritası“nı çıkarıp yayınlıyorlar sanıyorsunuz!
İşte bu “farklı kültür“ler savaşmalı, savaştırılmalı. Çünkü onlar savaştıkça, emperyalizmin karnı daha iyi doyacak!
*
Artık, bu yazının ortaya attığı soruya bir cevap verebiliriz: Hrant Dink, küresel emperyalizm tarafından, bu emperyalizmin yeni ideolojisi olan “postmodern faşizm“ yeryüzünde ve Türkiye coğrafyasında etkisini artırsın diye, Türkiye’ye yönelik bir çeşit “olumsuz propaganda“ için kurban edilmiştir. 11 Eylül, İspanya, İstanbul, İngiltere, Malatya, Trabzon… (sıralamamda yanlış olabilir), eylemlerinden sonra, “kültürler savaşı“, Hrant Dink’te patlatılmış ve sürdürülmüştür…
Ermenileriyle ve diğer kültürel zenginlikleriyle barışmış (dikkat; burada “açılım“ propagandası falan yapmıyorum; ekonomik altyapıda eşitlik sağlanmadan uygulamaya konan “açılım“lar hiçbir yere varmaz) bir Türkiye, postmoderm faşizm için büyük “tehlike“dir! Türkiye içindeki “farklı kültür“ler (de) birbirlerini kırmalıdırlar ki, Huntington’un ideologluğunu yaptığı emperyalizm, yani “postmodern faşizm“ haklı çıksın ve iktidarını sürdürsün…


KÖR NOKTA KÖŞESİ
“Postmodern faşizm” hakkında birkaç tez daha:
1. Bir zamanlar faşizm “modern” bir maske taşıyordu. O, önce Fransız Devrimi’nin değerlerine balıklama atladı. “Eşitlik, kardeşlik, özgürlük”. İnsan hakları ve özgürlük kavramlarını, kendine yonttuğu soyut ideolojiler haline getirerek sahiplendi ve sürdürdü, bunları, Afrika’yı ve Asya’yı işgal ederken ideolojik silahlar olarak kullandı. Sıra, somut bir ekonomik kategori olduğundan tümüyle ideolojiye dönüştüremediği ‘eşitlik’e gelince, yan çizdi: “Biz bu devrimi özel mülkiyet alanında da eşitlik için yapmamış mıydık!” diyen Danton’un kafasını keserken, gerçek yüzünü gösterdi. Halkın aristokrasiden devrimle aldığı iktidarı ele geçirdi, aristokrasinin kardeşi burjuvaziye teslim etti.
2. Teknolojik uygarlığından ve maddi gücünden aldığı cesaretle, Doğu’nun ve Güney’in yaşam tarzıyla alay etti; onları silip süpürerek, kendi yasalarına mahkum etti/ etmeye çalıştı. Hitler ve benzerleri işte bu “modern faşizm”in eseridir.
3. Faşizm, daha sonra postmodern bir maske taktı. Artık, “özgürlük, kardeşlik, eşitlik” demiyor, “özgürlük, insan hakları, demokrasi” ve özellikle: “çok kültürlülük, etnik ve dinsel kültürler arasındaki farklılık” diyor. “Eşitlik” içinde birlikte yaşama ilkesinden ödün vermek istemeyen kitleleri, etnik ve dinsel gruplara bölerek birbirine kırdırıyor ve yönetiyor.
4. Örneğin Türkiye bağlamında: Bir yandan Ermeni Diyasporası’nı ve Hıristiyan misyonerliğini; diğer yandan Ermeni karşıtlığını; bir yandan Türk şövenizmini, diğer yandan Kürt ırkçılığını destekliyor; bir yandan, taşeronlarına, Hıristiyan misyonerlerini, papazları ve Hrant Dink’i öldürtüyor, diğer yandan, Postmodernci yazar Orhan Pamuk’a, “Türkler, Ermenileri ve Kürtleri katletti!” dedirttikten sonra Nobel Edebiyat Ödülü’nü verdiriyor...
5. Hrant Dink’in cenaze törenini siyasi bir şova dönüştürüyor. Onun cesedi daha soğumadan, bir yandan taşeron genç (“Türk milliyetçisi”) katile askeri garnizonda çektirdiği Türk bayraklı fotoğrafı Batı medyasına servis ediyor, diğer yandan da vıcık vıcık sırıtan bir ivedilikle, Soros parasıyla çalışan rotatiflerde mesai yaptırarak “Hepimiz Hrant’ız” yazılı kapkara pankartlar hazırlatıyor.
6. Hatta bu “postmodern faşizm” Türkiye’deki edebi “sistem”in içine bile o kadar derinlemesine girmiş ki, bir zamanlar modern faşizme, dolayısıyla onun “baba”sı kapitalizme karşı devrimci şiirler yazmış olan 73 şaire, arabesk bir huşu içinde, hedef şaşırtma amacıyla, “Yetimler Ağıdı”nı yazdırıyor.
Bu şiirin son iki dizesi yine de dikkate değer:
Aslında ne türk’üz, ne kürd’üz, ne ermeni’yiz
Öyle bir ‘baba’mız var ki Hrant, hepimiz yetimiz!


Size ekmek veren veya vermeyen, sizi okşayan veya “yetim” koyan “baba”nız kimdir acaba, yiğidim?
Bir de onun “adını” ifşa edebilseniz!

Mehmet Şekeroğlu
Odatv.com

hrat dink ABD Samuel P. Huntington Büyük Ortadoğu Projesi kültürler savaşı emperyalizm faşizm arşiv