NİHAT GENÇ: EY GAZİLER GAZANIZ MÜBAREK OLSUN

Karadeniz bir Türk gölü iken Tuna, Don, Dinyeper, Dinyester nehirlerinin girişlerinde nöbet tutan Osmanlı gemilerine otuz kırk elli yıl değil yüz...

Karadeniz bir Türk gölü iken Tuna, Don, Dinyeper, Dinyester nehirlerinin girişlerinde nöbet tutan Osmanlı gemilerine otuz kırk elli yıl değil yüz elli yıl durmaksızın gece karanlığında kamışlarla suyun altından nefes alan Kazaklar’ın saldırıları amansızdı, gemileri batırır ya da soyarlardı.

Kaval, hortum gibi ortası delik bir ‘kamış’ı suyun altında ağzına geçiren Kazaklar’ı durdurmak mümkün olmadı. O günün hiçbir teknolojisi savunma silahı bu saldırıları önleyecek güçte değildi.. Birkaç Kazak diyelim Don kıyısında demirlemiş onlarca Osmanlı gemisinin işini bitirebiliyordu, bir yıl sonra bir daha birkaç ay sonra bir daha.

Sağı solu altı üstü bir ‘kamış’… Bir kamış marifetiyle o günün en gelişmiş kadırgalarını paramparça ettiler, Osmanlı’ya nefes alma imkanı tanımadılar, kayıtlarda var, Trabzon’un sahil kasabası Akçabaat’a bile aynı yöntemle defalarca baskın düzenleyip sabaha doğru köyleri basmışlardır..
Karadeniz’i nasıl kaybettiğimiz yazılırken bir dizi Rus savaşları ve antlaşmaları söylenir ancak ikiyüzyıla yakın Kazaklar’ın kullandığı bu ‘kamış’ yöntemi hiç bilinmez.

Suyun içinde gece karanlığında gizlice nefes alıp vermeye yarayan bir ‘kamışla’ koskoca Karadeniz düşer mi, yüzelli yılın her yılı bitmeyen usandırıcı saldırılar düzenlerseniz, düşer…
Tayyip Erdoğan Bey, Akdeniz’de savaş gemilerimiz var gibi bir cümle kurunca aklıma geldi bu kamış’ın hikayesi, koskoca bir denizi elimizden aldı.

Barbaros’un lafıdır ‘bu denizin rüzgarlarını dakika dakika bilirim’, ancak aynı Barbaros’un çocukları Akdeniz’in kuzey sahillerinde kaç defa kıstırıldı, yakıldı, basıldı ve hatta bugün alayla anlatılan silahsız çaresiz kalınca düşmana portakal ve domates fırlatıp sonra imha edildiği…
İsrail 1948’den beri bölgeye kan kusturuyor, dikkat edin tek gün ara vermeden her gün bombalıyor misilleme yapıyor, altmış yılın her günü ‘misilleme’ yapan bir terörist devletle dünya uğraşamıyor..
İsrail önce İngiliz kuklası şeyhlerin işini bitirdi, sonra İngiliz şeyhlere darbe yapıp Baas iktidarını kuran sosyalist milliyetçi liderlerin sırayla işini bitirdi, Saddam’ı Esat’ı Nasır’ı nerde?
Sonra sempatisiyle tüm dünya solunun gözbebeği Filistin Kurtuluş Örgütü gibi ‘sol’ yapıları tam anlamıyla tasfiye etti.
Sosyalistler’e karşı dincileri örgütleyen yine İsrail’di ve şimdi bu dinci Hamas gibi örgütlerle yine karşı karşıya geldiler…
Şimdi ‘bitmeyen savaş’a yeni bir siyasi aktör sokuldu: Tayyip Erdoğan…
Ve İsrail’le eski malum arap liderleri gibi bitmeyen ve sınırları hep savaş teyakkuzunda tutulan bir ‘didişme’ devreye sokuluyor, üstelik Türkiye politikası olarak..
Didişme, kamuoyunun İsrail nefretini diri tutacak, karanlık baskıcı bir politik sürekliliği güçlendirecek..
Arap Baharı’yla Orta-Doğu’da sona eren diktatör rejimler değil, şimdi kurulmakta olan yeni düzende ‘İsrail’le didişme boşluğu’ oluştu..
Anladığımız petrol gelirleri yine batıya akarken, Arap halklarının İsrail nefretini canlı tutmak işi, bu sefer Türkiye’ye havale edildi.. Çünkü Osmanlı ve hilafet rüyalarıyla büyümüş meraklısı var..
Unutmayın Arap-İsrail çatışması çözümsüzlüğüyle ünlüdür, ancak bir ‘tünel’ çatışması olarak taraflara çok faydası olmuştur..
Tünelde iki çıkış vardır ve çıkışların biri İsrail diğeri Araplar tarafından tutulmuştur, tünel denilen şey üçüncü bir yoldan başka bir alternatifin bugüne kadar olmadığı, yani geri adım atmayıp tünel çıkışlarını ölümüne kapattıkları içindir, bu yüzden birbirlerinin cesetlerini çiğnemeden tünelden çıkış mümkün değildir. Dünyanın başına bela olan İsrail siyaseti de budur.
Şimdi tünel’e sokulan Tayyip Erdoğan..
Tünel siyasetinden Arap liderleri çok ekmek yedi. Baksanıza her biri maşallah kırkar yıl iktidarlarını sürdürdü, tünel siyasetiyle iç politikalarını durmaksızın bastırarak..
İç siyaseti İsrail öcüsüyle bastırma politikası Arap liderlerin sığındıkları ‘hiper siyaset’ yöntemidir.
Hem her gün dünyanın gündemindesiniz, hem her gün düşmanla savaşıyoruz kahramanlığı taslarsınız, hem de çok büyük siyaset yapıyoruz demokrasiye ekonomiye hiç vaktimiz kalmıyor yanılsaması yaratırsınız..
Tünel siyasetinin bir sonucu olarak bugün Arap ülkeleri son altmış yılı kaybetmiştir. İsrail’in sıcak saldırıları bahane edilerek, ekonomik kalkınma, üniversite, bilimsel gelişme, sosyal haklar sosyal eşitliksizlerin önü ebediyen bu siyaset bahane edilerek, yani insana dair her sorun ebediyen ertelenerek..
Saat başı enflasyon rakamlarının fırladığı bir ülkede nasıl ‘ekonomi’ kumanda edilemez ise, saat başı ‘saldırı’ ‘didişme’ siyaseti de hiper enflasyon gibi kumanda edilemez..
Nükleer gücü ve batılı dostları olan İsrail geçtiğimiz altmış yılda savaşı tırmandırmakta hiç çekinmedi…
Savaşmadan savaş hali dediğimiz hiper siyaset, şu anlama gelir: onlarca yazar sık sık bu ‘deney’den bahsetmiştir, ‘algı’ üzerine bir çalışma, bir beyzbol maçında seyircilere taç’a çıkan topları ya da faul’leri saymaları istenir…
Seyirciler taçları faulleri sayarken deneyi yapanlar sahanın ortasından bir goril geçirir.
Sonra seyircilere maç boyunca sahanın ortasından geçen goril’i görüp görmedikleri sorulur, hiç biri görmemiştir. Ve seyircilere maçın kamera kayıtları gösterilir, şaşkınlık içindeler, nasıl olur da koca gorili görememişlerdir..
Çünkü odaklandıkları şey ‘taç’a çıkan toplardır.. Yani nereye odaklanırsak onu göreceğiz, belki de Anadolu’nun ortasından, siyasetin ekonominin hayatlarımızın çocuklarımızın istikbalinin ortasından ne goriller geçiyor geçecek ve hiç birimiz göremeyeceğiz..
On’a yakın Arap ülkesine gittiğimde şehirlerin sokakların binaların ortasından ne felaketler geçmiş ve hepsi hala enkaz halinde ancak tek bir ‘gören’ yoktu.
Herkes İsrail’e odaklanmış İsrail düşmanlığıyla yatıp kalkıyordu.. Ne sefaleti ne eşitsizlikleri ne ortaçağlarda dahi eşine rastlanmayan siyasi diktatörlükleri..
İsrail’le restleşme şu demek: bir savaş olmayacak ama bitmeyen bir savaş hali içinde olacağız..
Araplar’ın İsrail nefreti sıcak tavında tutularak ‘hilafet’ cakaları ‘büyük dünya lideri’ fiyakaları manşetleri süsleyecek.. Bitmeyen politik bir pompa..

Erdoğan’ın naralarından kuş mu çıkacak civciv mi çıkacak, diye, boşuna ve aptalca kimsecikler kestirme tahminlerde bulunmasın..
Civcivler yeni doğduklarında erkek mi dişi mi olduklarını kimse bilemez, civcivlerin cinsiyetini anlamamız için beş-altı hafta tüylerinin büyümesini beklememiz gerekir, ancak çok usta kümesciler civcivlerin henüz tüyleri değişmeden cinsiyetlerini anlayabilir, ki çok yakın tarih hatta çocukluğumuzdan beri dakika dakika yaşadığımız Orta-Doğu’nın acılarını liderlerini savaşlarını her birimiz fazlasıyla tecrübe ettik, biliyoruz.
Tayyip Erdoğan’ın yetişmesi kültürü siyaseti zaten üçüncü dünya İslamcılığı’ydı.. Bu yüzden üçüncü dünya İslamcılar’ı gibi üretemedi, üçüncü dünya İslamcı liderleri gibi şüphe ettiği herkesi içeri tıktı ve şimdi üçüncü dünya diktatörleri gibi ‘layık’ olduğu yere gidiyor..
Anladığımız, Tayyip Erdoğan ilk on yılını Ergenekon gargarasıyla geçirdi ikinci on yılını İsrail’le savaş güzellemeleriyle…

Çağlar zaman teknoloji köklü değişikliklere uğrasa da ‘duygular’ değişmez, ilkel toplumdan bugüne anne, vatan, toprak, gülme, gıdıklanma, alay gibi en temel ‘duygular’ değişmeden günümüze gelmiştir…
Kaç tane öfke tanırız, aptal öfke var, haklı öfke var, gözü kör öfke var, meczup deli öfkesi var, öfkenin bin çeşiti var..
Mesela iğrenme duygumuz olmasaydı pekala afiyetle dışkı yiyebilirdik.. İnsanlığın kıskanma duygusu olmasa aile duygusunu kaybederdi…
Öfkeler endişeler de böyledir..
Gazze’de İsrail’in yaptıklarına karşı acılar ve feveran içindeyiz ama her normal insan bilir ki ‘öfkemiz’ kör olmamalı, öfkemiz deli öfkesi olmamalı..
Tayyip Erdoğan ve bizlere düşen insanlığa karşı İsrail’in yaptıklarının karşısında durmak ve Araplar’ı mahveden bugünkü karanlığa sürükleyen ‘kör öfkeden’, yenilip rezil olmuş deli öfkeden kurtarmak..
İinsan soruyor, Tayyip Erdoğan bu ‘kör öfkeyi’ kaşımak ve ayaklandırmakla mı görevlendirildi..
Oysa ne güzel Arap Baharı, reformlar, diktatörlükler değişiyor, olması gereken, İsrail karşısında asla susmak değil, bugüne kadar kendi iç politikalarını tıkayan ‘kör öfkenin karanlığından kurtulmaktı’..
Bakın birkaç gün içinde Libya’nın petrolleri paylaşıldı bile, duyan gören oldu mu?
Asıl sorum liberal ve İslamcı yandaş yazarlara..
Hiç eleştirilmemiş, hiç yenilmemiş, hiç zaafa uğramamış, sözleri hiçbir şekilde, akıl, mantık terazisine yatırılmamış bir lider kadar ‘tehlikeli’ ne olabilir?
İnsan evladı ‘hata yapacağım korkusu’ taşımalı yoksa ‘insanlıktan çıkar’..
Bir siyasetci her zaman ‘kızgın demirler üzerinde yürüdüğünü’ unutmamalı..
Akdeniz’in ortasında Barbaros naraları atan bu lideri on yılda hazırlayan büyüten azdıran canavarlaştıran sizler değil misiniz?
O halde Arap Halkları’nın kör öfkesini kudurtan Arap liderlerinden daha acımasız olan gerçek, modern bir toplumun bağımsız gazetelerinde yazı yazanların sırf kendi maaşları yüzünden kendi liderlerini ‘iyi gösterme telaşı’ değil mi?
Arap şeyhlerinin sus payı altınlarıyla sizin aldığınız maaşlar sonunda aynı kapıya çıkmıyor mu: her şey normal her şey yolunda telaşı..

İsa’ya bir baba çocuğunu getirir ve iyileştirmesini söyler, İsa, iyileştireceğime gerçekten inanıyorsan iyileşmesini siz de sağlayabilirsiniz, der..
Yani İsrail’in zalimliğine gerçekten inanıyorsak Tayyip’in naralarına ihtiyacımız yok, Tayyip’i bir deli oğlan gibi kullanmamız hiç gerekmez, sen ben inanıyorsak hepimiz yapabiliriz bunu..
Bugün ise manşetlerinizde görünen şu: aşıklar için her şey mükemmel her şey noksansız yaratılmış.. Şu Saddamlar’a söylenen slogan gibi: canım kanım sana feda Saddam, gibi, Tayyip’e kurban yazılar..

Kardeşlerim, canım kanım sana kurban Tayyip’e nasıl geldik, söyleyeyim..
On yıllar var ki marketlerde havaalanında taksi duraklarında başta Zaman gazetesi, sonra Bugün sonra Star gazeteleri ve benzerlerinin bedava dağıtıldığına şahit oluyoruz.
Ben ilk gençlik yıllarında matbaacılık yapmış bir yazarım. Kağıdın fiatını da bilirim kalitesini de.. Bu kadar çok bedava gazete dağıtmaya Amerika’nın en ünlü şirketlerinin dahi gücü yetmez.. Bu değirmenin unu nerden geliyor?
Beleş gazeteler beleş yazarlar..
Hepsi yetenekli görünmeye her şeyi bilir gibi davranmaya zorlanmış yazarlar..
Bu ‘yetenekli görünme’ modası 1980’li yılların hemen sonrasında biz de Özal’la başladı..
Hikayeyi çok iyi en güzel Amerika’nın ünlü enerji şirketi Enron’la özetleyebiliriz.. Enron’un muhasebe kayıtlarındaki oyunları yirmi otuz yıl sonra ortaya çıktı ve battı ve sahibi binlerce yıl ceza aldı..
Ama Enron magazin sayfalarında tarihin en eşsiz yetenekli CEO’larını çalıştırmakla övünüyordu… Bugün anladık ki hepsi ‘gösteriş’, şirket alttan altta muhasebe oyunlarıyla malı götürmüş, bu yetenekleri de göz boyamak için vitrinde tutmuş.. Bizim Elif Şafaklar gibi genel yayın yönetmenleri gibi..
Özal da böyleydi, medyamız bu modaya ayak uydurdu, yetenekli görünen, havalı yöneticiler, şaraptan anlar, her biri hayatın keyfini çıkartan ve dünyayı yalayıp yutmuş yaşam koçları gibi konuşan yüzlerce insanı köşelerine taşıdı..
Oysa ‘üreten’ yok, zekice hikayeler yazan yok, siyasette ekonomide gerçek kabiliyetler yok, ama ortada ‘yeteneğim’diye gezen yüzlerce adam..
Laiklikten Kürt sorununa onbinlerce makale yazdılar, bugün geri dönün bir tanesini tekrar okuyamazsınız, değersiz, çöp gibi..
Ne oldular, Aydın Doğanlar’ın ya da Dinç Bilginler’in muhasebe kayıtlarıyla yok oldular, tasfiye oldular. Yerlerine gelenler de aynı büyük liberal yetenekleri İslamcı yetenekleri köşelerine taşıdı, değişen hiçbir şey yok: Politik istikrarın tapındığı, Her şey Yolunda Mesajını otuz yıldır manşette tutmakla görevliler..
Dünya güzellerinden daha güzel bir ‘yetenekli insanlar cennetine’ döndük. Magazinler, tv tartışmaları her yeri işgal ettiler. Ama ortada tek bir yazısını parayla sattıracak yazar yok. Yıkama yağlama ballama övgü gırla gidiyor.. Susturma, örtme, maskeleme, unutturma, laga luga günlük zikirleri haline geldi..
Ve bu yeteneklerin her biri küçük ‘canavarlar’a dönüştü..
Laiklik ya da Kürt Sorunu açın metinlerini her biri otuz yıl dogmalarından zırnık taviz vermeyen sabit fikirli insanlar oldular, çok basit cahildiler, çünkü her biri bir patron ya da liderin arkasına saklanan bir ‘tünel yazarı’ oluverdiler..
Dün Özal’ı bugün Tayyip’i yalayıp yıkayan yüzlerce küçük canavar.. Hepsi sanki annesinin karnından ellerinde floş royal’la doğmuş..
Patronlarının muhasebe kayıtları gibi herkese her şekilde utanmaksızın ve durmaksızın yalan söyleyen bir ‘ sahte yetenekler çağı’nı hep beraber yaşadık.
.Göz boyamaya ve şöhrete odaklı insanlar. Yönetici değil süperstarlar devri. İmparator yakıştırmaları, divalar, efsaneler, dehalar, magazin sayfalarımızda dört dönüyor hala..
Her birinin görevi ‘işler tıkırında’ görüntüsü vermek, ‘toz pembe dünya’ tablosu çizilmesine küçük zekalarıyla dev katkılar sunmak..
Gerçek: Sahtekarlık. Gösteriş sel baskını gibi, gazetelere yüzlerce binlerce ek sayfa yetişmiyor maharetlerini ballandırarak anlatmak için.
Ve şirketleri batsa da iş yaşamları başka siyasi kulvarda yine bilmişce yine her boktan anlayarak ve hiçbir şey değişmemiş gibi kaldığı yerden devam ediyor..

İslamcı ve liberallerin mutlu evliliğinden bahsediyorum, yeni dehalarımızdan..
Çok çarpıcı insanı şok eden bir hikayedir, Doğu Almanya ‘sporda’ dopingle şöhret oldu ve atletizmden gülle atmaya kırılamayan dünya rekorlarının sahibi.
Bugün artık bu rekorların her biri mahkemelerde çünkü yirmi bine yakın sporcu doping kullanmış.. Tekrar edelim yirmi bin sporcu.
Bunlardan biri de Heidi adında sarışın güzel incecik bir kız.. Heidi’yi gülleci yetiştirmek için her gün doping haplarını bastılar, sonunda vücudu tam bir erkek vücuduna dönüştü.
Depresyon tedavileri elli yaşlarını geçtikleri halde bugün bitmedi.
Bedava satılan gazeteler, işte yazarların şöhret meraklıların üstünde, böyle bir etki yaratıyor: aşırı yüklenme, vücudu pompalama, insan gücünün sınırlarını aşmak. Gündemde ve köşesinde kalmak için her fırıldağı denemek her ahlaksızlığa rıza göstermek.
Sonunda küçük kız Heidi dev yapılı kaslı dev bir erkek. Çocukluğunda kendine doping hapı verenlere dava açtı.. Davaya kendi gibi erkekleşmiş küçük bir kız iken oynadığı arkadaşları da geldi.
Davadan istedikleri sonucu çıkartamadılar ama Heidi davacı diğer arkadaşıyla mahkemenin boş loş ve bitmeyen davalarında canları sıkıla sıkıla bakışa bakışa, sonunda evlendiler.
İki minik sarışın küçük ince kızdan iki dev erkek adamın evliliği çıktı.
İslamcı ve liberal yazarların trajik aşırı dopingle dönüşen değişen bedenleri.
Bir de bu insanlar ‘liberalizm’i sınırsız konuşmak sınırsız sallamak olarak bellemişler..
Sınırsız serbest konuştular ama sorgulayan hiç olmadı hiç canları yanmadı. Limited şirketler gibi sınırlı sorumlu kaldılar..
Ve kardeşlerim, sınırlı sorumlu insanların sınırsız üflemelerinin adına ülkemizde ‘sivil siyaset’ denir..
Akdeniz’de sonsuz bir sorumluluk alıp Barbaros naraları atan Tayyip’i yetiştiren işte bu cahil ama gösterişle piyasaya sürülmüş gaddarlardır.
New York havalanında bir gün bir uçağın iniş takımları açılmaz ve büyük bir panik yaşanır.. Pilotların her ikisi de iniş takımlarının açılmadığını gösteren yeşil ışık’a odaklanır.
Yeşil ışık niye yanıyor diye panik halindeler.
Oysa yeşil ışık’ın yandığı o an, sesli alarm olarak pilotlar uyarılmakta.
Uyarı defalarca otomatikman yapılır ancak pilotlar yeşil göstergeye odaklandığı için uyarıları duymaz…
Sonunda bir ders çıkartılır pilot eğitimine.. Pilotlar artık görev dağılımı yapmalı, biri yeşil ışığa bakarken diğeri alarma kulak vermeli…
Kaç gündür İslamcı ve liberal köşeleri okuyor alarmı duyan alarma odaklanmış tek bir yazar bulamıyorum, nedenini biliyorum, bu yazarlar ‘muhasebe kayıtları’nı örtmek için vitrine sürülmüş bedava satılan ama sabitli maaşlı yazarlardır.

Tayyip Erdoğan’ın Akdeniz’de savaş gemilerimiz var narası bana Nasır’ın Rus yapımı ve İsrailliler tarafından altı saatte sökülen dünyaya rezil oldukları radarlarını hatırlattı..
Radarların sökülmesi aynı zamanda Araplar’ın nerdeyse tapındıkları Nasır’ın da sonu oldu..
Teniste futbolda siyasette müzikte sanatta onlarca gerçek yetenek tanıyoruz uygarlığı inşa eden, hayat hikayelerine baktığımızda, bugünün sadece şımartılmak için yaratılmış sanal plastik yeteneklerinden çok farklı olduklarını görürüz.
Çünkü gerçek yeteneklerin olaylar ve eşya karşısında her defasında en tehlikeli, en olmaz, en akla gelmeyecek, en negatif şekilde, pozisyon aldıklarını görürsünüz.
Sorun da buradadır, mesela bir nükleer tesis yapıyorsanız, milyon çağdır hiç patlamamış yanardağları da göz önünde tutmalısınız, uzaydan gelmekte olan meteorları da hesaba katmalısınız, olur mu demeyin, Japonlar kendi tarihlerindeki deprem tecrübesinden yola çıkıp on metrelik bariyerler yaptılar ama tsünami hiç olmadık hiç görülmemiş şekilde aşıp geçti.

İsrail karşısında altmış yıldır dünyanın götüyle güldüğü aptallaşmış Arap siyasetine dönmek istemiyorsak işte bugün bize en olmadık şüphelerle tedbirlerini almış yazarlar siyasetciler lazım…
Beleşten satan gazetelerin beleş yazarları, savaşın kan akan deresini Araplar içmekle bitiremedi, siz boşuna sulanmayın, eski Yunan’dan bir fıkradır, köpekler derede birkaç kemik görmüş kapmak için atlamışlar, heyhat sürüklenmişler, bir daha atlamışlar kemiklere yine sürüklenmişler, biz en iyisi mi bütün derenin suyunu içelim sonra kemikleri kaparız demişler, o gün bugün hala derenin suyunu içiyorlarmış, boşuna, köpeklerin ataları atalarının ataları hep ölmüşler..
Tayyip Erdoğan bey birkaç politik kemik için İsrail-Arap deresinin suyunu içmeye yelteniyor, boşuna, altmış yıldır bu derenin suyunu kimse bitiremedi.
Bedavaya satılan gazetelerde beleşten siyaset yapanlara anlatılmaz bir derttir bu, bedava satılan gazetelerle yapılan ‘siyasetin’ feci sonudur bu.

Nerde kalmıştık, eleştiri, sırf bu yazıyı sizlere okutabilmem için, Oda TV’nin yedi yazarı rehin gibi esir gibi hapiste…
Neden, eleştiri?
Niye, eleştiri?

Arap Siyaseti’nde olmayan bu eleştiriydi? Tayyip Erdoğan’ın hilafetcilik oyunları için ortadan kaldırılması gereken bu eleştiriydi?
Ülkemizde gerçek bir statüko varsa o da ‘medyada örgütlenmiş sahte yeteneklerdir’, ülkemizde bağımsız birey olmanın gücüyle ‘eleştiren varsa’, içerde ya da sansürdedir.

Nihat Genç

Odatv.com

Tayyip Erdoğan israil gerginliği nihat genç arşiv