Fethullahçılar buz dağının sadece görünen yüzü

Buz dağının arkasında egemen İslam dünyasının bağrında taşıdığı tekfirci/totaliter mezhepler ve o mezhepler güdümünde hareket eden cemaatler, tarikatlar ve hatta eğitim sisteminin ta kendisi bulunmaktadır...

Kanlı darbe girişiminin birinci yıl dönümünde elbette pek çok söz edilecek, menfur kalkışmanın yarattığı acı sonuçlar yeniden gözler önüne serilecektir. Yapılmalıdır da; en nihayetinde başta 15 Temmuz kalkışması olmak üzere onlarca canı yakan, karşısındakini düşman olarak görüp ölümüne fetva çıkaran bir örgütün canice saldırısından bahsediyoruz. Fakat şurası var ki, Fethullah Gülen liderliğindeki bu örgütle yüzleşilmeden, örgütün dini söylemleri, hareket tarzı ve mantığı ile hesaplaşılmadan ancak günü kurtarabiliriz. Dahası şunu da ifade edelim ki, söz konusu örgüt buz dağının sadece görünen yüzüdür. Buz dağının arkasında ise egemen İslam dünyasının bağrında taşıdığı tekfirci/totaliter mezhepler ve o mezhepler güdümünde hareket eden cemaatler, tarikatlar ve hatta eğitim sisteminin ta kendisi bulunmaktadır.

"IŞIK EVLERİ”

Artık aleni biçimde ortaya çıktığı üzere bahse konu örgüt, emniyet, asker, yargı ve diğer önemli kritik kurumlarda örgütlenerek devleti ele geçirmek istedi. Üstelik bu amacında çok büyük oranda da başarılı oldu. Peki, örgütün bu noktada gayesi neydi? Neden kurumları ele geçirmek istemişti? Gelin bu sorunun cevabını Gülen’in sözlerinden okumaya çalışalım: “....Yunanlı bir şey bekler: O dünyayı kirden, pastan kurtaracak bir Heraklit bekler. Hristiyan insanlığı kurtaracak Mesih intizar etmektedir. Alevî de bir gayb imam, ‘muntazır imam’ beklemektedir. Biz de bir şey bekliyoruz. Eğer onu beklememizde Allah nezdinde bir mahsur yoksa; hem içini, hem dışını fetheden ‘altın nesil’ bekliyoruz. Daha doğrusu biz kimseyi beklemiyoruz, ‘altın nesil’ olmayı düşünüyoruz” Gülen Örgütlenmesi her ne kadar hoşgörü, diyalog gibi sözleri paravan olarak kullansa da esas olarak kendi teokratik yorumlarının egemen olduğu bir “şeriat ülkesi” istiyordu. Bunun içinde yetiştirilmesi gereken bir Altın Nesil ihtiyacı hasıl olmuştu. Ve yetiştirildi de. “Işık Evleri” adı verilen yerler, bahsi geçen neslin ideolojik üretim merkezleri olarak düşünüldü. Ve Gülen ışık evleri ile ilgili 1992 yılında sızıntı dergisinde şu satırları kaleme aldı: “Bu ülkede yıllar ve yıllar matemle inlemeye itilmiş nesiller, rûhlarındaki kasvetleri dağıtıp tali’lerinin önünü kesen karanlıkları yırtacak ve onları alıp aydınlıklara çıkaracak fevkalâdeden bir inâyet eli düşleyip durmuşlardı. Işık evler, gökler ötesine açık o nûr efşân iklimleriyle, hülya ve ümit, tahassur ve hicran, ızdırap ve hafakan dolu bütün sinelerin böyle bir beklentisinin cevabı oldu. İşte bu dönem, dev nebülözler gibi, her yana kollarını salmış bulunan ışık komplekslerinin, bütün zulmetleri bir bir yırtma, topyekûn karanlıklarla hesaplaşma, inanan insanlar arasında her türlü alâkaya merkez, bütün rûhanî zevklere kaynak, umum ma’nevî ihtiyaçlara mercî ve her seviyedeki insanı, aklî, rûhî, kalbî ve hissî beklentileriyle kucaklama dönemidir.”

“ALTIN NESİL”

Işık Evleri denilen örgüt evleri bu anlamda oldukça önemlidir. Zira bu evlerde gelecekte devlet kurumlarını ele geçirecek kimi militanlar yetiştiriliyordu. Fakat örgüt bu evleri hep dini eğitim haneleri olarak sundu ve kamuoyunda da öyle bilinmesini istedi. Öte yandan, “Altın Nesil” kadrolarının yaptıklarından öyle kimse habersiz de değildi. Örneğin doksanların sonunda emniyet tarafından mezkur örgüt ile ilgili bir rapor hazırlanmış ve o raporda şu satırlara yer verilmişti: “..Belki silahlı cemiyetten söz etmek şimdilik mümkün değildir, ancak ele geçirmeyi hedeflediği devlet kurumlarından bazıları dikkate alındığında, hedefi topyekûn ele geçirme şeklinde ve bu kurumların yöneticilerinin Işık Evleri’nde yetişen mensupları tarafından işgal edilmesiyle mümkün olacağı kendi deyimleriyle itiraf edilmiş bir suç olarak karşımızdadır…” Raporda yer alan ibretlik açıklamalar bunlarla da sınırlı değildir. Okumaya devam edelim: “Örgütlenme tarzı daha ziyade eğitim kurumları, rant çevresi, devletin önemli kurumları, siyasetçi ve bürokrat çevrelerini kapsamaktadır... Gülen, dünyaya meydan okumaktan da geri durmamakta, faaliyetini peygamber seviyesine yükseltmekte, tehdit içeren söylemlerle topyekûn cihattan söz etmektedir. Bu cihat şimdilik ışık ordularının yetiştirilmesi için ilan edilmiş bir cihattır… Gülen, hasım cepheyle ilgili bilgi alıp karşı tedbirler geliştirmek için istihbarat faaliyetlerinde bulunmayı da ihmal etmemektedir. Bu tür ihmallerin kendisine çok pahalıya mal olacağını bilmektedir. Son zamanlarda ordu, polis ve MİT teşkilatları arasına sızma faaliyetlerine ağırlık verdiği bilinmektedir... Gülen hareketinin hedef ve boyutunu anlayabilmek, din anlayışına yönelik ne denli büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bulunduğumuzu kavrayabilmek için kendi kitaplarının değerlendirmeye alınması dahi yeterli olacaktır” Bu raporun can alıcı kısmı ise son bölüme saklanmıştı. Şöyle ki, birinci yılını konuştuğumuz kanlı darbenin ayak sesleri yaklaşık 18 yıl önce şu satırlarda ifşa edilmişti aslında: “Türkiye sathını mücadele alanı olarak değerlendiren ve Cumhuriyet’i yıkma, parçalama, en hafifinden temel niteliklerini değiştirme veya kendine göre yön verme, ya da devlet içinde güç olma sevdasındaki bu gibi organize suç yapılanmalarının dün olduğu gibi bugün de etkileyip, kullanmada ön planda tuttuğu hedef kitlenin başında gençlerimizin gelmesi son derece düşündürücüdür. ...Fethullah Gülen’in, Cumhuriyet’in teminatı gençliğimize yönelip onlarla birlikte ülkemizi çok tehlikeli maceralara sürükleyebileceği endişesi, bu incelemenin değerlendirilmesi durumunda elde edilecek tek nihai sonuç olacaktır...” Bu aşamada örgütün kanlı kalkışmaya giden sürecini yıllar önce deşifre eden Necip Hablemitoğlu ve Ahmet Şık gibi isimleri, yine Ahmet Şık’ın akıl almaz biçimde FETÖ üyeliğinden yargılandığı gerçeğini de ayrıca anımsamamız gerekir diye düşünüyorum.

ÇOK ZOR BİR YOL OLMASA GEREK

Şimdi buz dağının arka yüzüne geri dönelim. Örgüt, mevcut düzeni kabul etmiyor bu nizamın Allah’ın kanunlarına aykırı olduğunu düşünüyordu. Peki, bugün bu minvalde hareket eden, söylemleri ve yayınları ile demokrasiye karşı olduğunu açıkça beyan eden; kendisinden farklı olan din yorumunu bile tekfir ederek muhatabını “kafir” diye tanımlayan dini cemaat, tarikat ve örgütler yarın için daha mı az tehlike oluşturuyor? Etrafına topladığı geniş kitlelerle gün geçtikçe “iktidar” gücünü arttıran, devlet düzeyinde oluşturduğu muhataplarla nüfuz alanını güçlendiren sözüm ona dini cemaatler neden yarın bir örgüt olarak çıkmasın? En nihayetinde onlara göre amaç Allah’ın hükmünü geçerli kılmak değil midir? Diğer taraftan bugün ilahiyat fakülteleri başta olmak üzere dini okullarda eğitim gören gençler aldıkları eğitimle sizce çoğulcu, hoşgörü sahibi ve barışçıl bir kimlikle dünyaya bakan gençler mi olacaktır? Mezhep diktasının buyruklarıyla yetişen; dinden dönenin öldürülmesi gerektiğini savunan, kadını cinsel nesne olarak sunan, cariyeliği, köleliği kabul eden, zinayı ölümle cezalandıran bir anlayışı ders olarak okuyan bu gençler sizce yarın demokratik bir Türkiye yaratabilecek midir? Bakın bu dersler devlet okullarında okutuluyor, sözünü ettiğimiz hükümler “İslam Hukuku” olarak veriliyor. Bu durumda adı geçen hukuku dün ışık evlerinde, yarın da bir başka evde, “devlet hukuku” olarak tasarlamak, planlamak, çok zor bir yol olmasa gerek.

Malum örgüt yıllar içerisinde güçlenmiş, yarattığı ekonomik ve mali rantlarla imkan ve hareket kabiliyetini arttırmış ve sonuç olarak isyan aşamasına gelebilmiştir. İşte tam bu noktada önemli olan bütün örgütlerde olduğu gibi dini örgütlerde de öne çıkan “iktidar” olgusu ve bu olgunun yaratığı ganimet ve çıkarlar gerçeğidir. Çünkü bu aşamada militanların örgüte bağlılığı neredeyse zorunluluk haline gelmekte, örgüt üyeleri sahip olduğu ayrıcalık ve menfaat edimlerinden dolayı örgütten kopma noktasında oldukça güçlük çekmektedir. Şimdi soru şu: hali hazırda bu aşamada olmayan ama demokrasiyi kafir rejimi olarak görüp, din devleti kurmak için çaba sarf eden dini örgüt ve oluşumların benzer bir kalkışma ortamına girmeleri için “iktidar” gücüne erişmeleri mi beklenmektedir? Dahası sözünü ettiğimiz tekfirci, despot oluşumlara gözünü kapayarak mı “Fethullahçı Zihniyetle” mücadele edilecektir!

MÜSLÜMAN DÜNYASI GEREKEN HESAPLAŞMAYI YAŞAYAMADI

Bugün yaşananlardan gerekli sonuçlar çıkarılmadığı oranda yarın benzer hatalar, sorunlar ve yıkımlar devam edecektir. Nitekim malum örgütün “cemaat” ve “hizmet hareketi” olarak sırtının sıvazlandığı günlerden bugünlere geldik. Tıpkı Osmanlı döneminde yaşanan Kadızadeliler hareketi gibi. Camilerden ateşli söylemlerle yola çıkan bu hareket yaklaşık bir yüzyıl içerisinde tıpkı Gülen örgütü gibi devletin en mahrem yerlerine sızmış ve adeta rejimin ortağı haline gelmiştir. Fakat gelin görün ki, yine şimdi olduğu gibi geçmişte de Osmanlı iktidarlarının adı geçen örgütü “görmemezlikten gelmesi” sonucunda cereyan etmiştir bu hadiseler. Yakın bir dönemde bitirdiğimiz ve önümüzdeki aylarda “Osmanlının Paralel Devleti: Kadızadeliler” olarak piyasaya çıkacak olan kitabımızda da gördük ki, bugünün 15 Temmuzları aslında dört yüz yıl önce de yaşanmıştı. Fakat ne yazık ki o tarihten bu yana bile Müslüman dünyası, iktidar yönelimli din anlayışı ile ilgili gereken hesaplaşmayı bir türlü yaşayamadı. Eğer bugünden yarına sözünü ettiğimiz o yüzleşme gerçekleşmez, özgürlükçü din ve inanç yorumunun tesisi için gerekli adımlar atılmazsa, ne yarınlar adına umutlu olabilir ne de bugün malum örgüt ve zihniyetine dair kapsamlı bir mücadele verildiğini söyleyebiliriz.

Aydın Tonga

Odatv.com

Ahmet Şık, Dokunan Yanar, Psotacı Yayınevi.

A.g.e

Necip Hablemitoğlu, Köstebek, Pozitif yayıncılık.

aydın tonga odatv arşiv