EVET ÇIKARSA İŞTE 13 EYLÜL’DEKİ TÜRKİYE

Geçen yazımızda, AKP’nin anayasa değişiklik paketinin ana amaçlarından birinin, yargının...

Geçen yazımızda, AKP’nin anayasa değişiklik paketinin ana amaçlarından birinin, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını ortadan kaldırmak, AKP yanlısı yargıç ve savcılardan oluşan bir yargı düzeni yaratmak, kısaca yargıyı ele geçirip, kendi siyasal yargı sistemini kurmak olduğunu belirtmiş ve bunun nedenlerini ortaya koymuştuk. Bu ve sonraki yazılarımızda da, AKP’nin bunu nasıl sağlayacağını, Anayasa’da bunun için nasıl bir değişiklik yaptığını ele alacağız.

Ama daha önce Sayın Başbakan’ın bir söylemine yer vermek istiyoruz. Diyor ki Sn Başbakan; “İnanın ayaklarımızda pranga var… Türkiye’de parlamentonun da yürütmenin de üzerinde yargı gücü var. Seni engelliyor. Atama yapamıyorsun. Ben bir yürütme ve hükümet olarak istediğim müdürü istediğim yere atayamazsam, istediğim valiyi istediğim yere atayamazsam bu ülkede ben nasıl icrayı faaliyet yapacağım?...Onun için bu anayasa değişikliğine evet diyoruz.” (Erdal Atabek, Cumhuriyet, 30.08.2010) Kısaca Başbakan yargıyı “ayak bağı” olarak görüyor ve bu bağdan kurtulmak için Anayasa değişikliğini yaptığını söylüyor.

İşte sorun tam da bu düşüncede. Bir hukuk devletinde, yasama ve yürütmenin gücünü sınırlamak için yargı denetimi vardır. Bir memuru beğenmedim, istediğim yerde görevlendiririm, diyemezsiniz. Bunu yapabileceğiniz rejimin adı demokrasi olmaz. Gerekçesiz yapılan her işlem yargı tarafından denetlenir. Diğer iktidarlar da yargı kararlarından yakınıp, bu kararları eleştirmişlerdir. Ancak, çağdaş demokrasiyi, hukuk devleti ilkesini benimsedikleri ve rejimle sorunları olmadığı için, hiçbiri yargıyı “bertaraf” etmeyi düşünmemiştir. Oysa, bunları benimsemeyen, kurallara göre değil, keyfine göre yönetme yolunu seçenler, hiç çekinmeden bu yolu yeğlemişlerdir.

AKP iktidarı da, Başbakan’ın isteğine uygun biçimde yargıyı “bertaraf” etmek, daha doğrusu kendi isterlerine uygun kararlar vermesini sağlamak üzere yargıyı ele geçirebilmek için Anayasa’da iki önemli değişiklik yapmakta; Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üye yapısını değiştirmektedir. Anayasa Mahkemesi’yle başlayalım.

ANAYASA MAHKEMESİ’NDE NE YAPILMAK İSTENİYOR

Değişiklikle Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı 15’ten 17’ye çıkarılmakta; yedek üye statüsü kaldırılmakta, mevcut yedek üyeler asıl üye statüsüne geçirilmektedir. Değişikliğe göre 17 üyenin kurumlar itibariyle ve birinci-ikinci seçim yetkilisi yönünden durumu şöyledir:

Bu yapıya bakıldığında şu gerçekler görülmektedir.

1) Anayasa Mahkemesi’nin 17 üyesinin 3'ü TBMM'ce, 14'ü Cumhurbaşkanı'nca atanacaktır. Çağdaş demokratik ülkelerin hiçbirinde, AYM'nin tüm üyelerinin seçimi, "bir tek siyasal partinin iradesine" bırakılmamıştır. Yapılan değişiklikle, "Ana Muhalefet Mahkemesi" oldu denilen AYM, fiilen ve hukuken "AKP Mahkemesi" niteliğine bürünecektir.

2) Avrupa organları, yüksek yargı üyelerinin eşdüzey yargıçlar tarafından ve kendi aralarından seçilmesi; parlamentoların AYM'ye üye seçmemesi, yasama ve yürütmenin yargıya karışmaması gerektiğini; ileri demokrasilerde sistem gereği yasama organınca seçim yapılacaksa, bunun da uzlaşma ile, muhalefetin de katılması sağlanarak, nitelikli çoğunlukla yapılmasının zorunlu olduğunu söylemektedirler. Bunun için Avrupa ülkelerinde parlamentolar Anayasa Mahkemesi'ne 2/3 çoğunlukla seçim yapmaktadırlar.

Oysa, yapılan değişiklikte, AKP'nin tek başına seçim yapmasını sağlayacak bir yöntem getirilmektedir. Bu yönteme göre, ilk tur oylamada sonuç alınmazsa, ikinci tur oylamada bir adayın üye seçilmesi için “salt çoğunluk” yeterli görülmektedir. Bu sayı 276’dır ve AKP’nin tek başına üye seçmesi için yeterlidir.

3) 17 üyenin 7'si sivil ve askeri yüksek yargıçtır. Geri kalan 10 üye, yasama ve yürütme tarafından atanmaktadır. Böylece, yasama ve yürütme, yani AKP, yani Başbakan ve Cumhurbaşkanı AYM'ye egemen olmaktadırlar.

4) Aday seçimlerinin kurumlarca yapılacak olması sonuca etkili değildir. Çünkü yandaş duruma getirilmiş olan bu kurumların yapacakları seçimler, siyasal iktidarın isterleri doğrultusunda sonuçlanacaktır. Ayrıca 3 adayın birinin isterlere uygun olması, o adayın AYM üyeliğine atanması için yeterli olacaktır.

5) Üye sayısı artırılırken, yüksek yargının AYM'deki temsil sayısı 9'dan 7'ye düşürülmektedir. Buna karşılık, Sayıştay, YÖK ve avukatlar gibi, yüksek yargıyla ilişkisi ikincil derecede olan kurumların temsil sayısının artırılması anlamlıdır.

6) Anayasa Mahkemesi’nin aynı zamanda Yüce Divan görevi üstlenmesine ve değişiklikle, “temel hak ve özgürlüklere” ilişkin bireysel başvuruları da inceleyecek olmasına karşın; Yüksek Mahkeme’de hukukçu üye sayısının azınlıkta kalma olasılığı vardır.

7) 1. sınıf yargıç ve savcılar için kontenjan ayrılması ve diğer meslek gruplarında üye seçilebilmek için 20 yıllık hizmet süresi aranırken, raportörlerde bu sürenin 5 yıl olarak belirlenmesi dikkat çekicidir.

8) Cumhurbaşkanı’na, 4 üyeyi doğrudan olmak üzere 14 üyeyi atama yetkisi verilmesi, AYM’yi siyasal iktidar yanlısı üyelerle doldurmanın bir başka yöntemidir. Cumhurbaşkanı Anayasa’ya göre hem devletin (m.104), hem yürütmenin (m.8) başıdır. Anayasa’da böyle bir düzenleme yapılmasının nedeni, siyasal parti (özellikle tek parti) egemenliğinde olan yasama ve yürütmenin, yansız bir Cumhurbaşkanı tarafından denetlenip dengelenerek anayasal düzenin, siyasal iktidar sınırlandırılarak demokrasinin korunmasıdır.

Ne var ki, bir Cumhurbaşkanı seçildiği siyasal partinin, gönül, düşünce ve uygulama yönünden etkisinden kurtulamazsa, yani siyaseten yansız olamazsa, o zaman Cumhurbaşkanı tarafından seçilen üyeler de TBMM’nce seçileceklerden farklı olmayacak, AYM, siyasal iktidara yakın, hatta tümüyle onlar gibi düşünen üyelerden oluşacaktır.

Bunun en tipik örneği, son Anayasa değişikliğine ilişkin denetim sırasında görülmüştür. Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından seçilen üyelerle, Sayın Turgut Özal ve Sayın Abdullah Gül tarafından seçilen üyelerin farklı oyları tesadüf değildir.

HANGİ SONUÇLARI DOĞURARACAK

Son söz: Anayasa Mahkemesi’ne üye seçimini “bir siyasal iktidarın iradesine bırakan” değişikliğin yargıyı taraflı duruma getirerek, yargı bağımsızlığını yok edeceğinde kuşku bulunmamaktadır.

Peki, bu durum ne gibi sonuçlar yaratacaktır.

Bundan sonra, Türkiye Cumhuriyeti’ni daha İslami bir yapıya kavuşturacak, federasyon ve bölünme getirecek, başkanlık sistemini kabul edecek bir anayasa değişikliğine “dur” diyecek bir Anayasa Mahkemesi bulunamayacaktır. Böylece, “ulus devlet”, “üniter devlet”, “laik devlet” yapısına veda etmek, bölünmüş bir ülkede “ılımlı İslam Cumhuriyeti” rejimini yaşamak zorunda kalınacaktır.

“Laiklik” ve “bölünmez bütünlük” ilkelerine aykırı eylemlerin odağı olan bir siyasal partiyi kapatacak bir Anayasa Mahkemesi bulunamayacaktır.

Kararlarıyla çağdaş, laik, aydınlanmacı Türkiye Cumhuriyeti rejiminin sürmesini sağlayacak bir Anayasa Mahkemesi’nden yoksun kalınacaktır.

Ve son olarak, AKP, Başbakan ve bakanların Yüce Divan’da yargılanma olasılığına karşılık “kendi yargıcını” yaratmış olacaktır.

Bülent Serim

Anayasa Mahkemesi Eski Genel Sekreteri

Odatv.com

referandum 12 eylül arşiv