Hoca, konuşma; meydanlara çıkma

Çok samimi söylüyorum… Öyle siyasi karşıtlıkla, hasmane tutumla değil; bir yurttaş, bir insan olarak söylüyorum… Konuşma Hoca, kendini de...

Çok samimi söylüyorum…

Öyle siyasi karşıtlıkla, hasmane tutumla değil; bir yurttaş, bir insan olarak söylüyorum… Konuşma Hoca, kendini de, dinleyenleri de yorma… İnandıramıyor, konuyu toparlayamıyor, zor durumda kalıyorsun…

Nokta Dergisi AKP günlüklerini yayınladı gördün mü? O notlarda parti kurmaylarından İbrahim Dalmış diyor ki; “Başbakan az miting yapmalı. Günde iki miting antipati yapıyor (itici oluyor). Ayrıca, Başbakan’ın konuşmaları kimseye hitap etmiyor…

Vallahi adam haklı; sen konuşurken ben yoruluyorum…

Bazen de gülüyor, eğleniyorum ama farklı düşünsek bile sonuçta ülkenin Başbakanısın.

Konuşmuş olmak için konuştuğunu, kürsüde zaman öldürdüğünü belli ediyorsun. Zorla görevlendirilmiş de görevini yapıp kaçmak istiyormuş gibisin... Ne dediğin, hangi konuyu işlediğin anlaşılmıyor. Bir çerçevesi, derinliği, mesajı yoktur. İstersen konuşmalarını bir de kendin dinle; öyle otur sakin sakin... Ne kadar zorlandığını, kimseleri inandıramadığını, sözlerin yürekten gelmediğini, inanmadan konuştuğunu göreceksin…

Diksiyonun berbat; kelimenin sonunu “rrrr” sesiyle bitirmen gülünç!

Yanlış anlama Hoca; beceriksizsin, birikimsizsin vb. demiyorum…

Şunu söylemek istiyorum; “deniz bitti”, kara göründü. ‘Uzun Adamın’ tükenmişliği, artık iflah olmayacağı bir yana; senin “derinlikli” teorilerin de çöktü…

Söyleyecek sözün, inandıracak malzemen kalmadı…

Sen mesela;

Başımızı öyle bir belaya soktun ki, kitaplara sığmaz! Durup dururken sırf mezhep ilkelliği-kepazeliği yüzünden bütün Ortadoğu’ya düşman ettin bizi! İnsanlar öldü senin “stratejik derinliğin” çocukları öksüz bıraktı, ocaklar söndü, onar-yüzer denizlerde boğuldu!

Ne “stratejiymiş”, ne “derinlikmiş” ama…

***

Vicdan azabı çekiyor musun?

Gecenin birinde “ben ne günah işledim; neden bu işe bulaştım” diyerek bir gece vakti sıçrayıp kalktığın, üzüldüğün ağladığın oluyor mu? Söyler misin; ne alıp veremediğin vardı Mısır, Irak, Suriye halklarıyla; neden kıydın ülkemin barış politikalarına?

Sakın beş para etmeyen “Esad yurttaşlarını öldürdü” bahanesine sarılma yine; sakın!!!

Amerikalılar yıllardır Iraklıları, Afganistanlıları öldürmüyor mu? Saraylarda ağırladığın ve hiçbir eleştiri getirmediğin Ömer El-Beşir Sudan’da 500 bin yurttaşını katletmedi mi? Neden bunca zulme sessiz kaldın da, iş Suriye’ye gelince zıpladın Hoca?

Üzerine vazife miydi?

Suriyeliyi, ülkesinin meşru yönetimine karşı kışkırttınız… Toparlayıp organize ettiniz, binlerce TIR silah gönderdiniz… Sonra da “Esad yurttaşlarını öldürüyor” diye bağırarak feveran ettiniz! Senin ülken güllük gülistanlıkmış, her gün onlarca insan katledilmiyormuş gibi, dışarıya ayar vermeye, Ortadoğu jandarmalığına, Sünni eksen ihdas etmeye kalktınız…

Mezhep, imam, türban!

Ve bu ilkel politikanın doğal sonucu: açlık, ölüm, gözyaşı!

Araştırmalar nüfusumuzun %4’ünün IŞİD’de yakınlık duyduğunu gösteriyor. Bu hesaba göre üç milyon IŞİD zihniyetli yurttaşımız var. IŞİD potansiyeli olan, onlar gibi kelle kesmeye hazır-nazır zihniyette üç milyon vahşi… Anladın mı şimdi aldığın vebalin, günahın büyüklüğünü? Günahkârsın hoca; bana inanmıyorsan vicdanına sor!

Suçlusun!

***

Kürsüye çıkıp AKP’nin hangi başarısını işleyeceksin; neyi konuşacaksın?

Ben Şii hattını delip, Suudlarla halvet olacaktım ama İran ve Rusya benim stratejik derinliğimi deldi"mi diyeceksin? “Kürtlerle çatışmasızlık halini devam ettirecektim ama 400 vekil vermediğiniz için bozduk” mu diyeceksin?

IŞİD’li militanları tanıyorduk, yerlerini, inlerinin biliyorduk ama bizden oldukları için, cici çocuk oldukları için yapmazlar demiştik, dinleme-takip etme gereği duymamıştık, canlı bomba olup, ülkeyi kan gölüne çevireceklerini düşünmemiştik; o yüzden dokunmamıştık” mı diyeceksin? “Bunca silah mermi, para vermiştik, hastanelerimizde tedavi edip geri göndermiştik, otellerimizde misafir edip faturalarını devlete ödetmiştik mi” diyeceksin?

“Ah bu paralelciler; ne istediklerse verdik, devleti paylaştık, ‘askeri vesayeti’ kırıp, kendi vesayetimizi kurduk ama onlar paylarına düşenle yetinmediler, hep daha fazlasını istediler” mi diyeceksin?

Söyle; itiraf et!

Bunlar yetmezmiş gibi bir de partinizin “patronu” var. Haram-rüşvet havuzunun, havuzda kalem oynatan Ak müritlerin sahibi… Bütün bu iflas durumunun sorumlusu senmişsin gibi seni 24 saat gözetleyen, zılgıtlayan, azarlayan “büyük şef!”

Konuşurken her şeyi birbirine karıştırıyor olmanın, sonuçta ne söylediğinin anlaşılmamasının bir nedeni de o… “Ne söylesem de ‘aferin alsam’ derken konuyu unutuyorsun. “İşte bu ahval ve şeraitlerde” inandıramıyor, olsa olsa güldürüyorsun…

Neyi anlatacaksın, anlattıklarınla tutarlı olacaksın ki, dinleyenleri inandırasın Hoca? Günahını, yanlış hesabını, dış politikalarının bir palavradan, bir hayalden ibaret olduğunu mu itiraf edeceksin?

Hoca;

AKP bir din partisi; din bile değil, mezhep tacirliği üzerine kurulu bir parti. Demokrasi, insan hakları, laiklik gibi kavramlara kapalı; ilkel… Gardları, refleksleri, zihni alt yapısı çağdışı! Eh vallahi kusura bakma ama siz de öylesiniz…

Demokrat değilsiniz…

Değilsiniz hoca…

Ağzınız “demokrasi”, kalbiniz ve pratiğiniz “mezhep” diyor. Mezhepçi, türbancı, cumhuriyet ve laiklik karşıtı adamdan demokrat olmaaaz… Siz, demokrasiyle sosladığınız makyaj dökülünce, ne olup-olmadığı cascavlak ortaya çıkan bir yapısınız. İnanç sömürüsüne dayanan, siyasi ikbalini aldatmaya, kandırmaya, vurguna, masalara ve kasalara endeksleyen bir şirketsiniz…

Bu çağda bunca eğitimden, prof vb unvanlardan sonra çık dünyanın en ilkel işiyle haşır neşir ol… Bölgede mezhep savaşları çıkar, ülkeyi savaşın eşiğine getir! “İsrail’in politikalarına karşıyım” de, İsrail’in elini rahatlatacak ne varsa hepsini yerine getir… Pes… Vallahi pes!

Akıl alır gibi değil; yazık!

***

Hangi itirafınızı yazalım Hoca;

“Hatamızı kabul edelim ve yüce Yaradan’dan af dileyelim. Biz maneviyatı siyasete alet etmekle düzeltilmesi zor bir hata yaptık” diyen Abdullah Gül’ü mü dinleyelim? “Eğer bir ülkede hükümeti rahatsız edecek konular medyada yayınlanamıyorsa, muhabirler hükümeti rahatsız edecek haberleri araştıramıyorsa, bu görevlerini yaparken işlerine son veriliyorsa o ülkede büyük felaket var demektir” diyen Abdullatif Şener’e mi kulak verelim? Ya da “Ankara’yı parsel parsel sattınız” diyen Bülent Arınç’a mı?

17-25 Aralık skandallarını mı?

“Onun-bunun önüne yatan” adamlarınızı mı?

“Bakara-makara; ha ha ha” diyen bakanlarınızı mı?

Neyi konuşacaksın, iyi olan ne var ki neyi anlatacaksın Hoca…

“O” iç barışı “sıfırladı” sen dış barışı!

‘Bu hastaya’ bir reçeten yoktur; olamaz da… Bu yırtık dikiş tutmaz Hoca; Bunca yolsuzluğun, hırsızlığın, tükenmişliğin, din sömürüsünün üzerine, ne barışı tesis edebilirsin ne de huzuru… Adam Beştepe’ye, mahdumlar İtalya’ya gitti…

Sana da dinciliğin beş para etmez posası kaldı…

***

Şu bahtsız ülkeme bir iyilik yap Hoca…

Bırak git…

Murtaza Demir

Odatv.com

murtaza demir başbakan arşiv