Nihat Genç: Garabet

Kürtçe denilen Selçuklu’nun kullandığı dildir, Selçuklu yüzyılları bölgede eski ve yeni dillerin Farsça ağırlıklı bir terkibini oluşturdu, yani...

Kürtçe denilen Selçuklu’nun kullandığı dildir, Selçuklu yüzyılları bölgede eski ve yeni dillerin Farsça ağırlıklı bir terkibini oluşturdu, yani Selçukça diye bir dil yoktu resmi dili arkaik ve bölgesel zenginlik ve çeşitlilikleriyle Farsça’ydı, sadece Selçuklu hakimiyetinde beş asırdan fazla kullanıldı, sonra Arapça bir terkible yüzyılımızın başına kadar kullanıldı. Anadolu’da en çok itilip kakılan küçümsenen dil Türkçe’dir ve resmi olarak kullanımı yüz yılı dahi doldurmamıştır.

Şimdi hükümetimiz savunmalar Kürtçe yapılabilir deyince hatırlatmayı borç bildim, ne zaman ki Anadolu Selçuklu Türkmen isyanlarına sebep olup yıkılmaya yüz tuttu, sarayda Türkçe bilen yok, o zaman Türkmen beyleri için kurulacak divana Türkçe bilen tercümanlar getirildi ve Selçuklu devleti yıkımına beş kala ilk defa sarayında Türkçe kullanmaya başladı.

“KÜRTÇE SELÇUKLU DİLİDİR”

Yüzlerce üniversiteniz yüz binlerce bilim adamınız var, kalkıp söylesinler Kürtçe adı altında kullanılan dil yöreden bölgeye arkaik yerel lehçeleriyle zenginleşen tam anlamıyla Farsça yani Selçuklu dilidir. Anadolu’da eski Pers hakimiyeti ve sonra Selçuklu hakimiyetiyle iki büyük tarihi kesitte Farsça bölgesel farklılarıyla iki bin yıldan fazla kullanılmıştır.

Oysa bugün Anadolu’da ayrı bir başka bir ulusun diliymiş gibi lanse edilen bir Kürtçe’den bahsedilmektedir, zinhar yalandır, bugün Japonca’da dahi on binlerce yıl ötesinden kalma Türkçe kelimeler ne kadar varsa Kürtçe diye empoze edilmeye çalışılan dilin içinde o kadar arkaik Mezapotamya’dan kelimeler ancak vardır ve böyle bir arkaik zengin geçmiş hem güzel hem doğaldır. Türbeler kitabeler mezar taşları Farsça’dır, doğunun bin yıllık medreselerinin kökeni medreseler Horasan kökenli ve eğitim dilleri hep Farsça’dır, bugünün İranlılar’ı Kürtçe’yi Farsça’nın bölgesel bir lehçesi saymakta ve eski hakimiyet alanlarını hatırlattığı için pek övünmekteler.

Yani özbeöz bu toprakların dilidir, ancak bir yasaklama bir inkar söz konusuysa asıl inkar Türk dilinedir, Selçuklu ve Osmanlı sarayı, Karacaoğlan’ı Pir Sultan’ı Yunus Emre’yi ve Anadolu türkülerini hiç bilmez, adını hiç geçirmez, aksine aşağılar küçümser, Osmanlı divan şiiri İran edebiyatının devamıdır, Osmanlı divan edebiyatı Farsça ağırlıklıdır ve hepsi ünlü Fars şairlerinin tilmizleri olmakla övünürler, Farsça Orta-Doğu topraklarında bir medeniyet dilidir ve en görkemli yüzyıllarını önce Persler sonra Selçuklu’yla yaşamıştır.

Ancak günümüzde hem bilim adamlarının korkaklığı ve aydınların cehaletiyle Kürtçe diye bambaşka bir ulusun kendine özgü diliymiş gibi empoze edilmektedir, bunun gerçekle tarihle hiçbir alakası yoktur. Şüphesiz bu toprakların geçmiş medeniyetlerinin dili Türkçe’yi de zenginleştirdiği aşikardır. Ancak şöyle bir intiba gençler arasında yayılmakta, bu topraklarda yaşayan Kürtler’in dili binlerce yıldır kovulmuş yasaklanmıştır, hayır, tam tersine, hem Selçuklu hem Osmanlı’nın hem resmi hem Pazar diliydi, binlerce yıldır resmi olarak kullanılmayan dil Türkçe’dir. Bin yıldır üzerinde yaşadığımız topraklarda resmi olarak henüz yüzyıllık hayatını doldurmayan dil Yunus Emreler’in Pir Sultanlar’ın dili Türkçe’dir.

Ayrıca tarihte olduğu gibi bugün de bu iki dilin birbirini güçlendirip beslediği apaçık bir gerçektir. Bir ‘anadildir’ tartışması sürüyor, anadil deyip tapusunu etnik siyasetlerine geçirmeye çalıştıkları dil bizim ‘dedemizin dilidir’.

MUSTAFA KEMAL’İN ÖNÜNDE 3 ALTERNATİF VARDI

Büyük imparatorluklar yaşamış topraklar ne anasını ne dedesini inkar edemez ancak hiç kimse de anasını uzaydan şimdi Amerikalılar getirmiş gibi empoze edip Selçuklu’nun hem saray hem Pazar dilini allem gullem küllah kendi etnik savaşlarının önünü açmakta kullanamaz. Sadece gençler değil Anadolu tarihi ve kültürüne pek yabancı Avrupalı aydınlar ve kurumlar da öteden beri bu dile ayrı bir ulusun bambaşka bir dili muamelesi yapmaktadır.

Kardeşlerim, siyasal devamlılık başka şeydir kültürel devamlılık başka şey, 19. yüzyılda hukuk’un dili, gazetelerin dili, eğitimin dili, pazarın dili, tam anlamıyla ‘ulus’un birbirini tanıması kaynaşması için siyasetin en acil meselesi olarak gündeme geldi ve batılı ulusların hepsi kendilerine en yaygın en çok kullanılan dili ‘ortak dil’ olarak seçti.

Mustafa Kemal’in önünde de Arapça, Farsça ve Türkçe vardı ve Anadolu topraklarının hem nüfus dağılımına ama özellikle kültürel yapısına (türkülerine, ozanlarına) bir de imparatorluğun son yüzyılındaki edebi arayışların yönüne bakıp kararını Türkçe’den yana kullandı. Şüphesiz bu dil imparatorluk sonrasını hem tatmin edecek hem imparatorluğun her köşesine ulaşacak maarif gücünden yoksundu, mesele bu kadar.

Bugün bu iki dili iç savaş arenasında yumurta gibi tokuşturmak isteyen cahil mi pek kasıtlı mı anlayamadığım etnik siyasetçilere hatırlatmak istedim, aynı siyasal sosyal geçmişin kardeşidirler, bölünme tehlikeleri atlatıldıkça üniversitelerinin televizyonlarının çoğalması yaygınlaşması topraklarımız için zenginliktir.

Ancak siyaseten köşeye sıkışıp tavizlerle ‘hukuk’ dilinin ikiye ayrılması çıkmaz bir sokaktır.

Kürtçeyi hukuk diline dayatanlar Kürtçe’nin önünü açmak için değil ülkeyi siyasi sosyal hukuki olarak ‘kilitlemek’ ve ‘çaresizleştirmek’ için dayattıkları açıktır.

Bu yüzden bu bir ‘dil’ ‘hak’ kavgası değil birbirinin hiçbir alanda mutluluğunu istemeyen ‘etnik’ savaşı kızıştırma bahanesidir.

Uluslar sınırları bağımsızlığı ve dilleri hakkında karar vermiş siyasal organizmalardır, Türkçeyi beğenmediysek, yeniden kararımızı verelim, Arapça diyelim İngilizce diyelim (espiri yapmıyorum) yolumuza devam edelim ama sosyal hayatın idamesi için resmi ve hukuk dilinin tek bir dilde olması zorunludur…

Yoksa dile kültüre mirasa hiç kimse hiçbir devlet ulus karşı çıkamaz, aksine toplum sosyal ve siyaseten rahatladıkça kanallarını daha derinlere doğru genişliğine açıp zenginleştirmenin peşine düşer.

Ve hiçbir devlet egemenliğini ‘tavizler’ ve ‘dayatmaların’ siyasetiyle sürdüremez.

Görüyoruz ki bir siyasi hükümet, ordusunu hukuksuz deliller ve ajanlarla işbirliği içinde içeri tıkıyor, görüyoruz ki siyasi hükümet Türkiye’nin hem Kuzey Irak hem kuzey Suriye’de sınırlarına sahip çıkamıyor, görüyoruz ki bir siyasi hükümet, madenlerine özbeöz yerel sanayisine tarımına sahip çıkamıyor toprağına kadar satıyor, görüyoruz ki siyasi hükümet ‘diline’ sahip çıkamıyor.

Ben resmi dili bilmiyorum anam da bilmiyor ailemizde hiç kimse bilmiyor diyenlere devletin görevi ‘resmi dili’ üstelik ücretsiz öğretmektir, ben kendi dilimi de öğrenmek istiyorum diyenlere de aynı şekilde ücretsiz öğretmenin peşine düşmektir.

İki dilli hukuk’un iki dilli eğitimin özgürlükle çağdaşlıkla haklarla hiçbir alakası yoktur, bir tek dilde ısrar etmenin de ırkçılıkla milliyetçilikle hiçbir alakası yok bir zorunluluktur, şimdi önü açılmak istenen yolun adı: garabet’tir…

Hadi işgal süreci demeyelim, şaka mı bu?

Nihat Genç

Odatv.com

nihat genç arşiv