Herkes referandumu konuşuyor ama ekonomik fırtına kapıda

Bazı kesimlerce bilimin gereği olduğu söylenen yapısal reform fırtınasıyla karşı karşıya kalacağımız anlaşılıyor...

Döndük dolaştık, yeniden çift rakamlı enflasyon rakamlarına ulaştık. TÜFE’de 2017 yılı Şubat ayında bir önceki aya göre yüzde 0,81, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 10,13 artış gerçekleşti. (http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=24782),

Alkollü içecekler ve tütün (yıllık yüzde 21,72) dışarıda tutulduğunda en yüksek artış ulaşım ve sağlıkta gerçekleşmiş. Sağlıktaki artış bir önceki aya göre yüzde 2,17 önceki yılın aynı ayına göre yüzde 12,53 olurken, hane halkı tüketim harcamaları arasında konut ve gıdadan sonra üçüncü sırada yer alan ulaşımdaki artış bir önceki aya göre yüzde 2,82, önceki yılın aynı ayına göre ise yüzde 17,96 olmuş.

ABD’li yatırım bankası Morgan Stanley’e göre, enflasyondaki artış sadece mevsimsel/dönemsel unsurlardan kaynaklanmıyor. Bankaya göre temel sorun, Merkez Bankasınca yapılan “örtülü” faiz artışlarının TL’nin değer kaybını durdurma konusunda yeterli olmaması. Bu durum, düşük reel faiz, zayıf kur, yüksek TÜFE, düşük reel faiz kısır döngüsünün tekrar ortaya çıkması ihtimalini artırıyor.

Bir diğer yatırım bankası Goldman Sachs'ın yaptığı açıklamada da benzer tespit ve vurgular söz konusu. Goldman Sachs’a göre, TL’nin değer kaybı ve yüksek petrol/enerji fiyatları, ekonomi üzerinde ciddi oranda bir baskı oluşturuyor. Artan enflasyon, TL üzerindeki değer kaybı baskısını daha da artırıyor.

NEO-LİBERAL BAĞIMLILIK POLİTİKALARI

Şubat ayı enflasyon rakamları Japon bankası Nomura’nın da gündemindeydi. Nomura’ya göre yıllık enflasyonun yüzde 11 seviyelerine dayandığı bir ortamda, ortalama fonlama faizini yüzde 10.4, marjinal fonlama faizini yüzde 11 seviyesinde (6 Mart 2017 itibarıyla yüzde 11,45) tutan TCMB'nin TL'nin değer kaybını durdurabilmesi pek de mümkün görünmüyor. (http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1990671-nomura-ortalama-fonlama-orani-tlyi-desteklemek-icin-cok-dusuk)

Tüm açıklamaların ortak noktası; yükselen enflasyon rakamları ile düşük faiz oranlarından kaynaklı olduğunu belirttikleri TL’nin değer kaybı arasındaki doğrudan bağlantıya (kur geçirgenliğine) dikkat çekiliyor olması.

Neo-liberal bağımlılık politikalarının kaçınılmaz sonucu olarak, gerek üretmek gerekse tüketebilmek için dış kaynağa/borca mecbur hale gelmiş bir ülke açısından, dünya çapında para satarak para kazanan bu kuruluşlar tarafından yapılan bu tespitlerin şaşırtıcı bir yanı yok. Söylenen şey son derece açık. Dışarıdan para gelsin istiyorsanız bunun bedelini yani faizini de ödeyeceksiniz. Tespit bu olunca, önerilen çözüm de ekonominin genel görünümündeki kötüleşmeyi yansıtacak, yatırımcıya/borç verene enflasyonun üzerinde kazanç sağlayacak şekilde faizlerin artırılması oluyor doğal olarak.

Faiz artırılacak ki, daha yüksek kaynak transferi karşılığında mevcut borçların döndürülebilmesi (temerrüde düşülmemesi), Yunanistan’da, İspanya’da benzerlerinin yakın geçmişte yaşandığı gibi neo-liberal bağımlılık ilişkilerinin sürdürülebilmesi sağlanabilsin. Bunun bedelinin ekonomide daralma yaşanması, krizin bedelinin sıradan insanların sırtına yüklenmesi olacağı gerçeği ise piyasayı ilgilendirmiyor doğal olarak. Hele ki bir de eksik kalan yapısal reformları tamamlarsak, Adam Smith’in meşhur “görünmez eli” (şimdiye kadar durmadan kriz üretmek dışında bir başarısı olmasa da), zaman içerisinde her şeyi yoluna koyacak diye düşünüyor olsalar gerek.

SİHİRLİ ÇÖZÜM

Her şeye para akımlarının sürmesi ve borçların döndürülebilmesi açısından bakan finans sektörü temsilcilerinin ağzından kolayca çıkıveren bu sihirli çözüm konusunda, iktidar kanadı en azından söylemde aynı görüşte değil. Daha da ileri giderek enflasyonun nedeninin bizatihi faizin kendisi olduğunu söylüyorlar. Ancak, daha önce defalarca paranın dini milliyeti olmaz diyen ve her fırsatta referandum sonrasında ekonomik bağımlılığı daha da artıracak yapısal reformların hızla tamamlanacağını söyleyerek piyasa güçlerine olumlu mesaj vermeye çalışan iktidarın, kategorik olarak küresel para ticaretinin olmazsa olmazı faize ya da orta ve uzun vadede faiz artışına karşı olduğunu varsaymak en azından şu an itibarıyla pek de olası görünmüyor. (http://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/son-dakika-haberi/simsek-onumuzde-kisa-vadeli-olarak-bir-tek-belirsizlik-referandum-kaldi-1696210/)

Sonuç olarak, referandum sonucunda ne karar çıkarsa çıksın, ekonomide durgunluğu daha da artıracak ciddi bir faiz artışı ve ekonominin kontrolünü yabancı finans çevreleri ve ardındaki siyasi güçlerin tercih ve taleplerine daha fazla bağımlı kılacak, bazı kesimlerce bilimin gereği olduğu söylenen yapısal reform fırtınasıyla karşı karşıya kalacağımız anlaşılıyor.

Ahmet Müfit

Odatv.com

ahmet müfit referandum ekonomi fırtına arşiv