"HAMİDİYE KÜRTLERİ"

Türkiye’nin ağır bir iç savaştan geçtiğine dair değerlendirmelerin devletin en üst kademelerinde bile kabul edildiği bir dönemden geçiyoruz. Bu iç...

Türkiye’nin ağır bir iç savaştan geçtiğine dair değerlendirmelerin devletin en üst kademelerinde bile kabul edildiği bir dönemden geçiyoruz. Bu iç savaşın bir tarafında, cumhuriyete karşı odak olduğu Anayasa MAhkemesi tarafından tescil edilen hükümet partisi bulunmaktadır ve bu parti ağır bir meşruiyet bunalımı içindedir. Siyasi iktidarın erime sürecine girdiği bu günlerde, düşüşünü önlemek isteyen bazı kesimlerin çeşitli girişimlerde bulunduğunu gözlemliyoruz. Bu yazı, bu girişimlerden yalnızca birini, AKP’nin düşmesini kendi sonları olarak gören Kürt politikacılarını konu edinmektedir.

Tam da bu noktada, ileride açmak üzere, Kürtlerin homojen bir görünüm sergilemediğini belirtmek gerekiyor. Eski DEP milletvekili Hatip Dicle’nin, Habur’daki “seyyar mahkeme” konusundaki açıklamalarını da bu çerçevede ele almak mümkün; öyle ki bu iddianın doğru çıkması halinde, hükümet partisinin kapatılması işten bile değildir. O halde Dicle’nin bu iddiasını, AKP’nin varlığına kasteden bir çıkış olarak düşünebiliriz.

Habur Skandalı ve AKP’ye Destek

Buradan devam edelim. Eski DTP genel başkanı ve Habur meselesinin odağındaki isim Ahmet Türk, AKP’yi bu sıkıntıdan kurtarmak üzere, siyasi ve insani ilişkilerde esas olan “mücadele arkadaşlığı” hukukunu çiğneyerek, zindanda bulunan arkadaşının iddialarını tekzip etmiştir. Hâlbuki o açıklamasında Dicle, Habur’da PKK’lıların geçişine göz yuman savcıların, iki ay sonra kendisini tutukladığını söylemişti.

Kendisini AKP’yi Habur skandalından kurtarmaya adamış bir diğer Kürt siyasetçisi, Sırrı Sakık, psikolojideki yansıtma ilkesini kullanarak, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a gensoru önergesi veren CHP’nin ‘99 seçimlerinde 20 PKK’lı militanı kendi listesinden milletvekili yapmak için kendilerine teklifte bulunduğunu iddia etmiştir.

Ara sonuca varmadan önce, BDP siyasetinin AKP hükümetine açık desteğini gösteren diğer gelişmeleri de buraya alalım.

En grotesk olanıyla devam edebiliriz; hatırlanacaktır, Emine Erdoğan’ın GATA’da tedavi gören ünlü Nejat Uygur’a geçmiş olsuna gidememesi, Tayyip Erdoğan tarafından gündeme getirilmiş ve tartışma konusu olmuştu. Akşam Gazetesi’nden Özlem Çelik’in “Sizce Emine Erdoğan mağdur mu, yoksa mağrur mu?” şeklindeki sorusuna BDP milletvekili Sevahir Bayındır, “Emine hanım kesinlikle mağdur” cevabını vererek türbanın cumhuriyet kurumlarına girmesini desteklemiştir.

Tarikat karşıtı soruşturmalarıyla bilinen Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’i hukuksuz bir şekilde tutuklayan savcıların HSYK tarafından özel yetkilerinin alınması, hükümet tarafından öfkeyle karşılanmış ve hatta HSYK kastedilerek “Bu kurumlarla devam edemeyiz” denmişti. Ardından da hükümet, yüksek yargıyı meclis dolayımıyla hükümete bağlayacak yargı reformu girişimlerini başlatmıştı. Bunun üzerine, Hatip Dicle’nin tekzipçilerinden BDP başkanı Selahattin Demirtaş, “HSYK feshedilmelidir” açıklamasını yaparak, diktatörlük anlamına gelecek düzenlemelere destek verecekleri mesajını vermiştir.

Son olarak, Kürt siyasetçilerinden Hasip Kaplan’ın, Balyoz soruşturması kapsamında yapılan gözaltıları “hukuk devletinin gereği” olarak görmüş olmasına değinelim. Her türlü ciddiyet ölçütünden yoksun bu kariyerist avukat, komutanların istifası konusuna ilişkin bir soruya, “Generaller giderse yerine albaylar getirilir” cevabını vermiştir. Hükümet ile ordu arasındaki çekişmede ordu tarafının yenilgisi anlamına gelen komutanların istifası, Kaplan için alay konusu olmasının ötesinde, bir arzudur.

Şimdi ara sonucu yazalım: Kürtler, yaygın kanının aksine, her zaman devlete başkaldırmadılar; en ağır baskı rejimlerine dayanak da oldular. İkinci Abdülhamit istibdatı sırasında Hamidiye Kürtleri ve Bayar-Menderes istibdatı sırasında DP Kürtleri, bu despotik yönetimlerin dayandığı temel sütunlardan biri olmuştur. “AKP giderse, CHP-MHP iktidara gelir ve Kürtlerin hepsini öldürür” şeklinde özetleyebileceğimiz bir doktrinle hareket eden BDP siyaseti; yeni anayasa, parti kapatmalarının zorlaştırılması ve yargı reformu gibi konularda hükümete destek olacağı yönünde işaretler vermiş ve bu çizginin son halkası olma yolunda büyük mesafe kat etmiştir.

Açılım Lobileri ve Kandil

Yazının başında Kürtlerin homojen bir bütün olmadığına değinmiştik. AKP’nin güdümüne girerek Kürt siyasetini fırsatçı bir noktaya getiren BDP’nin aksine PKK’nın bazı üst düzey yöneticilerinin açılımı ağır bir şekilde eleştirdiklerini basından takip edebiliyoruz.

PKK yöneticilerinden Cemil Bayık’ın AKP’yi bitirme kararını deklare ettiği 5 Şubat tarihli açıklamasında, Dicle’nin iddialarını yankılarcasına “AKP yetkilileri mahkemelik olacak” tespitinde bulunuyor. Bu sözlerinden tam bir ay önce Bayık, PKK’ya yakınlığıyla bilinen ANF’ye yaptığı “Kozmik odaya siyasal islamcılar yerleşecek” açıklamasında ise açılıma ilişkin ilginç yorumlarda bulunuyor.

Bu yorumlar özetle şöyle: AKP Kürt açılımıyla PKK’yı tasfiye etmek istemektedir; bu tasfiye, yasal Kürt siyasetinin bölünmesi ve bir kanadının AKP’ye eklemlenmesi yoluyla yaratılacak PKK-karşıtı yeni bir oluşum üzerinden gerçekleştirilecektir. Bu noktada Bayık, Taraf Gazetesi’nin bu tasfiye siyasetinin araçlarından birisi olduğunu ima ediyor. Geçtiğimiz Aralık ayında Ahmet Türk ve Öcalan’ın avukatlarından İrfan Dündar’ın Taraf Gazetesi’nde yaptığı toplantıya işaret eden Bayık, yasal Kürt siyasetinin PKK’ya alternatif olarak hazırlanmasının kimler üzerinden yürütüldüğü konusunda şüpheye yer bırakmıyor.

Meşruiyet Sorunu

O halde ortaya şu soru çıkıyor: AKP’nin yedek lastiği olma konusunda hevesini gizlemeyen BDP, PKK’ya rağmen bunu nasıl yapabiliyor? Kendi politikalarını nasıl meşrulaştırabiliyor?

Cevap, kısaca şöyledir: BDP “Öcalan’a ev hapsi” talebini ortaya atarak ve bu konuda hükümete yakın kesimlerle lobi yaparak, Kürtlerde ve avukatları aracılığıyla Öcalan’da, AKP’ye yönelik yüksek beklentilerin doğmasına hizmet ediyor; böylelikle de hükümet-yanlısı siyasetini haklı gösteriyor.

BDP’nin hesapları ne olursa olsun, Kandil’in yönü nereye bakarsa baksın; Kürt siyaseti bugün meşruiyet erozyonu yaşamaktadır. Cumhuriyetçi kesimlerin Kürt siyasetine olan mesafesi her geçen gün hızla artmaktadır. Cumhuriyetçilerin perspektifinden bakıldığında manzara şöyledir: Cumhuriyet’in en temel iki kriz dinamiği olan “irtica ve bölücülük”, bugün işbirliği halinde cumhuriyet’in temellerini yıkmaktadır. Dolayısıyla bahsini ettiğimiz uzaklaşmanın nesnel dayanaklara ve ampirik kanıtlara sahip olduğunu söyleyebiliyoruz.

Bu olumsuz gidişatın nasıl tersine çevrileceği ise, bu yazının sınırlarını aşıyor.

Sait Çakır

Odatv.com

ahmet türk arşiv