Etyen'in Cumhuriyet'i nasıl olacak

Osmanlı’nın yaklaşan 1. Dünya Savaşı’nda tarafsız kalamayacağı bellidir. Ermeni siyasi örgütleri 1913’ten itibaren Osmanlı’nın savaşa girmesi...

Osmanlı’nın yaklaşan 1. Dünya Savaşı’nda tarafsız kalamayacağı bellidir. Ermeni siyasi örgütleri 1913’ten itibaren Osmanlı’nın savaşa girmesi halinde tutumlarını belirlemek üzere hazırlık ve plan yapmaya başlar.

Osmanlı İmparatorluğu 30 Temmuz 1914’te seferberlik ilân eder. Ermeni Taşnak Partisi de 28 Temmuz-14 Ağustos tarihleri arasında Erzurum'da bir kongre düzenler. Kongre sonunda Ermeniler Osmanlı’ya karşı açıkça cephe kararı alır, Ermeni Kilisesi de Rus Çarı’na müracaat edip, himaye edilmelerine karşılık Ruslarla Osmanlı’ya karşı savaşma taahhüdünde bulunur, silah ister. Aynı günlerde Rusya’nın Genel Valisi Daşkov Tiflis’teki Ermeni Millî Konseyi üyeleri ve Belediye Başkanı Hadisyan ile görüşüp, Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput ve Sivas Ermenilerin yardımıyla ele geçirilirse, buralarda bir Ermeni muhtariyetinin tanınacağını ilân eder. Ermeni Patrikliği’nin resmi yayın organı olan “Ararat” Gazetesi’nde de bütün Ermenilere hitaben yayınlanan bir bildiriyle isyan çağrısı yapılır.

Ve Ruslar 1 Kasım tarihinde Erzurum tarafından Osmanlı topraklarına girer. Bunu fırsat bilen Ermeni çeteleri planlarını hayata geçirip, yol keser, Türk köylerine saldırır, şehirlerde isyan çıkartır.

Tarihi tesadüf; Yıllarca Zaman Gazetesi’nde yazan, “paralel savaşla” birlikte iktidar cenahına geçen Etyen Mahçupyan Başbakan Davutoğlu’nun Başdanışmanlığına getirildi. Yeni görevine de 1 Kasım’da başladı.

İlk demeci ise “8-10 yıl sonra Cumhuriyet yeniden kurulacak” oldu. Ermeni Haber Ajansı’na konuşan Etyen Mahçupyan “Başbakan ile faaliyet alanınız hakkında görüşmediniz mi acaba?” sorusunu cevaplarken, şunları söyledi:

“Şu ana kadar, öyle bir görüşme olmadı. Ama Başbakan benimle ilişkisinin herhangi bir tek alanında olmasını istemiyor. Gördüğüm kadarıyla çok daha genel olacak. Türkiye bir inşa döneminde. Cumhuriyetin yeniden kurulması gibi bir mesele var önümüzde. Önümüzdeki 8-10 yılda bütün kurumsal yapısıyla bu olay gerçekleşecek ve bu olayın gerçekleşmesi sürecinde de belirli bir yardıma veya belirli bir danışmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Dolaylısıyla benim rolüm de böyle bir rol.”

Zaman Gazetesi’nde yıllarca Türklükle Müslümanlığı ayırmaya çalışan, artık Müslümanların Türk kimliğine ihtiyacı olmadığını dahi anlatan Mahçupyan’ın “soykırım” iftiraları hakkındaki görüşlerini bilmeyenimiz yok gibi. Yine de bazı söyleşi ve yazılarından rasgele seçtiğimiz şu örneklerle hatırlatalım:

"SOYKIRIM CUMHURİYET DÖNEMİNDE DE SÜRDÜ”

18 Nisan 2010-Taraf : Eğer Türkiye dünya kamuoyu vicdanında suçlu olmasaydı, bu yasalar parlamentolara zaten hiçbir biçimde gelemezdi... Dünya parlamentolarındaki soykırım kararlarına Türkiye’nin itirazının da belirli bir belkemiği bulunmuyor... On yıllar boyunca “böyle bir şey olmadı” söylemine tutunan Türkiye, oradan “soykırım denemez” cümlesine ve nihayet bugün “size düşmez” tavrına gelmiş gözüküyor, ama maalesef bu yeni konumun inandırıcılığı yok, çünkü devletin yurtiçinde hiçbir gerçek yüzleşmeye hazır olmadığı açık.

(Gül, Erdoğan, Davutoğlu’nun savuna geldiği konunun tarihçilere bırakılması konusunda) : Türkiye’nin önermiş olduğu “tarih komisyonunun” da fazla bir inandırıcılığı yok. Konunun tarihçilere bırakılması gerektiği tezi anlamlı değil, çünkü konu zaten doksan yıldır tarihçilere bırakılmış durumda ve Türkiye bu bilgi birikiminin gereğini yapmıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin asıl istediğinin konunun tarihçilere bırakılması değil, “makbul” tarihçilere bırakılması olduğu anlaşılıyor. Buna göre birbiriyle hiç uyuşmayacak tarihçilerden oluşan bir komisyon kurulacak ve o komisyonda ortak bir görüşe varılamadığı için de tarihsel gerçeğin ‘belirsiz’ olduğu savunulacak. Bunun akademik dünyada mizahi bir vaka olarak karşılanacağını ve Türkiye’ye leke süreceği bile idrak edilemiyor... Bu kültürel varlığın kendini idame ettirmesinin engellenmesi, 1915’te başlayıp 1923’te bitmiş bir olay değil. Cumhuriyet’in tek parti dönemi politikası da aynı minvalde sürüp gitmiş. Dolayısıyla “soykırım” sözcüğü gerçekten de korkutucu, çünkü sadece Osmanlı’yı bağlayan bir politikaya gönderme yapmıyor, günümüzün rejimine de dokunuyor.

“ÖNCE KENDİ SOYKIRIMINI KABUL ET, SONRA BAŞKALARINA SOYKIRIMCI DE”

29 Aralık 2011- Zaman : Fransa’daki milliyetçi Türkler, soykırım anıtlarını tahrip etmek, Ermeni diasporasının web sitelerine saldırı düzenlemek, broşür dağıtan Ermeni gençlerini dövmek türünden “milli duyarlılığı” yüksek eylemler yapabiliyorlar ve bunlar Fransız kamuoyu için tek kelimeyle bir düzeysizliği ve daha da derinde inkârı ifade ediyor. Dolayısıyla da “inkâr”, şu anda zaten var olan bir durum ve Avrupalı gözüyle bakıldığında yaşanmış bir acının inkârı da bir nefret suçu... Türkiye'nin soykırım sözcüğünden rahatsız olmasını, bu sözcüğü “ağır” bulmasını anlayabiliriz... Ama aynı Türkiye'nin bu sözcüğü dünyanın başka yerlerindeki olaylara ilişkin olarak bu denli rahatlıkla kullanmasını nasıl açıklayabiliriz? Eğer başkalarının hassasiyetine saygımız yoksa, başkalarını hangi hakla kendi hassasiyetimize saygılı olmaya davet edebiliriz?

“MÜSLÜMANLAR YENİ DEVLET KURACAK, 1915 TARTIŞILACAK”

1 Mayıs 2013- Zaman : Bir yandan İttihatçılık ile Kemalizm arasındaki hem ideolojik hem de sisteme ait süreklilikler, diğer yandan Sünni Hanefi İslam anlayışının Osmanlı düzeninde tahkim olan “din-u-devlet” algısı, Anadolu çoğunluğunun devletin dışında bir tutum sergilemesini halen çok zorlaştırıyor. Düşünün ki, 1915'te devlet zaten failin kendisi. Din ise çözümü sağlayacak bir birleştirici faktör değil. Bu tablo hem İslâmi kesimin niçin böylesine ikircikli olduğunu, ama aynı zamanda niçin bu meselenin ancak İslami kesimin taşıyıcılığı altında normalleşebileceğini söylüyor. Çünkü 1915'e ilişkin olarak üzerinde en az yük taşıyan kimlik İslam. Ancak Müslüman toplumun bu adımı atabilmesi kendisini devletten bağımsızlaştırmasına, diğer bir deyişle devleti “yeniden” kurmasına bağlı. Dolayısıyla içinden geçtiğimiz çözüm süreci ile birleştirdiğimizde değişimin sıralaması şöyle gözüküyor: Önce barış olacak, ardından demokrasiye doğru gidilecek, bunun sonucunda “yeni” bir devlet kurulacak ve ancak o zaman Türkiye'de 1915'e ilişkin sahici bir tartışma yaşanacak. Öte yandan asıl önemli olanın “özür” değil, “tanıma” olduğunu ekleyelim.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, şayet bu fikirleri değişmediyse Başdanışmanı Etyen Mahçupyan’la birlikte kuracağı “Yeni Cumhuriyet” işte böyle bir şey olacak.

Lâkin Davutoğlu’nun bir de Dışişleri Bakanı var. Bakan Mevlüt Çavuşoğlu daha dün TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Bakanlığının bütçesi görüşülürken, Türkiye’nin Ermeni meselesinde savunmada kalan bir ülke olmadığını vurgulayarak, “Atalarımıza ve milletimize kondurulmaya çalışılan soykırımı kabul etmemiz mümkün değil, bunun da altını her zaman çiziyoruz” diyordu.

Ne kadar “uyumlu” bir hükümet!..

Bir tarafta, “Türkiye soykırımı tanımalı” diyen Etyen, öte tarafta “asla” diyen Çavuşoğlu. “Yeni Türkiye”den dem vuran Davutoğlu hangisini dinler acaba?!.

Mamak, Şirinyer, Eskişehir, Malatya ve Antalya’ya kucak dolusu sevgiler

Müyesser Yıldız

Odatv.com

etyen mahçupyan Ahmet Davutoğlu arşiv