Günahkarsın Tayyip Erdoğan

Başbakanın Alevi olabilmesinin ihtimali bile görünmüyor. Bunu öncelikle söyleyelim ama var sayalım ki, Alevi oldu. Bu içtimai vaziyetiyle, bunca...

Başbakanın Alevi olabilmesinin ihtimali bile görünmüyor. Bunu öncelikle söyleyelim ama var sayalım ki, Alevi oldu. Bu içtimai vaziyetiyle, bunca insanın yaşamlarını kaybetmesindeki payı, ülkenin yaşanamaz hale gelmesindeki vebali, olağanüstü kirli siciliyle musahip bulur mu, görgüden geçer mi?

Yazı hacmi elverdiğince buna bakacağız.

Aleviliğin, saltAli’yi sevmekdeğil, kıldan ince kılıçtan keskin ilkeleri olduğunu bilseydi böyle ucuz bir laf eder miydi, yazının sonunda bunu da göreceğiz. Ama belli ki, sadece Alevilik konusu değil hiçbir konuda derinlemesine bilgisi olmayan, sadece eline verilen yazıları okuyan, 500 kelimeyi geçmeyen Türkçesiyle her konuda bilgiçlik taslayan, felsefi, manevi, insani derinliklerden bihaber olan Başbakanın, Alevilik konusunda da tam bir bilgi fukarası olduğu görülüyor.

BİLGİSİ YOK FİKRİ ÇOK

Ne içeceğinizden ne giyeceğinize, kaç çocuk yapacağınızdan dünya liderlerine akıl vermeye değin her konuda konuşan; milletleri-mezhepleri birbirine karşı kışkırtan, yediğinden çok döken, komşu ülkelerde iç savaş çıkartan Başbakan, Gezi Parkı refleksinden korkup ani bir kararla dört dörtlük Alevi oluncabize de söz düştü.

Burada yazılanlara itibar eder mi bilmem. Ama biz, Yol’un asgari koşulu olarak, ülkeye, bölgeye ve millete verdiği tüm kötülükler için tövbe etmesini, acı çektirdiği, kin ve nefret duyduğu, aç ve açıkta bıraktığı insanlardan, taşeronlaştırdığı emekçilerden af dilemesini, ölümüne neden olduğu gençlerin ailelerinden ellerini-ayaklarını öpüp bağışlanmayı istemesini öneririz…

Yol O’nu kabul eder mi; analar O’nu bağışlar mı?

Bu durum tamamıyla acı çektirdiği insanların ve cem ehlinin takdirindedir. Ancak görünen o ki, bunca kul hakkıyla, acıttığı vicdanlarla, Gezi Parkı mağdurlarının, Uludere’nin, Reyhanlının ve Suriye’de ölen-öldürülen onbinlerce günahsız insanın kanıyla Mansur Darını geçmesineeyvallahdenilmez! Bütün kamusal görevleri elinden alındığı gibi artık çobanlık dahi verilmez! İsteklilerin rızasını almadığı, üzerinde asılı olan kul hakkını iade etmediği sürece Pir, Mürşit, Dede, Rehber, cem ehli Onu aklamaz-aklayamaz! Bırakın görümden geçmesini, komşuluk yapılmaz, selam verilmez!

Alevi erkânına göre O’nun durumu, en günahkâr düşkün örneğidir ama ne olacağını somut olarak görmemiz için erkâna girmesi gerekir. Sonra ne olur; köyden, kasabadan, mahalleden mi kovulur; dövülür mü; evi-ocağı mı yağmalanır; çoluğuna, çocuğuna, ırzına-namusuna mı göz dikilir? Bunu anlamak için görgüye çıktığını, Dar’a durduğunu var sayalım.

Pirimin-mürşidimin izniyle şimdi hem görgü nedir onu, hem de ne olacağı hususunu anlamaya çalışalım. Eksiğimiz varsa tamamlana, kusurumuz varsa affola…

GÖRGÜ (ÖZET)

Görgü cemine niyet edilir, Cemin yürütüleceği ev ile erkânı yürütecek dede belirlenir. Bütün hanelere peyik salınarak haber verilir. Lokmalarıyla birlikte ceme davet edilir. Ev baştan aşağı temizlenir, yer-meydan sergisi, post, minder ve yastıklar yıkanır.

Yıkanıp temizlenen, en temiz giysilerini giyen canlar, tespit edilen günün (genellikle Perşembe günü) akşamında cemevini doldurmaya başlar. Eşiği ya da söveyi öpen-niyaz eden can, huşu içinde meydana gelir, secde eder duasını alır. Lokmalarını lokmacıya teslim ettikten sonra Gözcü Babanın işaretiyle yerine oturur. Bütün canlar aynı erkân ve dinginlik içinde cem ehlinin yerini almasını, kapının mühürlenmesini, cemin başlamasını bekler…

Görgü cemlerinde endişeli bir bekleyiş, kimin görgüden geçeceğine-geçemeyeceğine, kimin hangi sitamı (cezayı) alacağınadair heyecan, merak ve sessizlik hâkimdir.

Cem ehlinin yerini almasından sonra dede canlardan rızalık ister. Cemi yürütüp-yürütemeyeceğini cem erenlerinden sorar; rızalık ister. Canlardan itiraz eden varsa yerini bir başka dedeye bırakır, itiraz eden yoksa posta niyaz eder duasını verir ve oturur. Bir dua ve gülbankla cemi başlatır. Oniki hizmetin sahipleri yerlerini alır, duaları verilir, çerağ uyandırılır. Artık herkes candır-canandır, bacıdır-kardeştir. Post, Ali’nindir, Hüseyn’indir, Oniki İmamlarındır ve nihayet Hace Bektaş Veli’nindir ve onlara vekâleten dedenindir.

Musahibi olan, ikrar veren canların görgüsü başlar…

Canların affına tekrar sığınarak, diyelim ki, görgüye katılanlardan biri de “dörtdörtlük Aleviyim” diyen Tayip Erdoğan ve sayın eşidir. Bu “geçitten geçmek,” hesabını da tüm canlar gibi mahşere bırakmadan bu dünyada vermek ister. Bilindiği üzere Alevi birey, yapıp-ettiğinin (amelinin) hesabını mahşerde değil bu dünyada verir. Ancak erkânın kuralları, hem Tayip Erdoğan ve eşi hem de musahibi bakımından işi-işleği, ruhu ve iç dünyasıyla temiz-pak olmayı zorunlu kılar. Kimi musahip seçer; Abdullah, Fetullah, Zeydullah (Zeyid Aslan), Ahmet Çalık, Albayrak, Mursi, Natenyahu?

Bu noktada Tayyip ve yol kardeşinin durumu, tam bir müşküldür!

Münasip bir arkadaşı var mıdır? Diyelim ki küfürbaz Zeyid, Tayip’in yol kardeşidir… Birlikte Dar’a durup, niyaz olurlar. Başlar secdeye iner ve dede cem ehline sorar; “ey canlar; ayin-i cem kardeşleri, Tayip ve Zeyid eşleriyle birlikte secdedir. Meydan-ı Ali’de başlar secdede olan bu canlarımız ağyarlarına (sizlere) derler ki;

‘Bizim ağrıttığımız, incittiğimiz, kırdığımız kalpler, yaktığımız gönüller var ise işte meydandayız, post üstünde secdede, Mansur darındayız. Bizden şikâyeti olan meydana koysun ki, bilelim, karşılayalım, helalleşelim…’ Bu canlardan ağrıyan, incinen varsa işte meydan; dile gelsin bile gelsin; bu canlara ne dersiniz, hoşnut musunuz; kan-i rıza mısınız?”

İçeriden-dışarıdan olağandışı bir uğultu yükselir; bugüne değin herhangi bir cemevinde böyle bir uğultu ne görülmüş ne de duyulmuştur! Uzak illerde dahi denilmiştir ki, “Tayip ve Zeyid ailesi görümden geçecek!” Haberi alan, istekli olan dinli-dinsiz yetmişüç milletten insan hakkını, hukukunu, evladını, kopartılan kolunun, çıkartılan gözünün hesabını sormak üzere oradadır… Kamer Genç de cemdedir. Hem kendisine galiz küfürler eden Zeyid’den, hem de “bu ülkenin en büyük talihsizliğidir” dediği Tayip’ten isteklidir.

Dedenin sualine bir ağızdan; “razı değiliz; istekliyiz diyerek karşılık verirler…

Gerçeğe huu!” diyen dede, edep-erkân üzere tek tek konuşulmasını ister.

Önce Uludere’nin bağrı yanık anaları-babaları, sonra Reyhanlı sakinleri, arkasından en başta Ali İsmail’in anası Emel Korkmaz olmak üzere Gezi Parkı mağdurları konuşur. Sonra evlatlarının kaybını Tayip Erdoğan’ın silahlandırdığı El Nursa-El Kaide çetelerinin katliamına bağlayan bağrı ve bahtı kara Suriyeli analar, en sonunda da özelleştirilen- taşeronlaştırılan işyerlerinden kovulan işsizler ve boğaz tokluğuna çalıştırılan işçiler söz alır.

Milyonlarca can Tayip Erdoğan’a “günahkâr” diyerek bağırmaktadır!

Yüreği yaralı ana, baba, kardeş, yar-yaren; “istekliyiz; yavrularımızı, yıkılan evlerimizi, yakılan köylerimizi, illerimiz, işimizi, ekmeğimizi istiyoruz” diyerek ilenmekte, Tayip ve arkadaşlarına beddua etmektedirler! Anaların feryadı gök kubbeye ulaşmış, bütün evreni sarmıştır. Tayip, Zeyid ve eşleri terden sırılsıklamdır; geldiklerine geleceklerine “dörtdörtlük Alevi” olduğunu söylediğine pişman olmuştur ama bu kadar ucuz olmadığını, bundan böyle şu dinden bu ırktan değil, önce insan olmak gerektiğini anlamış mıdır bilinmez…

Destur istemeden, edep-erkân dinlemeden kalkar, arkasını döner, cemevinden çıkar, köyü, mahalleyi ve şehri terk eder…

Empati yapar mı, aslında ne olup-olmadığını, cennet ve cehennemin bu dünyada olduğunu, Alevi inancında sorgu-sualin bu dünyada yapıldığını, “kul hakkıdenilen temel unsurun ne denli yaşamsal olduğunu kavrar mı, bilinmez. Bilinen odur ki, Tayip görümden kaçmış, Alevi olmaktan vazgeçmiş, düşkünlük hırkasını giymiştir…

Alevi erkânına göre O, insan içine çıkmaması, selam verilip selamı alınmaması gereken bir düşkündür artık!

Yazarın notu: “neden hep Alevilik konusunu deşeliyorsun; amacın ne” diyerek eleştiren, tehdit eden, telefon ederek, özelime yazarak gözdağı vermeye çalışan sevgili okurlar:

Gece-gündüz dinin konuşulduğu, sabahlara dek davulların çalındığı, devlet televizyonlarından hamile kadınların evden çıkmamalarının önerildiği, bütün devlet kurumlarının ve özel sektörün dini kurallara göre yeniden tasarımlandığı, Suriye halkını katleden katillerin beş yıldızlı otellerde konuk edildiği ülkemde bu rezilliklere itiraz etmiyorsunuz da, şu mütevazı sitede yazmaya çalıştığım yazılara mı itiraz ediyorsunuz?

YAZIKLAR OLSUN SİZE; İNSANLIĞINIZA

Tekrar ediyorum; Alevilik bu toprakların hem de en kadim, en eski, en saygın-barışçıl, en insancıl inancı değil mi? Mensupları horlanmıyor mu, evler işaretlenip korku salınmıyor mu; ateşlere atılıp yakılmıyor mu? Aleviliğin ne olduğunu bilmeyen milyonlarca insanın nefret ve iftirasıyla karşılaşmıyor mu?

Eğer vicdanınız varsa, insansanız, beni susturmaya çalışacağınıza önce cemaate, sonra Başbakanınıza dönüp;yahu yollarını-yordamlarını bilmediğiniz-tanımadığınız bu insanlara neden bunca kin güdüyor, eza-cefa ediyorsunuz; haklarını iade etmek için daha ne bekliyorsunuz, ayıp değil mi, gerçek dünyada nasıl hesap vereceksiniz?” deseniz ya…

Bunu sorun, biraz sorgulayın!

Başbakan gibi her eleştiri getirene köpüren, düşmanlık güden; “asın, kesin, tutuklayın, üzerlerine gaz ve zehir atın” diyen, bu kanunsuz-insanlık dışı emirleri yerine getiren polisi taltif eden diktatörü bırakıp, “niye yazıyorsun” diyerek beni yargılarsanız ayıp edersiniz ayıp!

Murtaza Demir

Odatv.com

Erdoğan arşiv