Nihat Genç: Hangi Ordu

Son PKK saldırısından sonra yazılanları okuyoruz, hangi görüşten olursa olsun hepsinin mutabakata vardığı bir nokta var, bir Türk Ordusu’nun...

Son PKK saldırısından sonra yazılanları okuyoruz, hangi görüşten olursa olsun hepsinin mutabakata vardığı bir nokta var, bir Türk Ordusu’nun varlığından söz ediliyor.

Ergenekon ve Balyoz ve Kozmik Oda arama süreçlerini bu ülke beş seneye yakın hiç yaşamamış gibi hala bir Türk Ordusu’nun varlığından söz edilmesi oyun gibi şaka gibi. Ee orada ne yapıyorlar derseniz siz gazetelerinizde nasıl ekmek parasına her şeye sessiz kalıyorsanız onlar da orda ekmek parasına.

Türkiye’de bir Türk Ordusu var mı?

İlerde yazılacak yakın tarihin giriş cümleleri şöyle olacak, Birinci Körfez Savaşı’nda Özal bir koyalım üç alalım dedi, Kerkük havuç’unu gösterdi, federasyon dedi. Asker Özal’ın Irak’a girelim düşüncesine karşı çıktı, hatta genelkurmay başkanı Torumtay girmem diye istifa etti…

İkinci Körfez savaşı ise tezkere oylamasıyla gündeme geldi, yine ABD’yle kuzeyden girelim dendi, ordunun kurmay kadrosu gazetelere beyanatlar verip karşı çıktı ve sonları oldu.

Bu iki olaya ilaveten ayrıca Ecevit’in 80 öncesi kendi başına Kıbrıs sorunu çıkartması ve bu Körfez savaşı günlerinde de ABD’ye rağmen gidip Saddam’la görüşmesi ve sonrasında Cumhuriyet mitingleri falan işin tuzu biberi oldu.

ABD işte bu gelişmelerle Türk Ordusu’nu bitirme kararı aldı Türk ordusunun tarihinde görülmemiş şekilde meydan okudu, ve önce başlarına çuval geçirip sonra dinleme dosyaları Balyoz davalarıyla Türk Ordusu’nun ipini çekti.

Ortaya konuşursak Türk Ordusu’nun kurmaylarını iki şey yaktı, birincisi, Atatürk’ün ‘yurtta sulh cihanda sulh’ sözüne Orta-Doğu ve ABD gerçeklerinden uzak bağlı kalmaları.

İkinci hataları, Sovyetler’in çözülmesini iyi tahlil edemediler ve ordu içinden ‘milli’ çıkışlar söz konusu oldu. Tıpkı İsmet İnönü’nün 60’ların ortasında ‘yeni bir dünya kurulur biz de yerimizi alırız’ demesiyle iktidardan uçurulmasının aynısı bu süreçte yaşandı.

Sovyetler’in çözülmesiyle Türk ordusunun kurmay kadrosunda artık anti-komünist karakol bekçiliği sona erdi, deyip, geçmiş elli yılda Nato’ya körü körüne bağlılığını aleni toplantılarla mitinglerle gazete yazılarıyla tartışmaya başladılar, cesaretleri sağlam ama kurumsal örgütsel güçleri berbattı.

Ve ABD’ye göbekten bağlılığı biraz hafifletebilir miyiz diye üç-beş cümle etmeye kalmadı, ki anında hepsinin kelleleri uçuruldu, zırhtan dokunulmaz gururları üç paralık edildi.

Ve ABD tüm hiyerarşik kurmay silsilesini tarihlerde ilk defa alt-üst etti, sırada kim var kim yok, hepsi topluca ifadeleri dahi alınmadan içeri tıkıldılar, karmaşa ve kargaşayı ekranlardan ayyuka çıkartıp itibarsızlığın dibini çıkarttılar.

Şu anda orda bir Türk Ordusu var ama bu ordu ‘milli çıkışlar’ yapmanın ağır maliyetini acımasızca yaşadığı için olmalı, ki işte yeni Türk Ordusu’nun genelkurmay başkanı, ilk sözüne bismillah, ABD olmadan olmaz diye söze başlıyor, içeri tıkılmış eski arkadaşlarının haddini aşmış cüretinden özür diler gibi.

Biliyorsunuz dini kültürümüzde her işe başlarken ‘bismillah’ demek, esirgeyen koruyan rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla başlamak demek. Neden ‘bismillah’ deriz işimiz rast gelsin diye, neden bismillah deriz Allah’ın desteğini almak için.

Evet, ordumuz için artık ‘bismillah’, esirgeyen koruyan ABD’nin adıyla lafa girmek kendi yeni gerçeğine bizce de çok uygundur, artık sıra bu gerçeklerin bando marşlarına yazılmasına gelmiştir, sen çok yaşa Harbiye yerine kelime geliştirilip Washington yazılması gibi, ramak kaldı. (Bu işgal günlerinde hiç kimse askerin başından hiç değilse yaralı hiç değilse gizlice için için akan kanın sızısını duymayı beklemesin.)

Buraya kadar anlaşılmayan bir şey var mı? Peki şimdi ekranlarda siyasetçiler ve gazeteciler PKK’yla savaşta ordu şöyle yapmalı, ordu şunu yapamadı, ordunun şuyu eksik, ordu bunları yapmalı, diye laf döndürüyorlar, bu içinde ‘ordu’ geçen lafların bir anlamı var mı? ABD’yle yapılan gizli el altından savaşta ordunun yenildiği bir gerçek değil mi, sarsılmaz cesaretinin gözleri oyulmadı mı?

Hangi ordu, ortada tepeden tırnağa ABD’nin dizayn ettiği bir ordu var, ve halkın yüzde ellisi medyanın yüzde doksanı şehvetle bu cici orduyu alkışlamadı mı, o halde?

O halde ‘terör’ sorununu konuşacaksanız gidip ABD’yle konuşacaksınız, işgal edilmiş olduğumuz gerçeğini iki de bir unutmanın halkı uyutmanın hala bir anlamı var mı?

Gerçek bu, milli güçler dağıtıldı ve inatçı birkaç hareketin tek başına kavgasında da şimdilik bir direniş söz konusu ama umut görünmüyor.

Ama hala bir ‘ordudur’ gidiyor, yok Türk Ordusu dünyanın dördüncü gücüymüş, yok Türk ordusu bölgenin en büyük ordusuymuş, gibi laflar havalarda uçuyor. Bu dördüncü güç bu bölgenin en büyük gücü gibi laflar eski dönemin hoşa giden laflarıydı, bu boş böbürlenmeleri hala kullananlar bilmem kimin ‘gururuna’ hizmet ediyorlar, üstelik Ali Bayramoğlu, Cengiz Çandar, Hasan Cemaller çok kızar size, söyleyeyim, üstelik çözüme bu kadar yakınlaşmışken.

ABD’nin teslim aldığı ve sonra emir-komuta düzenini istediği gibi şekillendirdiği bir ordu, nasıl oluyor da bölgenin en büyük gücü oluyor, anlayabilmiş değilim, sabahlara kadar ekranlarda doğrusu neyi tartışıyorlar bilen varsa beri gelsin, üstelik bir yarısı içerde hala en küçük bir üzüntü hissiyatı dahi kimse duyabilmiş değil.

Son seksen yılın tarihinde ordunuz ilk defa vira bismillah ‘NATO’ya bu köpeklik fazla’ diye mırıldanıyordu ki toz duman edildi, hepiniz de kurmayların içeri tıkılmasına alkış tuttunuz, hatta karargahlarından tek adım dışarı ayak atılmasını dahi en büyük darbe suçu sayıp manşetlere çektiniz.

Şimdi köpeklerine Amerika işte böyle ‘havanda su dövdürür’. Ekranlar çok, gazeteler dünya kadar bol, dövün havanda sularınızı.

Havanda su döverken havana koyduğunuz bir çok şey doğru, mesela, şehitlerimiz var bu doğru, PKK terör örgütü var bu da doğru, ağlayan anneler yanan ocaklar var bu da doğru?

Peki ortada bir ordu var mı? Korkusundan hudutlara değil kendi karargah çevresine Çin Seddi çekip içine kapanmış bütün küçük düşürmeleri sinesine çekmiş bir ordu.

Bir daha bakalım, ABD’nin Türk ordusunu baştan aşağı dizayn edilmesine hangi gerekçelerle on yıllarca destek verdiniz, en başta kahraman sloganınız şuydu: Askeri vesayet…

Yani ileri demokrasiniz askeri vesayeti bitirecek yerine sivil siyasetin kurumlarını getirecekmiş. Bu da doğru.

O halde ordumuzun başında yani emir-komuta zincirinin en üstünde emirleri veren sivil cumhurbaşkanı başbakan ve meclisin olması lazım.

Bu da doğru. Peki Genelkurmay başkanımız neden ‘ABD olmazsa olmaz’ diyor, bence şöyle demeliydi, kararı cumhurbaşkanı, başbakan ve meclis verir, demeliydi.

Demek ki askeri vesayetle kastedilen ‘sivil’ geyiği çevirip tasmayı ipleri ABD’nin eline vermekmiş.
Bir ilkokul çocuğu ve seksenlik bir nine dahi bu yazıyı okuduğunda neler döndüğünü ne söylenmek istendiğini gayet açıklıkla anlayabilir?

Yani ortada bir ordu yoksa bir sivil irade (meclis) yoksa ortada dönen ‘sorunu çözelim’ dayatmaları nedir?

Gerçek şudur, ABD hakikaten başkomutanlık yapıyor, vesayet, Allah ilerici demokrat liberal yazarlarımızdan razı olsun ABD’ye medya şenlikleriyle devredilmiştir. Bakın ortada ne istihbarat var ne heron var, vurdurtuyor öldürtüyor, basıyor, katlediyor.

ABD’nin dayattığı çözüme, rıza gösterene kadar, bu baskınlar bu cenazeler böyle gidecek.
ABD Türkiye kamuoyunu başta partileri olmak üzere çözüme işte bu kanlı yöntemlerle çalışıyor, başkomutanlık yapan gerçek ‘vasimiz’, askerlerimizi öldürtmeye devam edecek.
Yani sizi döve döve yani sizi öldüre öldüre yani size cenaze kaldırta kaldırta federasyon mu özerklik mi ne boksa sizi süründürerek kabul ettirmek istiyor.

Sakın ola ki ORDUMUZUN BİR BAŞI yok demeyin, bir aşk kırgınlığı bir aşk ayrılığından söz etmiyoruz, gerçek topyekün bir hezimeti konuşuyoruz, galipler bu düzenlemeleri yapan güçler.

Sakın ola ki Türkiye’nin bir çözüm politikası yok da demeyin, var: katliamlar yaptıra yaptıra kamuoyunu sindire sindire, AKP’sini CHP’sini, mecliste anayasal çoğunluk, yüzde altmışbeşleri bulana kadar bu kanlı döngü sürecek. Bugün yine iyisiniz, siz kravatınızı bağlayıncaya traş olmaya vakit bulamadan daha nice cenazeler kalkacak, ordunun boş yazışmaları talimatları ekranların zırva tartışmaları bitmeyecek.

CHP’yi MHP’yi dağıtan ‘kaset skandaları’ sizi şaşırtmadı mı? İktidarın yüzde ellilik gücü varken hala irili ufaklı büyük küçük bütün muhalif güçleri dağıtmasının bir anlamı var mıydı? Zaten yüzde elli oyun var, un ufak olmuş muhalefetin hala tozunu dahi havalara savurmanın anlamı neydi?
Şuydu, yüzde elli yetmez, yüzde altmışbeş…

Yeri göğü yaratan ABD’nin tek isteği yüzde altmışbeş’i bulmak. Bugünler, yaşanan herşey, yazılan herşey yüzdealtmışbeş’leri bulmanın, yani CHP’yi de peşine takıp dağıtıp yüzde onlara, MHP’yi de tuzağa düşürüp baraj altında tutarak, anayasayı değiştirecek yol üzerinde ilerliyor.

Türkiye’yi içerden dışarıdan yöneten güçler terörüyle meclisiyle gazeteleriyle anayasayı değiştirecek yüzde altmışbeşler’in hesabını denk getirene kadar karakollar patlayacak…

Yanisi kardeşlerim, ABD bayrağından seccade yapıp .ötü kaptırdıktan sonra, ekrandaki mırıltılarınızı duyamıyorum dua mıdır orgazm çığlığı mı anlayamıyorum.

Eskiden ekranlarda daha ateşliydiniz, ordu kendi askerini öldürüyor diyordunuz, bu kaba hantal orduyla olmaz diyordunuz, askerleri ölürken tatile çıkmış generallere ana avrat düz gidiyordunuz, hayırdır bugün hiçbirini duyamıyoruz. Yeni ordumuzun komutanları şimdi ‘sessizlik ayininde’ yani ‘meditasyondalar’, bilmem bu konuşmalarınız bu yeni dönemde onların içini ferahlatıyor mu, Allah onlara da cemaat sabrı versin.

Artık para kesenize nasıl düğüm attığınızı biliyorlar basurunuzu aynı iple düğümleyip bu sefer bızıktan kilitliyorlar bağırsak beyinlerinizi.

Ve sonra ‘İslam’ der geyirir. Geyirir yine ‘müslümanım’ der. Mecliste geyirir, ekranda geyirir…
Eskiler it osuruğu der, sabahlara kadar ekranlarda geyirir hırlaşır, cemaatin tosuncukları önde, kazları arkada, PKK ve terör konuşmak, artık festivali de geçti üç aylar gibi kandil gibi mübarek bir dini ibadetten sayılır oldu.

Görüyorum ekranlarda hararet basıyor suratlarını, işeyerek söndürülen ateşin buğusu gibi dumanlar çıkıyor kermes parasıyla satın alınmış melamin kafalardan.
Yem torbası gibi sarkmış gıdılarını görüyorum.

ABD bayrağından bir seccade, buna da yanmıyorum. Ama ekranda bizleri muhatap alınca bir koftiden kabadayılar sormayın.

Kırkpınar meydanına hazırlanır gibi yağlanıp yağlanıp bir abdest alışları var ki, be mübarekler askere karşı en onursuz kelimeleri tutan yok atmaya sallamaya gelince, Kocayusuf gibi boğaları kucaklayıp kucaklayıp nasıl gık demeden kaldırıyorlardı.

Yani bize gelince, seccadeyi çayır güreşine hazırlanır gibi seriyorlar.

Be dinsiz ahlaksız, hepimiz şüphesiz huşuyla eğiliriz Allah’ın huzurunda rüku’da.

Ey ahali siz de görmüyor musunuz, ABD’nin önünde domalmayı siyasi ilmihale ibadetlerin en hayırlısına çoktan sokmuş bunlar.

İşte dinlediniz yine katliam sonrası yüzlerce tartışma, tek satır ABD’den söz edecek tek numüne yok ama hepsi demokratmış hepsi çözümden yanaymış, cahil köpekler, savaşta yalnız cesaret kazanır.
Neyse üzülmeyin yaklaşıyor Ramazan, orucu neler bozar diye başlar vaazlar, halkımızı yine imanla coşturur bunlar, şöyle manşetlere hazır olun, ‘Türk ordusunda bir ilk, 3. ordu topluca oruç açtı.’, oniki ay’ın sultanı hayırlı aylarda bir iman telaşı sarar ahaliyi sormayın, hürriyeti olmayanın işte böyle köpek derisinden olur iman’ı.

Benim de bir çözümüm var askere giden gençlere hayırlısıyla, ABD ordusuna asker yazılıp aldıkları parayla bedelli parasını ödesinler, hiç değilse Allah’ın huzurunda yalan söylememiş olur, bir de kendilerini insan olarak koruyan bir hukuk’ları olur.

Ah daralıyor insan, gömleğini önünden parçalamak değil göğüs kaburgalarını yırtarak açmak istiyor…
Ah nerde o Kocatepe’nin atlıları, öyle bir çifte attı ki nallarının çivisini Avrupa’nın alnına çaktı, bize düşen artık, Safiye Ayla’nın eski şarkılarını dinler gibi açıp kitapları gizli gizli o günleri okuyup okuyup ağlamak mı?.

Nihat Genç

Odatv.com

TSK ABD turgut özal 1 mart teskeresi arşiv