"Helal gıda" olayının altında ne var

Aydın Tonga yazdı...

İslami literatürde yapılması serbest olan filler “helal” olarak nitelendirilmektedir. Bu bağlamda yaşamın birçok alanında karşılaşılan “helal” ifadeleri ile o an için yapılmakta olan davranış ve eylemlerin “caiz” olduğu, “mübah” dairesinde icra edildiği ifade edilmektedir. Peki, bu eylemlere o dini ruhsatı veren nedir ve bu eylemin sosyolojik, politik, dini ve ekonomik karşılığı nereye oturmaktadır?

MESELENİN EKONOMİK ANLAMI…

2016 yılında Türkiye’de düzenlenen “5. İslam İşbirliği Teşkilatı Helal Fuarı ve Dünya Helal Zirvesi”nde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu mesajı yayınlanmıştı: "Küresel helal pazarına yeni bir vizyon kazandıracak olan Dünya Helal Zirvesi’nin ülkemizin ticaret ve finans merkezi İstanbul’da gerçekleştirilmesi de bizler için büyük önem taşımaktadır."[i] Bu mesajın satır aralarında verdiği mesajı birazdan aktarmaya çalışacağız. Lakin ona geçmeden ifade edelim ki, söz konusu zirveye 80’i aşkın ülkeden helal gıda, turizm, finans, kimya, kozmetik, tıp ve eczacılık alanlarında faaliyet gösteren 7 bin 500'e yakın kişi ile üst düzey 150 marka, kurum ve kuruluş katılım göstermişti. Yani, “yeşil sermaye” olarak ifade edebileceğimiz şirketlerin büyük bir kısmı o zirvedeydi. Nihai olarak pazarın “helal” kısmında boy gösterebilmek ve “helal” pazarı ele geçirebilmek için, anılan zirveler gibi organizasyonları kaçırmamak gerekiyordu. Tam bu noktada Erdoğan’ın sözlerine geri dönebiliriz. Zira Erdoğan’da bu sözleriyle “helal pazarın” önemine vurgu yapıyor ve dolayısıyla “helal” meselesinde açığa çıkan “ekonomik ve politik” gerçekliği ifşa ediyordu.

"Helal gıda" olayının altında ne var - Resim : 1

Erdoğan’ın sözlerinde de açığa çıktığı üzere “helal” olan pazara çıkmıştı artık ve pazarın da müşterileri, kazancı, karı ve bütün bunları kapsayan bir piyasa ağı vardı. Onun için bir sektör olarak karşımızda duran “helal”, iktisadi ilişkilerden bağımsız olarak var olamazdı. Pek tabi olarak öyle oldu ve helal, “kapitalist” ilişkilerin ağının bağımlı endüstrisi olarak piyasadaki yerini almış oldu. Meselenin ekonomik anlamı bu... Diğer taraftan resmi ve kamusal bir olgu olarak, helali toplumun karşısına çıkaran irade aynı zamanda onu sahiplenen güç olarak da, topluma şu mesajı veriyordu: “Din ile yaşanacaksa onu sahip çıkan irade biziz. Bugün raflarda dahi “helal” ürünlerinden alıyorsanız bu bizim sayemizde.” Hal böyle olunca “dinin temsilcisi de” helali, kamusal olarak sahiplenen irade oluyordu. Bu da helal sektöründen politikaya düşen paydı sanırım. Bu arada hatırlatmak gerekiyor ki, ülkemizde de “Helal Akreditasyon Kurumu” adında bir resmi kurum faaliyete geçti. Kurumun amacı, resmi gazetede şöyle tanımlanmış: Helal uygunluk değerlendirme kuruluşlarını akredite etmek, bu kuruluşların ulusal veya uluslararası standartlara göre faaliyette bulunmalarını ve bu suretle düzenledikleri belgelerin ulusal ve uluslararası alanda kabulünü temin etmek üzere kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip, özel bütçeli Helal Akreditasyon Kurumunun kuruluş, teşkilat, görev ve yetkilerine ilişkin esasları düzenlemektir.” Mevzu önemli hani.

"Helal gıda" olayının altında ne var - Resim : 2

KİMİ MEZHEPLER SAKAL KESMEYİ YASAKLARKEN, KİMİLERİ DE...

Geçelim konunun dini ve sosyolojik ayağına. Bir defa şunu söylemek gerekiyor ki, helal olgusunu etraflıca tanımlayan irade, mezheplerin belirlediği “hukuk” kuralları aracılığıyla şekillenmişti. Yenilecek yemeklerden, giyilecek kıyafetlere, oradan içeceklere ve dahi mahrem ilişkilere kadar neyin helal neyin haram olduğuna mezhepler karar veriyordu. Fakat neyin helal neyin haram olduğu konusunda çoğu zaman bu mezhepler de anlaşamıyordu. Örneğin kırmızı elbise giymek Malikilere göre haram iken, Şafilere göre helal sayılıyordu. Yine sarı elbiseye Malikler helal derken diğer üç mezhep haram diyebiliyordu. Örneğin, Hanefiler zinhar at yiyemeyiz haram, derken Malikiler, pek tabi olarak bu yemeği helal dairesinde tanımlayabiliyorlardı. Öte yandan bu kez Şafiler kartal eti yemeyi haram olarak görürken diğer üç mezhep bu yemeği helal olarak tanımlayabiliyorlardı. Bunların dışında mezheplerin buyurduğu çok çarpıcı yasaklarda söz konusu olabiliyordu. Öyle ki, kimi mezhepler (Hanefi, Maliki, Hanbeli) sakal kesmeyi yasaklarken kimileri de aynı yasağı satranç (Hanefi, Maliki, Hanbeli) için uygulayabiliyordu. Konu ile ilgili örnekleri çoğaltabiliriz lakin iki örnekle bu kısmı sonlandırmak istiyoruz. Buna göre Hanefiler hariç, diğer mezhepler kadının hakimlik yapmasını doğru bulmuyor. Yine Hanefiler haricindeki diğer üç mezhep dinden dönen kadının da öldürülmesi gerektiğini savunabiliyor.[ii] Peki bu durumun dinen anlamı ne?

"Helal gıda" olayının altında ne var - Resim : 3

Anlamı şu: Helal olan kamusal anlamda da sahiplendiği için bütün çelişki ve açmazlarına rağmen “mezhepler” de dolaylı olarak hakikatin ve dinin temsilcileri olarak tescillenmiş oluyorlar. Diğer bir ifadeyle mezhepler, dine eşitlenmiş oluyor. Gelinen aşamada yalnızca din derslerinde, imam hatiplerde, ilahiyat fakültelerinde değil, çarşı pazarlarda da karar, mezheplere bırakılmıştı. Yani bundan böyle marketlerde dahi mezhep tezgâhları açılacak, oralarda bile dinin hakikati boy verecektir. Hadisenin laiklik tarafına değinmemiz gerekmiyor sanırım. Zira olan biten o kadar ortada ki…

YAŞAMIN KENDİSİ…

Nihai olarak “sektörleşen” helalin, bir de sosyolojik bir karşılığı, yansıması var ki, ona dair de birkaç kelam edelim. Yukarıda aktarmaya çalıştık, “dini bütün” arkadaşımız markete gittiğinde “helal tezgahına” yönelecek ve dinen almasında sakıncası olmayan ürünleri gönül rahatlığıyla sepetine yerleştirecektir. Bu durum yoksullar için “huzur”, zenginler içinse huzur, artı “vicdan rahatlığı” olarak kayda geçecektir. Nitekim, sahipsizliği ölçüsünde başını yukarı kaldıramayan yoksul, ona gösterilen dini vazifeleri yapacak ve böylece başını yastığa rahatça koyabilecektir. Öte yandan gelirini nasıl kazandığı, hangi ekonomik ilişkiler ağı içerisinde sınıfsal yükselişini gerçekleştirdiği konusunda en ufak “helal” endişesi olmayan “dindar Müslüman da” karşısına çıkarılan helal ürünleri satın alarak nasıl iman sahibi olduğuna bir kez daha tanık olacaktır.

Yazımız boyunca helal sektörünü çeşitli yansımalarıyla ele almaya çalıştık. Bu sektör kimin için ne sağlıyor ne getiriyor, öte taraftan getirisi oranında hangi kayıplara yol açıyor, neyi gizleyip kapatıyor, izah etmeye gayret ettik. Pek tabi olarak insanın inancı ve yaratıcıyla kurduğu bağ, kalbi ve vicdanıyla olduğu kadar, içinde bulunduğu ilişkiler ağıyla da şekillenmektedir. Onun için burada mesele bir “dindarın” neye inandığı kadar nasıl inandığı, inancını yaşam karşısına nasıl çıkardığıdır. Çünkü konu tam burada dini olduğu kadar sosyolojik ve ekonomik ayağıyla da önem kazanmakta, toplumsallaşmaktadır. Ezcümle toplumsal olana dair derdimizin olması da yaşamın ta kendisidir. Yukarıda belirttiğimiz gibi inanç biraz da bakma biçimiyle, yaşanma haliyle şekillenen bir olgudur. Onun için yazımızı çokça göz ardı edilen ya da gözden kaçırılan iki ayetle noktalamak istiyoruz. Ne de olsa “bakma biçimi” bakılan kadar önemli değil mi? [iii]

İşte o ayetler:

Şüphesiz ki Allah, size adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder; hayasızlıktan, fenalıktan ve azgınlıktan nehyeder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir.” (Nahl, 90)

"Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele." (Tevbe 34)​

Aydın Tonga

Odatv.com

[i] https://aa.com.tr/tr/turkiye/dunya-helal-zirvesi-nin-istanbul-da-yapilmasi-buyuk-onem-tasiyor/976237

[ii] Uydurulan Din Kurandaki Din. İstanbul yay.2011

[iii] Aydın Tonga, Derin İslam, Doğu Kitabevi, 2015.

aydın tonga odatv arşiv