GALİPSİNİZ AMA KALEMİMİ BIRAKMIYORUM

Hiç can yakmadım, kimseyi incitmedim, sıraların ön saflarında dolaşıp, kendimi göstermeye de çalışmadım. Yalana yüz verip, itibar kazanmayı...

Hiç can yakmadım, kimseyi incitmedim, sıraların ön saflarında dolaşıp, kendimi göstermeye de çalışmadım.
Yalana yüz verip, itibar kazanmayı düşünmedim. Devlet daierelerinde, meşin kolluklu memurların aşağılamalarıyla karşılaştığımda sesimi çıkarmadım. Dolmuş kuyruğunda sırayı bozmadım, oğluma hep sevecen davrandım, komşular gürültü yaptığında duvarları yumruklamadım, vahşet haberlerinde kanal değiştirdim, sıkıldıkça şiir okudum, sergi dolaştım, güzel olanı insanda aradım, insana yakışmayan şeyleri elimden geldiğince reddettim. Hiç bir canlıyı öldürmedim. Öldürmeyi aklımdan bile geçirmedim. Ölümü de hiç düşünmedim.
Beni öldüreceklerini de aklımdan geçirmedim.
Ama öldürüldüler!
Yakarak öldürdüler…
Şimdi işte orada, yanan binanın bir köşesinde saçımdan bir tel, gömleğimden bir ip öylece duruyor ve belki de beni arıyor. Onlar şu anda benden daha canlı. Onlar en azından acı çekmediler, suyu ve üşümeyi özlemediler. Duygusal, öyle değil mi? Kömürleşmiş bir ceset kadar duygusal...
Ölmeden biraz önce, son bir gayretle dışarı bakıyorum. Kapının önünde bağırıp çağıran, tekbir getiren insanlara... Her biri sanki gladyatörlerine öldürme emri veren Neron...
Hepsinin baş parmağı toprağı gösteriyor. Hepsi bir ötekine “öldür” emri veriyor. Öldürüyorlar bizi ve dışarıda portakal sarısı temmuz güneşi bizimle birlikte batıyor. Nasıl kıskanıyorum onu, suya batıyor diye.
Aklıma deniz kıyısı akşamlarının yakamozları takılıyor. Alacakları bir, beş, otuzbeş, otuzyedi can... Hepsi bu...
Duman boğazımı yakıyor. İçerisi ağustos ortasındaki “ölüdeniz” kıyılarından daha sıcak ve daha ölü... Bütün yaşantım yeniden gözümün önünden geçiyor. Borç alıp ödeyemediğim Hüseyin’i düşünüyorum. Kim ödeyecek? Muz istedi birden canım. Birazdan öleceğim ama canım muz yemek istiyor. İdam mahkûmlarına bile ölmeden önce son isteğini sorarlar, dışarıdaki cellatlar acaba sorarlar mı son isteğimi?
Tanrım çok sıcak!..
Oğlumun sesi kulaklarımda, karım da ona kızıyor, “babanı rahatsız etme” diye. Son bir kez sarılmayı ne çok isterdim... İzin verirler mi acaba?
Saçmalıyorum...
Gittiğim yerden dönüp, onları görebilecek miyim? Onlar beni görmese de, ne yaptıklarını, benim için ne kadar gözyaşı döktüklerini izleyebilecek miyim?
Aman sende!.. Onların ne kadar acı çektiklerini görmek mi? Kalsın...
Her bekletinin korkutucu sürprizleri giderek ısınan bedenimi bile üşütüyor.
Giordano Bruno da benim kadar, buradaki arkadaşlarım kadar acı çekmiş midir?
Onun da canı muz istemiş midir?..
Bakkaldan aldığım son sigaranın parasını vermiş miydim? Eğer vermediysem çok ayıp olacak...
“Bana birşey olmaz,” diyordun. Bak oldu işte. Sonsuza dek yaşayacağını sanıyordun, oysa en sona sakladığın şiiri yazamadan, fotoğrafı çekemeden, türküyü söyleyemeden gidiyorsun işte... Ölüm bu kadar basit miymiş?
Tuhaf, artık duman da rahatsız etmez oldu. Dehşetli uykum var. Sol bacağımdakı yanıkları da hissetmiyorum. İyi ama, nereye gidiyorum ben, biz? Daha yapacak o kadar çok işim var ki...
Neden bizi yaktılar? Behçet kurtuldu mu acaba? Ya Asaf? Asım Ağabey, Aziz Bey?
Oğlum, sana bir kez sarılabilseydim keşke... Nasıl kokuyorsun burnumda. Minicikken ayaklarını ağzıma sokardın, kafama patilerinle vururdun... Gözlerini çok özledim, şimdi yaşla dolacaklar... Ağlayacaksın değil mi, baban için gözyaşı dökeceksin değil mi? Ama lütfen kinlenme yavrum, kin insana yakışmayan tek şeydir. Unutma ki, bizleri bir yada birkaç insan öldürmedi, bizi öldüren orta çağ karanlığının refah kaygısı. Bunu da Allah’a sığınarak yaptılar Tetikte ol, ama sakın kinlenme. Ne dersin, dışarıdakilere yalvarsam, seni bir kez gördükten sonra üzerime benzin döküp kendimi yakacağımı söylesem, seni bana gösterirler mi? Seni çok özledim, çok şeyi özledim ama bir tek seni çok özledim.
Yaşamı özledim ve beni öldürüyorlar. Yaşamı en çok özlediğim şu dakikada yakıyorlar beni ve ellerim sana ulaşamayacak kadar karardı artık.
Küle dönüyor oğlum...
Tanrım, çok sıcak. Bir tek sıcak rahatsız ediyor artık. Suyu, yağmuru özlüyorum... Tepeleme kar yağsın istiyorum başımın üzerine... Acı hissetmiyorum artık...
Ama çok sıcak...
Annenle tanıştığımızda da hava çok sıcaktı, biliyor musun?
O zaman da suyu çok özlemiştim. Yaşam, uç noktaların umarsız seçiciliğiyle dolu, istemin ve tercihin dışında da ölebiliyorsun işte... Hem de yanarak...
Yeter artık, ölüyorum. Acı da duymuyorum. Ama dışarıdakilere, beni yakanlara acıyorum, çocuklarına anlatacak birşeyleri olmadığı için, geçmişleri ve gelecekleri asla olmayacağı için, aynada kendilerini gördüklerinde kendi gözlerine bile bakamayacakları için acıyorum. Zavallı kullanılmışlar, cahiller, inançsızlar ve…
Bu da gülünç bir teselli belki, ama şu anda yapabileceğim hiçbir şey yok.
Hoşçakalın...
Sen de hoşçakal oğlum…

Galipsiniz, ama kalemimi bırakmıyorum.

Mümtaz İdil
Odatv.com

madımak arşiv