Hep söylüyorlar ama enflasyonda beklenen düşüş neden olmuyor

Ahmet Müfit yazdı

TÜİK Şubat Ayı Enflasyon verilerigeçtiğimiz hafta içerisinde açıklandı. Buna göre, Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) 2018 yılı Şubat ayında bir önceki aya göre yüzde 0,73, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 10,26 oranında artmış, hayat pahalılığı, reel ücret artışlarının çok üzerinde bir düzeyde gerçekleşmiş durumda. Enflasyonun gelecek dönemdeki seyrini ortaya koyan en önemli gösterge olan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) verileri açısından da durum parlak değil. 2018 yılı Şubat ayı itibarıyla Yİ-ÜFE bir önceki aya göre yüzde 2,68, bir önceki yılın aynı ayına göre ise yüzde 13,71 artmış durumda. [1]

İktidar kanadının söylemlerinin aksine, enflasyondaki “beklenen” düşüş, bu ay da gerçekleşmedi. Yıllık en fazla artış, yüzde 15,66 ile endeks içerisindeki ağırlığı yüzde 7,6 olan ev eşyası grubunda gerçekleşirken, endeks içerisindeki ağırlığı yüzde 17,47 olan ulaşım sektöründeki artış yüzde 13,9 oldu.

MOODY'S NOT İNDİRMEKTE GECİKMEDİ

Verilerin açıklanması sonrasında piyasa kanallarında yapılan yorumlarda, enflasyondaki artışın en büyük nedenin, faizlerin düşük/baskı altında tutuluyor olması olduğu söylendi. 7 Mart günü toplanan, T. C. Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısından faizlerin artırılması yönünde bir karar çıkmasının enflasyondaki olumsuz seyrin yönünü değiştirebileceği söylense de, bu beklentinin mevcut siyasi koşullar/iktidarın bu konudaki olumsuz tavrı nedeniyle gerçekleşmesinin pek de mümkün olmadığı ifade edildi. Toplantı sonrası ortaya çıkan durum beklendiği gibi oldu; 12.75'lik mevcut faiz oranından fonlamaya devam edilmesi kararı alındı. Kurul, artık ağırlığı/yönlendiriciliği kalmadığını düşündüğüm, “Gerekirse daha da çok sertleşiriz” babında bir açıklama yaptı. Açıklama, uluslararası finans güçleri açısından da ikna edici bulunmamış olmalı ki, özellikle “kurumların direncindeki düşüşe” ve “parasal politikanın etkinliğindeki ilave aşınmaya” dikkat çeken Moody’s not indirmekte gecikmedi.

Peki, gerçekten de enflasyonun, yani hayat pahalılığının nedeni, piyasacıların ısrarla söylediği gibi faizlerin düşük olması mı? Piyasacılara göre; baskı altında tutulan faizler, gerek üreticilerin (sanayicinin, köylünün) gerekse hane halklarının gerekenden, yani ödeyebileceklerinden fazla kredi kullanabilmelerine olanak veriyor. Bu da “ekonominin”, mevcut koşullarını/gerçeklerini yansıtmayan oranda büyümesine neden oluyor. Kredilerin geri dönebilme riski artıyor, son tahlilde özel sektörün dış borcu ve kur riskini üstlenmek durumunda olan finans sisteminin kırılganlığı artıyor.

BU BEDELİN ÖDENMESİ GEREKİYOR

Finans kesiminin bakış açısıyla ve finans kesiminin çıkarları/bekası açısından bakıldığında, “teknik” olarak bu varsayıma/söyleme karşı çıkmak mümkün değil. Ancak, piyasacıların açıkça söylemedikleri -açıklamaya gerek duymadıkları- iki şey var. Birincisi, niçin üretmek ve tüketmek için dış kaynağa/borca, dış borçla finanse edilen kredilere muhtaç hale geldiğimiz/getirildiğimiz. İkincisi ise, faiz artışının neden olacağı ekonomik ve sosyal maliyetin kim ya da kimler tarafından ödenmek zorunda kalınacağı. Daha açık ifade etmek gerekirse, daha yüksek işsizlik, daha düşük ücretler, daha fazla sefalet, iflas eden, ayakta kalabilmek için daha çok kamu kaynağına, teşvike, desteğe ihtiyaç duyacak şirketler. Dar gelirli, emeğiyle geçinmeye çalışan sıradan insanların, daha da önemlisi gelecek nesillerin karşı karşıya kalacağı sıkıntılar.

Piyasacılara göre, “daha kötüsünü” engellemek için, bu bedelin ödenmesi gerekiyor. Piyasacıların "daha kötüsü" derken kastettikleri şey; piyasa düzeninin en önemli aktörleri olan bankalar ve finans şirketlerinin zor duruma düşmesi, sermaye piyasası yatırımcılarının zarar görmesi. Hükümet ise faizleri düşük tutarak, gerek dar gelirli toplum kesimleri, gerekse üretici kesimler (tarım, sanayi) açısından sürdürülmesi oldukça zorlaşan ödünç refahı, bir yandan sıra dışı teşvik/destek uygulamaları, diğer yandan ise kredi musluklarının olabildiğince açık kalmasını sağlayarak, siyaseten zorlu geçecek 2019 yılına kadar sürdürmek istiyor. Kaçınılmaz hale gelen ekonomik sorunlarla, seçimlerden önce yüzleşmek istemiyor.

İşin esas kötü yanı, mevcut durumun devamı da mümkün değil, sürdürmeye çalıştıkça daha çok batıyoruz. Anlayacağınız, "Kırk katır mı kırk satır mı" durumu söz konusu. Ya bedeli şimdi ödeyeceğiz, yada faturayı seçim sonrasına erteleyeceğiz. Her iki seçenekte de değişmeyen tek şey, faturayı sıradan insanların, ulusal sermayeli üretici güçlerin (tarımın, sanayinin) ödeyeceği gerçeği.

İlla ki bedel ödenecekse, yani bedel ödemekten kurtuluş yoksa, o zaman bu bedelin sürekli olarak bedel ödemeyi engelleyecek bir sistem değişikliği için ödenmesi gerektiği ise, şimdilik ne partilerin ne de vatandaşın gündeminde...

Ahmet Müfit

Odatv.com

[1] http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=2775

ahmet müfit odatv arşiv