Hilmi Özkök Cemaat'e dikkat çekenlere “siz alnı secdeye değenlerle neden uğraşıyorsunuz” diyenlerden biridir

TSK içindeki Fetullahçı yapıyla mücadelede, mücadele etmeyenlerden biridir Hilmi Özkök. Çünkü TSK içindeki bu yapılanmaya dikkat çekenlere “siz alnı secdeye değenlerle neden uğraşıyorsunuz” diyen de Hilmi Özkök’tür.

Nurzen Amuran: Darbe girişimi Araştırma Komisyonuna ilk bilgi verenlerden biriydiniz. Yüreklice yanıtlar verdiniz. Komisyonda size yöneltilen sorular arasında ilginç bulduklarınız oldu mu? Sizce yazılacak rapor siyasetçilere özeleştiri yapma olanağı sağlar mı? FETÖ’nün bütünüyle temizlenmesi siyasetin kararlılığına bağlı olduğu için bu rapor, önem taşıyor. Ne dersiniz?

Mustafa Önsel: Komisyonda, “son zamanlarda iktidar partisi yetkililerinin “Balyoz vardı, FETÖ sulandırdı” minvalindeki yaklaşımları için ne dersiniz” gibi bir soru geldi. Ben de “4 yıl söz konusu davadan cezaevinde kalmış ve beraat etmiş biri olarak işte karşınızdayım. İddia ediyorum ki, Balyoz’un olduğuna dair evrensel hukuk kuralarına uygun olarak sadece bir tane belge ortaya konulsun beni yeniden alıp cezaevine koysunlar. Ama tersi durumda kim bu iddia da bulunuyorsa en hafifinden iftira suçunu işlemektedir” minvalinde yanıtladım soruyu.

Bir başka soru sırasında bir komisyon üyesi bir soru öncesi “Balyoz hariç Sarıkız, Ayışığı, e-muhtıra gibi darbe girişimlerinin olduğu yadsınamaz” dedi. Ben de “ E- Muhtıra hariç diğerlerinin gerçek olup olmadığını bilmiyorum ama bakınız bu saydıklarınızın hiç biri ile ilgili dava açılmadı, ama olmayan Balyoz ile insanların hayatı karartıldı” dedim. Çünkü amaç bir darbe yargılaması değil tasfiyeydi. Tasfiye gerçekleşti. Ordu içinde FETÖ’nün militanlarının önü açıldı. O davalar olmasaydı 15 Temmuz kesinlikle olmazdı.

Bir de hatırladığım kadarıyla “kim suçlu bu adamların örgütlenmesinde” gibi bir soru hatırlıyorum. Bu soruya da “Kesinlikle bu zamana kadar çeşitli gerekçelerle demokrasiye müdahale ederek onun sağlıklı gelişiminin önüne geçen geçmişten bugüne bütün darbeciler suçludur. Ama darbe ortamını yaratan bütün siyasiler de suçludur. Örneğin geçmişten günümüze devletin içine böylesine yerleşen bir cemaate karşı neden önlem alınmamıştır. Çocuklarımızı neden bunların evlerine, dershanelerine mahkûm bıraktık. Her yere üniversite açmayı bilen devleti yöneten siyasiler neden yeterince yurt açmadı da fakir aile çocukları bunların yurt ve evlerine mecbur bırakıldı. Neden eğitim bu kadar kadükleştirilip bunların dershanelerine gitmek zorunda bırakıldı çocuklar. Çeşitli devlet birimlerine ve sınavla öğrenci alınan okullara girişlerde neden soru çalınmasına engel olunmadı. Neden yargı mensubundan, sivil bürokrata, polisinden askeri öğrencisine kadar FETÖ militanının devlete doluşmasına sebep olan mülakat sisteminin FETÖ’cüler tarafından ele geçirilmesinin önüne geçilmedi. Neden devlet hiyerarşisinin içinde böyle bir hiyerarşiye izin verildi. Onun için suçun en büyüğü sizin de temsil ettiğiniz siyaset kurumundadır, ülkeyi yönetenlerdedir sayın komisyon üyeleri” şeklinde bir cevap verdim.

Yazılacak rapor umarım siyasetçilere özeleştiri yapma olanağı sağlar. Bunu ummak istiyorum. Şu an için sadece inşallah demekten başka bir şey diyemiyorum.

HERKESİN BİLDİĞİ BİR BAKANLIK TAMAMEN MENZİLCİLERİN KONTROLÜNDE

TBMM Darbe girişimi Araştırma Komisyonuna bilgi verenlerden biri, “15 Temmuz darbe teşebbüsünü, fırsat bilerek meseleyi bütün dinî cemaatler ve tarikatlara genelleme yapmak isteyenler var.” dedi. Paranın güç haline geldiği bazı cemaat ve tarikatlarda devlete sızma riskleri vardır. Önemli olan, devletin riskleri önleme iradesi değil midir?

Elbette böyle bir risk vardır. Hatta daha ötesi bu risk başlamıştır. Çünkü başka tarikat ve cemaatlerin şu anda bile devletin içinde çok etkin olduğu görülmektedir. Orada dinlediğimiz özellikle emniyet adına gelen adını şimdi hatırlayamadığım bir akademisyen de, kendisini orada tanıdığım FETÖ’yü çok iyi tanıyan öğretim görevlisi Mustafa Öztürk hoca da aynı şeylere dikkat çekerek özellikle Menzilcilerle, Nurcuların Okuyucu ve yazıcı kanatlarının FETÖ’cülerden boşalan yerlere geçmek, oraları doldurmak için çok hevesli olduklarını söylediler. Ben de bunu görüyorum. Hatta herkesin bildiği bir bakanlık tamamen Menzilcilerin kontrolünde olduğu yaygın ve güçlü bir şekilde iddia edilmektedir.

Devletin hiyerarşisinden başka hiyerarşik yapılanmaya müsaade edilemez. Edilirse FETÖ gider, METÖ gelir. Başka bir şey gelir. Ama mutlaka gelir. Bu kadar deneyimden sonra böyle bir şeye müsaade etmek ihanetle eşdeğerdir.

FETÖ'YLE MÜCADELE SULANDIRILIYOR

Komisyonda tartışmaya yol açan yorumlardan biri de Gezi Parkı’nın da FETÖ örgütüne bağlanmasıydı. Darbe girişimi fırsat bilinerek, iktidara karşı olan bütün hareketler de FETÖ’ye mal edilirse, FETÖ ile mücadele inandırıcılığını yitirmez mi?

Bu refleksi, yani rakip görülen herkesi FETÖ’cü olarak göstererek itibarsızlaştırma, zora sokma anlayışının yoğun olduğunu görüyorum. Bu FETÖ ile mücadeleyi sulandırır. Sulandırıyor. Bu da mücadelenin inandırıcılığının yok olmasına sebep olur. İnandırıcılık kaybolursa mücadele zayıflar. Bu anlamda operasyonların sağlıklı yürümediğini söyleyebilirim. Böylesi bir durum sadece FETÖ’cülere yarar. Bu mücadele ne kadar sulanırsa onlar o kadar rahatlayacaklar. Kendilerinin dışında ne kadar çok insan bu işe bulaştırılıp mağdur edilirse, böylece gayri memnun kitle ne kadar artırılırsa FETÖ’cüler o kadar rahatlayacaklardır.

HİLMİ ÖZKÖK CEMAAT'E DİKKAT ÇEKENLERE “SİZ ALNI SECDEYE DEĞENLERLE NEDEN UĞRAŞIYORSUNUZ” DİYENLERDEN BİRİDİR

Genelkurmay eski başkanlarından Hilmi Özkök, Komisyonda, “2004 yılındaki Milli Güvenlik Kurulu'nda silahlı kuvvetler olarak Hükümeti kesin olarak bilgilendirdik. Sonra biz de ne yapılıyor diye izledik. Fakat fazla bir şey yapıldığını da göremedik” dedi. Sorumlunun kim olduğu sorusuna da “En başta hükümet sorumludur; orkestra şefi hükümettir.” dedi. Neler diyeceksiniz?

Hilmi Özkök’ün 2004 MGK’sında hükümete, o zaman kullanılan ismiyle Fetullahçılarla ilgili bilgilendirme yaptığı, ikaz ettiği, hükümetin ise tedbir noktasında bir şey yapmadığını söylediği basına yansıdı. Hatta söz konusu MGK toplantısının belgeleri de sızdırıldı. Elbette bu ülkede olan biten her şeyden hükümet sorumludur. Bu sözlere kim karşı çıkabilir. “Alnı secdeye değen çocuklara ne istediyseler verilmiştir.” Bu konuda kendilerine yapılan bütün ikazları kulak arkası etmişlerdir. Bu onların o gün işine gelmiştir. Ama sonra giderek güçlenen malum yapı bumerang gibi kendilerini de vurmuştur. Ama burada Hilmi Özkök’ün samimi olmadığını da söylemek zorundayım. Çünkü TSK içindeki Fetullahçı yapıyla mücadelede, mücadele etmeyenlerden biridir Hilmi Özkök. Çünkü TSK içindeki bu yapılanmaya dikkat çekenlere “siz alnı secdeye değenlerle neden uğraşıyorsunuz” diyen de Hilmi Özkök’tür. Dolayısıyla siz kendi evinizde tedbir almıyorsunuz, başkasına bu konuda tavsiyede bulunuyorsunuz. İnandırıcılığınız nedir Allah aşkına? Sen kendi kurumunda neden tedbir almadın demezler mi adama?

Yazdığınız kitaplarda FETÖ’nün gerçek kimliğini ortaya çıkaranlardan biri oldunuz. Cezaevi çıkışında da araştırmalarınızı sürdürdünüz. Sözgelimi, Ağacın Kurdu adlı kitabınız için askeri okullardan atılan kaç gençle, ordudan haksız yere atılan veya istifa etmek zorunda bırakılan kaç komutanla görüştünüz. Anlattıkları daha çok kişiler üzerine mi yoksa olaylar üzerine mi, örtüşüyordu?

Ağacın Kurdu isimli kitabı yazarken onlarca diyebileceğim askeri okuldan atılan gençle konuştum. Olaya dikkat çekmek için bunlardan bir kısmına kitabımda yer verdim. Ayrılmak zorunda kalan veya o aşamada olan, hala sistem içinde baskılara rağmen ısrarla görevine devam eden çok sayıda arkadaşımla değişik zaman ve zeminde görüşmelerim oldu.

Kişiler elbette önemli. Ama asıl TSK içinde kurulan FETÖ’cü sistem önemli. Bu anlamda kişilerden bahsederken de sistemi anlamaya ve anlatmaya çalıştık. Dolayısıyla anlatımlarda, kişiler üzerinden ortaya konulan olaylar dahası sistem, esas önemli olandı.

O askeri liselerde harp okullarında okuyan FETÖ dışı genç insanlara sırf okulları bıraksınlar diye eğitim adı altında uygulanan işkence yöntemlerine nasıl duyarsız kalınmış. Bilmeyen okuyucularımıza uyguladıkları bu yöntemlerinden birkaçını anlatır mısınız?

Askeri okullarda FETÖ yapılanması içinde olmadığı için okulları bırakmaları için işkenceye tabi tutulan gençlerle ilgili çok örnek var. Bir tanesini anlatayım: "Eğitin sırasında futbol sahasından çok daha uzun bir mesafeyi 30 saniyede koşmaları istenilir. Bu 100 metre koşucuların bile başaramayacağı bir süredir. Tabii kimse bu koşuyu zamanında bitiremez. Ceza olarak tekrar tekrar koşturulur. Tam dört saat. Aralarında bayılanlar olur. Bayılanları sırtlayıp onlarla “koşacaksınız” denilir. Daha sonra bayılanlar revire kaldırılır. Öğle yemeği bitmek üzereyken bölüğe dönerler. Kalan 10 dakikada yemek yemeleri istenilir. Sözgelimi Bölük normal yürüyüşle denize giderken bu çocuklar süründürülerek denize götürülür. Özellikle dikenli çalılık arazi tercih edilir. Vücutları çıplak olduğu için yara bere içinde kalırlar. Öğle yemeğinden sonra diğerlerine istirahat verilirken bu çocuklar açık alanda esas duruşta bekletilir.” Ben size bir tanesini anlattım. Yapılanları kitabımda bulabilirsiniz.

Sık sık şu sözleri duyabilirsiniz: ”Doktor olmak istedim ama Hakim oldum.” Subay olmayı yürekten isteyen bir genç, askeri okullara gider. Askerlik ruh ve heyecana bağlı bir meslek. Askeri okullardan atılan o gençlerde yaratılan travma, hayatları boyunca devam edecektir, değil mi?

Elbette. Ben bunu konuştuğum çocukların gözlerinde gördüm. Bir kısmının o zaman yaşadıklarından dolayı saçları beyazlamıştı. Kiminin sinir sistemi bozulmuş hala elleri titriyordu. Ama üniforma deyince gözlerinin nasıl parladığını, bir kısmının da nasıl gözlerinin dolduğunu gördüm. Bu çocukların büyük bir kısmında hangi işi yaparsa yapsın, üniforma aşkı devam edecek. Bu üniformayı giyememek belli oranda travma olarak da hayatları boyunca sürecek. Onların göreceli de olsa tek avunacakları şey kendilerine işkence eden FETÖ’nün subaylarının hemen hemen hepsinin 15 Temmuz gecesi kalkışmaya katıldıkları için şu an tutuklanmış olmalarıdır. Buradan ülkeyi yönetenlere sizin aracılığınızla seslenelim: Gelin bunca zulüm yaşamış ve FETÖ’nün gazabına uğramış bu çocukları yeniden sisteme kazandırın. Geri dönüşlerini sağlayın. Eğer FETÖ ile gerçekten köklü mücadele edilecekse bunlardan daha iyisini ve güvenilir olanını kimse bulamaz.

FETÖ’CÜ DOKTORLAR KENDİLERİNİ SAVAŞTA GÖRDÜKLERİ İÇİN VERDİKLERİ BU SAHTE RAPORLARI MÜBAH GÖRÜYORLAR

Doktorların görevi insanın ruh ve beden sağlığını korumaları ise FETÖ örgütüne mensup askeri doktorlar verdikleri sahte raporlarla sağlam olan kişilerin ruh sağlıklarını bozdukları gibi hastaneleri tedavi yeri olmaktan çıkarıp FETÖ denetim merkezi haline getirmişler. Bu araştırmayı yaparken, sonuçlara nasıl vardınız, bu yüzlerce raporla iş göremez hale getirilen başarılı subayları öğrencileri askerlik dışında bırakırken yöneticiler nasıl uyanmamışlar?

FETÖ’nün doktorlarının yaptığı insanlık dışı eylemler örgütün genel karakteristiğiyle doğru orantılıdır. FETÖ’cü doktorlar kendilerini savaşta gördükleri için verdikleri bu sahte raporları mubah görüyorlar. Savaşta yapılan hile normaldir öğretisi gereği, vicdanen rahatsız olmuyorlar. Bu konu o kadar açık ki, araştırmada, pek çok öğrencinin yanı sıra doktorlarla da görüştüm. Raporları gördüm. Bu raporların ne kadar tutarsız olduğunu tespit ettim. Benim emekli bir albay olarak tespit ettiklerimi yöneticilerin tespit etmemesi mümkün mü? Tek kelimeyle teslim olmuşlar desek yanlış olmaz. Gaflet, dalalet hatta…

Bizim duyumlarımıza göre bazı komutanlar, “FETÖ’cülerin temizlenmesi Güneydoğu’daki çatışmaları olumsuz etkiler. Moral değerleri zayıflatır. Personel zafiyetine sebep olur” demişler. Ancak FETÖ örgütüne mensup askerlerin vatan kurtarma gibi bir dertleri olmamış. Olsa bu yüzlerce insanın ordu dışında kalması için mücadele etmezlerdi, değil mi?

Evet aynen doğru. 15 Temmuz’a kadar komutanlar sivil savcıların operasyonunu bu şekilde engellemeye çalıştılar. Çatışmaları bahane ederek hükümeti bile oyaladıklarını biliyorum. Garabete bakın ki, MGK’ya göre terör örgütü kabul edilen bir yapının TSK içindeki elemanlarına Güneydoğu’daki çatışmaları olumsuz etkiler diye dokunulmuyor. Yani bu durumda terör örgütüne karşı terör örgütü kullanılıyor demektir bu değil mi? Böyle bir şey olur mu? Aslında doğru da değil. Generaller hariç onların o bölgede, sıcak çatışmanın içine mümkün olduğunca girmediklerini bilenlerdeniz. Genelde tayinlerle ilgili daireleri ellerinde olduğu için kendi adamlarını en risksiz yerlere tayin ettikleri bilmediğimiz konu değil. Bu konu, bu şekilde TSK içinde FETÖ’cülere yapılacak operasyonlara mani olmaya çalışan anlı şanlı komutanlar sorulmalı.

Benim en fazla içimi acıtan konulardan biri de kozmik odanın araştırılmasında Genel Kurmay kasalarında olan çok gizli bilgilerin yurt dışına nasıl çıkmış olduğu. Okuyucularımızın işin boyutunu anlamaları için kitabınızda sözünü ettiğiniz o bilgilerle ilgili birkaç örnek verebilir misiniz?

Kozmik oda ile ilgili ayrıntıyı Ağacın Kurdu isimli kitapta yazdım. Kısaca şöyle ifade edeyim. Kozmik odaya giren FETÖ’nün hâkimi Kadir Kayhan o zaman için oradan fazla bir şey alamaz.

Oradaki bir harici bellek (harddisk) dışarı çıkartılamaz ama bir kasaya kilitlenir ve kasa mühürlenir. Söz konusu belleğin içinde ne vardır? Bir işgal sırasında, işgale uğrayan bölgede halkı direnişe hazırlayacak ve düşmanın gerisinde eylem yaparak düşmanı zor duruma sokacak olan sivil unsurların isimleri vardır. Peki, bu isimleri kim merak eder? Çok açık bu ülkeyi işgali düşünenler…

2013 yılında FETÖ’cü yetkili savcı Mustafa Bilgili ile FETÖ’cü Genelkurmay Adli Müşaviri Albay Muharrem Köse anlaşarak hukuk kılıfıyla söz konusu harici belleğin savcılığa teslimini sağlarlar. Savcı bunu güya incelenmek üzere TÜBİTAK’daki FETÖ’cü sözde bilirkişilere gönderir. Onlar da bunun bir kopyasını alarak kayıplara karışırlar. Sizce işgal sırasında bizim geride savunmamızı sağlayacak, bir nevi vücudumuzun akyuvarları olan bu insanların isimleri kimlerin elindedir? Hangi ülkenin eline geçmiştir bu isimler?

FETÖ’NÜN YAPILANMASI DA TİPİK BİR İSTİHBARAT ÖRGÜTÜ GİBİDİR

Kumpas davalarının içeriğine bakarsanız casusluk, bombalama, ölüm emirleri, devleti ele geçirme her türlü suç sizlere yüklenmişti. Oysa bu eylemler, onların hedeflerinde, uygulayacakları planlarda yer almış. Bu planların arkasında sadece şu istihbarat örgütleri var diyebilir miyiz?

Bize yapılan kumpasın arkasında kaç istihbarat teşkilatı vardır bilmiyorum. Ama bize kumpas yapanların örneğin Balyoz planını hazırlayanların, 15 Temmuz ‘da bu planı uyguladığını görüyorum. Bunlar FETÖ’nün militanıydılar. Biz de yargılanırken hep bunu söyledik. Bu planları FETÖ’cü alçakların bizi tasfiye etmek için hazırladıklarını ifade ettik, ama o zamanlar fazla etkisi olmadı. Herhalde şimdi anlaşılmıştır. Ancak Başbakan’ın son açıklamalarını görünce bazılarının bunu hala anlamadığını, bu konuda patinaj yaptığını görüyorum. Tek kelimeyle yazık. Hala mı tehlikeyi görmüyor ve bu büyük yalana sığınıyor bazıları. Demek ki daha çok yaşanacak şey var.

Burada şunu ifade etmek gerekir ki, FETÖ’nün yapılanması da tipik bir istihbarat örgütü gibidir. Partnerini tespit etmek için çok gayret sarfına gerek yok. Sadece Graham Fuller’in kimliği her şeyi anlatır. Başka bir şey demeye gerek yok!

ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE EBEDİ DOSTLUKLAR YOK EBEDİ MENFAATLER VARDIR

Yaşadıklarımızın sonucunda müttefiklerimizle ilişkilerimizi yeniden gözden geçirerek, dış politikada tercihlerimizi yeniden değerlendirmemiz gerekmez mi?

Uluslararası ilişkilerde ebedi dostluklar yok, ebedi menfaatler vardır. Görünen batılı “dostların”, özellikle de okyanus ötesinde olanın açıktan Türkiye’nin altını oyduğu ortadır. Biz ne yaparsak yapalım, ne kadar dostane davranırsak davranalım değişen bir şey yok. Bu anlamda elbette pek çok nedenle uluslararası ilişkilerde sert değişiklikler, yön değiştirmelerin komplikasyonları da ağır olacaktır.

Aniden bir uçtan bir uca da savrulmamak da gerekir diye düşünüyorum. Yani batıdan tamamen vaz geçelim, NATO’dan çıkalım, Doğu’ya Avrasya’ya yaslanalım da demiyorum.

Bulunduğumuz coğrafyanın; pek çok handikabı, riski ve krizi bünyesinde barındırmakla beraber, riski iyi yönetebilirseniz avantajı da yüksektir.

Bizim çok ince bir denge siyaseti gütmemizin gerekliliğine inanıyorum. Biz “Ne olursa olsun ABD ve AB” dedikçe güneşe bırakılmış yağ gibi eridiğimiz, eriyeceğimiz açıktır. Bu anlamda öncelikle bölgedeki ülke ve toplumlarla güvenilir ilişkiler geliştirmemiz bir zarurettir. Sonra yakından uzağa, bütün ülkelerle gerçeklikten uzaklaşmadan, güvenilir ve iyi ilişkiler kurmak esas olmalıdır.

Başka mahalleden gelip, apartmanımızdaki komşumuzla aramızı bozanlara müsaade etmemeli, bu zemini yaratmamalıyız…

Bu güzel sohbet için teşekkür ederiz.

Bu fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim Nurzen Hanım.

Nurzen Amuran
Odatv.com

Hilmi Özkök FETÖ arşiv