Gramsci'nin tezleriyle Cumhuriyet'i savunmak

Sosyalistlerin görevi, AKP iktidarının bütün gücüyle abandığı Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmak ve bu uğurda verilen mücadelenin mevzilerine bütün güç ve bedenleriyle girmektir.

İtalyan sosyalizminin liderlerinden Antonio Gramsci’nin (1891-1937) uzun yıllar süren hapishane döneminde küçük kağıtlara, kısa notlar halinde kaydettiği Hapishane Defterleri pek ünlüdür. Eski kuşaktan birçok insan, Gramsci’nin yıllar önce Türkiye’de yayımlanan ve çevirisi Adnan Cemgil’e ait olan bir derlemesini okumuştur. Genç arkadaşlar bizden daha talihli, çünkü Gramsci’nin toplamda 10 cilt tutan defterlerinin 4.'sü Türkiye’de birkaç yıl önce yayımlanmıştı.

1970’lerden itibaren dünyanın birçok bölgesinde sosyalist saflarda en çok tartışılan teorisyenlerin başında kuşkusuz Gramsci gelir. Çünkü o yazılarıyla, klasik Marksizme ve bilimsel sosyalist kurama yeni bir bakış açısı kazandırmıştı. Birçok eski kavram onun sayesinde yeni anlamlar kazanmıştı; örneğin devlet, sivil toplum, hegemonya, eklemlenme, bilinç, hareketli savaş ve mevzi savaşıvb. gibi…

Bu yazıda esas olarak Gramsci’nin “mevzi savaşı” kavramının sosyalistler açısından ne anlama geldiğine değineceğiz.

Gramsci’nin açıklama ve notlarının büyük bir kısmı neredeyse kılavuzsuz anlaşılamıyor, çünkü Gramsci hem kendini hem de notları dışarı taşıyan baldızını korumak için üstü örtük kavramlar kullanmaktadır. Örneğin söz konusu notlarda “praksis felsefesi” denince Marksizm anlaşılmalıdır. Bu durum birçok kavram için söz konusudur.

SOL, SINIF MÜCADELESİNİ NEDEN KAYBETTİ?

Gramsci’nin “mevzi savaşı”, aslında bizim bildiğimiz geleneksel savaşlardaki mevzi savaşları değildir. Notlar tarihsel anlamları içinde değerlendirildiğinde görülecektir ki burada kast edilen şey, devrimci partilerin, kendi ülkelerindeki sınıf mücadelelerininasıl yürütmeleri konusudur.

Gramsci şunu sorar: “muazzam bir örgütlülük ve kitle desteğine rağmen sosyalist ve komünist partiler Avrupa’da (Rusya dışında) neden yenilgiye uğradılar?”

Vardığı sonuç çarpıcıdır: Gramsci’ye göre faşizm ve gerici partiler, ekonomik ve toplumsal kriz dönemlerinde ortaya çıkan yoksul-yığın hareketini kendi siyasi programlarına eklemlemiştir. Sadece bunu değil, aynı zamanda toplumdaki yerleşik gelenekleri; geçmişten gelen milli, dini-kültürel kurumilişkileri de iyi kullanmıştır.

Buradan hareketle Gramsci, sosyalistlere önemli ve zorlu bir görev yükler: sosyalistler sadece geleneksel emek-sermayedavasının sorunlarına eğilmemeli, aynı zamanda yığınların geçmişten gelen toplumsal-kültürel kazanımlarına, “doğrudan emek davasıyla ilişkili gözükmeyen” kültürel-toplumsal alanlarda (Gramsci bu alanları sivil toplum alanları olarak görür) da çalışma yapmalıdırlar.

Peki, bunun “mevzi savaşı” ile ne ilgisi var?

Gramsci’ye göre devlet kurumlarının köklü, sivil toplumun önemli ölçüde güçlü olduğu ve halk içinde köklü geleneklerin (toplumsal, kültürel, milli, dini vb.) öne çıktığı ülkelerde yürütülecek devrimci mücadele:

1. Uzun süreli, kitlelerin somut-yerel taleplerine yoğunlaşarak;

2. Kültürel-toplumsal gelenek ve kazanımları dikkate alarakyürütmelidir.

Bu mücadele gerçek anlamdahakiki savaşlarda olduğu gibi, yani “mevzi savaşı” tarzında yürütüldüğünde başarılı olacaktır.

Hareketli savaş tarzıysa, halk içinde desteği bulunmayan despotik iktidarların bulunduğu ve kısa süreli bir devrimci ayaklanmayla düzenin değiştirilebileceği ülkelerde (Rusya gibi) başarılı olabilir.

Nispeten demokratik geleneklerin yerleşik olduğu; yani parlamentonun, derneklerin, sendikaların, kadın hareketinin, gençlik örgütlenmesinin yaygın bulunduğu; hatta devlet kurumlarının söz konusu sivil toplum kurumlarıyla iç içe geçtiği ve iktidarların bu sayede siyasi kararlarına kitle desteği sağladığı; politikalarına meşruiyet kazandırdığı; halk içinde belli bir destek, rıza veya hayırhah tutum yaratabildikleri ülkelerde, savaşın esas tarz ve yöntemi, söz konusu kurum ve mevzilere yerleşmek; parti çalışmasını buralarda kökleştirmek ve zaman içinde halkla ortak hareket etmek suretiylebilinçleri değiştirmek ve yığınları kazanmak şeklinde olmalıdır.

Bu açıdan Gramsci sosyalist hareketlerin, toplumun geçmişten gelen kazanımlarını korumalarını tayin edici bulur. Devrimci durumun henüz olgunlaşmadığı, hatta koşulların önemli oranda olumsuz olduğu ülkelerde, devrimcilerin esas kuvvetlerini, iktidarın güçlü olduğu alanlara kaydırmasını, onu bizzat oradan söküp çıkarmaya yönelik olması gerektiğine vurgulamaktadır.

“MEVZİ SAVAŞI” KAVRAMININ TÜRKİYE’YLE NE İLGİSİ VAR?

AKP iktidarı 16 yıldır Türkiye’yi yönetmektedir. Her seçimle (her ne kadar bir yığın hile ve hurdaya başvursa da) birlikte sürekli artan bir şekilde kitle desteğini büyütmüştür. Bununla da kalmamış, demokratik mücadelenin bütün alan ve zeminlerini (kısmen kitle desteğini de arkasına alarak sendikalarda, odalarda ve başka sivil toplum mevzilerinde) sol açısından daraltmıştır. Eskiden solcu örgütlenmenin güçlü olduğu geleneksel alanlara (belediyeler, yoksul mahalleler, sendikalar, odalar ve dernekler) abanarak, solun etkisini önemli ölçüde kırmış ve hatta solu söz konusu mevzilerden söküp atmıştır. Aslında buna, “sol mevzisiz kalmıştır” da diyebiliriz.

AKP bununla da yetinmemiş, Cumhuriyet devriminden kalan, göreceli demokratik haklara, örneğin parlamenter sisteme; din ve toplum işlerinin ayrılmasını sağlayan laiklik ilkesine; üniversitelerin özerk yapısına, örgütlenme, gösteri ve konuşma hakkına vs. azgınca saldırmaktadır. Arkasına aldığı kitle desteğinin yanı sıra devletin bütün kurum ve ilişkilerini de devreye sokarak (parlamento, adalet sistemi, denetleyici devlet organları vb.) Cumhuriyetin bütün kurum ve ilişkilerini ortadan kaldırmaktadır.

Söz konusu haklar bazen kadın hakkıdır, bazen örgütlenme hakkıdır, bazen demokratik üniversite talebidir, bazen laiklik ilkesidir, bazen orta eğitimin müfredatıdır, bazen 29 Ekim ve 23 Nisan bayramlarıdır, bazen de eğitim ve son örnekte olduğu gibi okullarda okutulan “Andımız” meselesidir.

GERİ MEVZİ YOK, DEVRİMCİ GÖREV VAR!

Gramsci “mevzi savaşı”nın sadece hendeklere ve mevzilere yerleşmiş piyadelerin işi olmadığını, aynı zamanda söz konusu mevzi savaşına ülkenin bütün kurum ve ilişkilerinin de seferber edilmesiyle kazanılacağını vurgulamaktadır. Bu aynı zamanda sanayinin, üretimin, insan kaynaklarının, özgün yeteneklerin, entelektüel birikimin de seferber edilmesi demektir. Tabii ki bu ifadelerin hepsi mecazi anlamda kullanılmaktadır. Bununla kastedilenin, devrimci partinin, onun bütün imkan ve araçlarının seferber edilmesi olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır. Savaşın sonucunu sadece mevzideki piyadelerin değil, fakat esas olarak “uzun namlulu topların ateş gücü, piyadelerin kullandığı silahlarının isabetli atışı ve yoğunluğu” belirlemektedir.

Dolayısıyla sol partilerin nerede ve nasıl çalışmaları gerektiği de kendiliğinden anlaşılmaktadır. Eğer saldıran taraf siz değilseniz, o zaman savaşın yerini ve zamanını da siz tayin etmiyorsunuzdur, çünkü savaş alanını düşman belirlemektedir. Bu savaştan sıvışıp kaçamayacağımıza göre düşmanın yüklendiği alanda bütün güçleri birleştirmek, esas dikkati buraya vermek de zorunlu hale gelmektedir.

Her savaş belli, somut ve güç yığılabilen alanlarda; mevzilerde ve kalelerde yürütülür. Hatta bu durum siber savaşlar açısından da geçerlidir. Bu alanda bile düşman güçleri, belli bir yere yüklenmekte ve gerekli gördüğü alanda düşman saflarında bir gedik açmaya uğraşmaktadır. Dolayısıyla her savaşın kısa ve uzun vadeli somut mevzi ve hendekleri vardır.

Eğer savaş, bir mevzi savaşıysa ve hendeklerde verilen bir savaşa dönüşmüşse, o zaman söz konusu hendek ve mevzilerin dışında verilecek bir savaş da yok demektir.

Tabii ki masa başında yürütülen bir savaş tatbikatı icra etmiyorsak.

Yeniden Türkiye’ye dönersek… Türkiye’de sınıf mücadelesinin cepheleri somut, elle tutulur, yakıcı ve gündemde olan; hayatımızın günlük akışını belirleyen hendek ve mevzilerde yürütülmektedir. Kabul etmek durumunda kaldığımız savaş, düşmanın, tek tek ele geçirdiği hendeklerden, mevzilerden, kalelerden atılmasıyla kazanılacaktır.

Hendek ve mevzi savaşına girmeden kazanılmış herhangi bir savaş tarihte görülmemiştir. Savaş şu anda “Andımız”da, 29 Ekim’de, 23 Nisan’da, laiklik sorununda, eğitim alanında, özelleştirmelerde, parlamenter sisteminin işlevselliğinde, gençliği ve toplumu dincileştirme programında, özgürlüklerin kullanılamaması sorununda sürmektedir.

Ya topyekun düşmanı bütün bu mevzilerden tek tek söküp atacağız ya da o bizi daha da ileriye giderek fiziki varlığımızı bile sürdüremeyeceğimiz bir alana kadar kovalayacaktır. Bunun orta yolu yoktur.

BİLİNÇLER NASIL DEĞİŞİR

Ya söz konusu mevzilere girip savaşacağız ya da “bu alandaki savaş bizim savaşımız değil, 30’lu yılları niye kutsayayım, amacımız 30’lu yılları getirmek değil ki” deyip, birkaç yıl sonra yaşamımızı bile koruyamayacağımız mevziye kadar (artık bu mevzi bile değildir) gerileyeceğiz. Ancak toplumsal sorumluluk üstlenmiş parti ve bireyler açısından “ortadan kaybolmak veya suni savaş alanları yaratmak” gibi bir olanak bulunmamaktadır.

Aslında “mevzi savaşı” büyük ve halk içinde güçlü kaleler yaratmak açısından muhteşem bir savaş alanıdır. Devrimciler açısından bir olanaktır ve hatta “Allah’ın bir lütfudur” diyebiliriz.

Mevzi savaşları devrimci örgütleri çelikleştiren ve halk içinde kök salmasını sağlayan vazgeçilmez fırsatlardır. Her mevzi, belli bir sorun temelinde mücadele eden kitlenin toplanmış olması demektir. Kitlelerle birleşmek, salt bildiri dağıtmak, afiş asmak, propaganda araçlarını kullanmak, sosyal medya üzerinden twit ve yorum yazmakla sağlanmaz, esas olarak mevzilere girerek sağlanır.

Neticede mevzilere girerek ortaya hayatlar konmaktadır; mevzilere girerek savaş ve mücadele deneyimi kazanılmaktadır; ortak ruh hali yaratılmaktadır; başka kuvvetlerle yakınlaşılmakta ve ortak iş yapma öğrenilmektedir; kader birliği yapılmaktadır; sıradan bilinçlere müdahale edilmektedir; sıradan insanlar dönüştürülerek saflara kazanılmaktadır; bu sayede öncülerle birleşilmekte ve daha ileri amaç ve programlar için yeni mevziler kazanılmaktadır ve daha büyük kitlesel destekler sağlanmaktadır.

Gramsci, sol hareketlerin daralmasının nedenine, kitlelere nüfuz edememesinin nedenine çok kafa yormuş ve çalışmanın, geçmişten gelen geleneklerle yetişmiş kitlelerin bulundukları mevzilere girerek, onların sorunlarını benimseyerek ve onları süreç içinde dönüştürerek yürütülmesi gerektiğini kavramıştır.

Bu mevzilere girmek, “geri bir mevziye girmek, siyasi olarak geri tutum almak, esas davayı gözden kaçırmak” değildir.

Bu mevziler günceldir, acildir ve gerçektir. Dolayısıyla sınıf mücadelesinin yürütüldüğü somut alanlar buralardır. Bu mevzilerde esas olarak Kemalizmin mirasına sahip çıkan ilerici ve laik güçler bulunmaktadır. Onlarla birleşmek ve onları daha ileri bir Türkiye’ye ikna etmek için de bu mevzilerde kökleşmek zorunludur. Aksi taktirde ilerici kitlelerle buluşmak ve birleşmek için büyük bir fırsat kaçırılmış ve ülkemiz de koyu bir karanlığa saplanacaktır.

Nitekim tarihte hiçbir devrim, öncünün bilincinin ileri mevzilerinde başarılmamıştır; aksine milyonların geri bilincinin mevzilerinde sürmüş, devrimcilerse bu mevzilerde mücadele ederek deneyim kazanmış, zamanla kitlelerin bilincini dönüştürmüş ve devrimleri başarmışlardır.

Aslında gerçek sınıf mücadelesinin mevzileri istisnasız her zaman “geri” mevzilerdir ki öncünün rolü de geri bilinçteki kitleleri, bulundukları mevzilerde, bizzat onların kendi deneyimleri içinde eğitmek, bilinçlendirmek ve ilerletmektir. Gerisi laf-ı güzaftır.

Son söz: Sosyalistlerin görevi, AKP iktidarının bütün gücüyle abandığı Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmak ve bu uğurda verilen mücadelenin mevzilerine bütün güç ve bedenleriyle girmektir.

Sadık Usta

Odatv.com

gramsci arşiv