Haşim Kılıç nasıl yanıldı

Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın, Manisa Barosu’nun düzenlediği konferansta, yine misyonuna uygun olarak, Yüksek Mahkeme’nin geçmişte imza attığı...

Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın, Manisa Barosu’nun düzenlediği konferansta, yine misyonuna uygun olarak, Yüksek Mahkeme’nin geçmişte imza attığı kararlarla ilgili eleştirilerde bulunduğu; “yargının milleti hizaya getirmeye çalıştığını ancak bunu başaramadığını” söylediği basında yer almıştır.[1]

Başkan’ın konuşmasında, Anayasa Mahkemesi ile ilgili iki önemli, ancak haksız eleştiri getirildiğini görüyoruz.

Birincisi, “TBMM'nin büyük bir ekseriyetle 411 milletvekilinin arzu ettiği, istediği, olması gerektiğine inandığı bir yasayı, bu kurum ortadan kaldırdı. Milletin iradesinin üstünde bir irade olduğunu gösterdi” ifadesinde yatan eleştiri.

İkincisi de, “1990 ile 2000 yılları arasında, 19 partinin kapatılmasına karar verdik” diyerek çok fazla siyasal parti kapatıldığını belirtmeye çalışması.

Her iki eleştirinin haksızlığı üzerinde durmak istiyoruz.

Milli irade

1) Birinci eleştiri, yükseköğretimde türbanı serbest bırakmak için yapılan Anayasa değişikliğini iptal eden Anayasa Mahkemesi kararına[2] ilişkindir. Bu amaçla, AKP ve MHP işbirliğiyle ve 411 kabul oyuyla bir yasa çıkarılmış; Anayasa Mahkemesi de önceki kararlarında olduğu gibi, yükseköğretim kurumlarında türban yasağının kaldırılmasını laiklik ilkesini zedeleyici nitelikte gördüğü için, Anayasa değişikliğine ilişkin bu yasayı iptal etmiştir.

Anayasa Mahkemesi Başkanı, farklı biçimde ifade edersek, “411 gibi çok sayıda milletvekilinin kabul ettiği yasanın, milli iradenin tecellisi olduğu için” iptal edilemeyeceği görüşündedir.

Bu görüşün en büyük yanılgısı “milli irade” anlayışındadır. Milli irade bir bütündür; çoğunluk ve azınlığıyla tüm siyasal görüşlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Çoğunluk tek başına milli irade demek değildir. Yalnızca siyasal iktidara verilen oylar “milli irade” olarak nitelendirilemez. Parlamentoda bulunan milli irade değil, onların temsilcileridir. Milli irade, “çoğunluğa” ülkeyi yönetme, “azınlığa” da ülkeyi yönetenleri denetleme görev ve yetkisi verir. Denetleme yetkisi, demokratik ülkelerde “yasamanın yürütmeyi denetlemesi” biçimindedir; ancak bizim gibi “tek adam demokrasilerinde” çoğunluğa mensup milletvekilleri, kendilerinin de ifade ettikleri gibi “oy makinesi” durumunda oldukları için, denetim görevi ne yazık ki azınlıkla sınırlı kalmaktadır.

Aslında parlamentoları oluşturan oylar yalnızca seçmenlere ilişkindir. Yani halkın tümünün değil, ancak bir kısmının iradesini yansıtmaktadır. Seçmen iradesini “milli irade” olarak nitelendirilmesi bilinçli bir çarpıtmadır. Bakınız ABD’de, 1794’de anayasa mahkemesi yetkisi ile donatılırken Supreme Court için ABD’li Bakan Alexander Hamilton ne diyor:

"Hukukun bir sorunu ele alması, anlatımını Anayasa'da bulan tüm halkın istencinin garanti altına alınmasıdır, ki halkın sadece bir bölümünü temsil eden Yasama organının geçici yapıdaki istencinden üstündür".

Üstelik milli irade de anayasal ilke ve kurallarla bağlıdır. Egemenlik kayıtsız, koşulsuz Türk Ulusu’nundur. Ancak Türk Ulusu egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. (M.6) Yani milli irade de sınırsız bir güce sahip değildir. Anayasal ilke ve kurallarla sınırlıdır. Örneğin, milli irade, demokrasiyi ve insan haklarını ihlal eden kararlar alınmasını geçerli (meşru) kılamaz.

Kuşkusuz, milli irade gibi, kendi alanlarında egemenliği kullanan organlar da anayasal ilke ve kurallarla bağlıdırlar. (M.11)

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çağdaş demokrasilerde, demokrasinin olmazsa olmaz kurumları arasına giren anayasa mahkemeleri kurulmuş ve bu mahkemelere, iktidarları anayasal sınırlar içinde tutma görev ve yetkisi verilmiştir. Anayasa mahkemeleri bu yetkilerini anayasaya uygunluk denetimi yaparak kullanırlar. Yasama organının işlemleri ile siyasal partilerin tüzük, program ve eylemlerinin anayasaya uygun olup olmadığı anayasa mahkemelerince denetlenir ve aykırı olanların hukuk aleminde kalmasına izin verilmez.

Anayasa mahkemelerinin uygunluk denetimi, demokrasilerin olduğu kadar milli iradenin de güvencesidir. Anayasa mahkemesi milli iradeyi, temsilcilerinin anayasa dışı işlem yapmasından korur. Çünkü milli irade, çoğunluktaki temsilcisine anayasal sınırlar içinde kalmak koşuluyla yönetme yetkisi vermiştir. Çoğunluk iktidarının keyfi yönetim sonucu faşist rejime dönüşmesinden en büyük zararı görecek olan milli iradedir.

Anayasa mahkemelerinin uygunluk denetimi kapsamına giren yasalar, kabul oy sayısına göre sınıflandırılamaz. Yasa kaç oyla kabul edilirse edilsin anayasal denetime bağlıdır. Anayasa Mahkemesi Başkanı tarafından verilen örnek anayasa değişikliğine ilişkin olduğu için belirtilmelidir ki, 330 oyla da, 411 oyla da kabul edilse; hatta referandumla kabul edilip yürürlüğe konulsa da sonuç değişmez. Kabul oyunun çok olduğuna dayanılarak fark yaratılması, konuya hukuksal değil, siyasal, hatta ideolojik bakmanın sonucudur.

Siyasal parti kapatma

2) Siyasal parti kapatma konusuna gelince: Mahkeme Başkanı, eleştirel nitelikte 1990-2000 yılları arasında 19 partinin kapatıldığını söylemiştir. Bu konuyu açıklamak için 1990-2000 yılları arasında kalmaya gerek yoktur.

Ülkemizde siyasal partilerin kapatılması sürekli tartışıla gelmiştir. Anayasa Mahkemesi bugüne kadar “irtica” ve “bölücülük” söz konusu olduğunda kapatma kararı vermekten çekinmemiştir. Açılan dava üzerine siyasal partilerin bu konulardaki eylemleri, laik Cumhuriyet ile ulus ve ülke bütünlüğü ilkeleri gereği kapatma ile sonuçlandırılmıştır. Aynı zamanda anayasal düzeni koruma kurulu olarak işlev gören Anayasa Mahkemesi, bu konularda hiç ödün vermemiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin kapattığı siyasal partiler yüzünden ülkemizin parti mezarlığına çevrildiği söylenmektedir. Bu söyleme göre ülkemizde kapatılan parti sayısı 25’e ulaşmıştır. Oysa, Avrupa ülkelerinde bu sayı 5-6’yı geçmemektedir. Siyasal partilerin kapatılması, demokratik düzeni içselleştirmesiyle, bu düzeni benimsemesiyle, rejimle barışık olmasıyla doğrudan ilgilidir. Eğer siyasal parti rejimle barışıksa uygulamada siyasal parti kapatılmasıyla hemen hemen hiç karşılaşılmamaktadır. Rejime yönelik tehdit ve tehlikenin varlığı durumunda ise, bu olgu tersine dönmektedir.

Demokrasi anlayışı ne olursa olsun devlet, kendi varlığını ve rejimini tehdit eden siyasal partileri, tehlikenin somutlaştığı ölçüde yasaklama eğilimindedir.

Türkiye’de çok parti kapatıldığını ileri sürenler, her kapatılan partinin başka bir adla yeniden kurulduğunu, bu partilerin rejimle sorunu olduğunu, bu nedenle daha önce kapatılmalarına neden olan eylemlerini aynen sürdürdüklerini göz ardı etmektedirler.

1968 yılından günümüze kadar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, Anayasa Mahkemesi’ne 42 kapatma istemli dava açılmıştır. Bu davalardan;

- 16’sı “ret”le sonuçlanmıştır. [Bunlardan, biri “bölünmez bütünlük” (HAKPAR), diğeri “laiklik” (AKP) ilkelerine aykırılıktan açılan son davalardır. İkisinde de, nitelikli çoğunluğa ulaşılamadığı için kapatma kararı çıkmadığını anımsatmak gerekir.]

- 1 davada, siyasal parti kendini kapattığı için karar alınmasına gerek görülmemiştir.

- 25 dava “kapatma” ile sonuçlanmıştır. Ancak; kapatma kararlarından,

* 7’si; uyarılara karşın yasal eksikliklerin giderilmemesi, hesap verilmemesi ya da siyasal partinin hukuksal varlığının sona ermesi gibi nedenlere dayanmaktadır.

* 14’ü “bölünmez bütünlük”, 4’ü de “laiklik” ilkelerine aykırılık nedeniyle alınmıştır.

Usulü nedenlerle yasal zorunluluk gereği kapatılan 7 parti dikkate alınmaz; birbirinin devamı niteliğinde kurulan, bilinçli bir biçimde “irticai” ve “bölücü” eylemlerin odağı olmakta ısrar eden 18 siyasal partinin tutumu göz önünde bulundurulursa, işin özünde kapatılan siyasal parti sayısının 2 olduğu görülecektir. Yani durum, söylendiğinin tersine Avrupa standartlarından farklı değildir.

İşte sürekli çarpıtılan siyasal parti kapatma konusundaki durum budur.

Kararların parçası olmak

Bir anayasa mahkemesi başkanının, mahkemesinin geçmiş kararlarını kendi ideolojisine uygun olmadığı için, uygun ortam bulduğunda eleştirmesi çok acı, üzücü ve düşündürücüdür. Çünkü yaptığı açıklamada verdiği örnek türbanla ilgilidir; yani ideolojiktir. Konuşmasındaki “Yavrularımıza yapılan o zulümler, eğitim haklarının ellerinden alınması, eğitimlerinin engellenmesi, ikna odalarının kurulması, bir kimlikle ikna odasına giren yavrunun arka kapıdan başka bir kimlikle çıktığına hepimiz şahidiz” vurgulaması da bunu göstermektedir.

O zaman sormak gerekir: 1990 yılında Anayasa Mahkemesi üyeliğine getirildiğine göre, siyasal iktidarla paylaştığı ideolojisine uygun yeni Anayasa Mahkemesi’nin oluşturulduğu 2010 yılına kadar, yani 20 yıl “bu milleti hizaya getirmeye çalışan” bir Anayasa Mahkemesi’nden istifa etmeyi acaba neden düşünmemiş ve “milleti hizaya getirmenin” parçası olmuştur? Çünkü azınlıkta da kalınsa, sonuçta başkan ve üyeler kararların öğeleridirler.

Bülent Serim

Odatv.com

[1] Yurt.com, 30.03.2013

[2] AYMK: 05.06.2008, E. 2008/16, K.2008/116

haşim kılıç türban arşiv