Etrafımız yanarken neden akademisyen bildirisiyle yatıp kalkıyoruz

Müyesser Yıldız yazdı

Türk Milleti nezdinde kimlikleri ve misyonları mâlum bazı “akademisyenlerin” yayınladığı bildiride, PKK'ya tek kelime edilmezken, devletin “terör” yapmakla suçlanması, ülkenin ana gündem maddesi haline geldi/getirildi...

İktidar ve destekçileri hiddet içinde. Demeç üstüne demeç patlatıp, o imzacıların “nedamet” getirmesini veya cezalandırılmalarını istiyorlar.

Şaşırtıcı ve düşündürücü.

Yahu bu ülkede milletin alnına “soykırımcı” damgasını vuran toplantı ve sempozyumlar, AKP iktidarı döneminde yapılmadı mı? O sempozyumların en meşhurunun hamisi dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül değil miydi?

Bir vakitler Zana'gillerin yabancı gazetelerde yayınlattığı bildiriler ya da bugünkü akademisyenlerin abisi-ablası olanların daha önceki deklarasyonları, Avrupa Parlamentosu'ndaki konuşmaları bugünkünden daha mı hafifti ve iktidardan kim bugünkü kadar tepki gösterdi?

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ bildiri hakkında, “Bu görüşlerin tamamı PKK terör örgütünün görüşleridir. PKK’ya müzahir çevrelerin görüşleridir. Böyle bir bildiriyi ancak PKK terör örgütü yazabilir, PKK terör örgütünün gönüllü destekçileri yazabilir” dedi. Başbakan Davutoğlu da, “O metin kesinlikle bu akademisyenlerin elinden çıkmamıştır, o metin bir yerden çıktı, onlar da imza attı” sözleriyle benzer bir imada bulundu.

Doğrudur ve mümkündür.

Lâkin bu iktidarın bakanlarının Kandil'e giden Hasan Cemal'in “izlenimlerini” dinlemesini, Cengiz Çandar'la Polis Akademisi'nde “çözüm masası” kurmasını, Murat Karayılan'ın yapacağı açıklamalar için gazetecilerin dizi dizi Kandil'e gönderilmesini geçelim; Dolmabahçe bildirisini Kandil'le haberleşerek, kaleme alan bizzat o terör örgütünün başı değil miydi?

AKP iktidarı döneminde TSK'yı terörle mücadelede, “katliamcı” ilân eden, hatta TSK'nın bölgeden çekilmesini isteyebilen yine bu akademisyenlerin türevleri değil miydi? Bırakın tepki göstermeyi, “bağırsakları temizleniyor” diyerek, el birliğiyle TSK'yı “dönüştürmediler” mi?

HDP'nin Diyarbakır'da camileri devletin bombaladığı iddiaları karşısında Başbakan Davutoğlu, “Mehmetçik adını Peygamber'den alan bir asker camiye zarar verir mi?” dedi, ama daha düne kadar bu aydınları ve iktidarıyla, Türk askerinin “cami bombalayacağına” inanmamışlar mıydı?

Halen bugün dahi PKK'ya, “Silahları bırakıp gelip, demokratik ortamda her şeyi konuşalım” çağrısı yapılırken, o akademisyenlere “öfke patlaması” gösterilmesinde bir çelişki yok mu?

Bildirideki görüşlerin benzeri, hatta daha ağırını savunan HDP milletvekillerine, “mağduriyet edebiyatından yararlanmalarına fırsat vermeyelim” gerekçesiyle “dokunulamazken”, o akademisyenlerden “mağdur” yaratmanın izahı nedir?

Çarpıcı bir örnek:

İktidarı destekleyen Star Gazetesi geçenlerde “Kürt belediye başkanları” Ahmet Türk ve Sırrı Sakık'ın PKK'nın hendek siyasetine isyan edip, iş makinası isteyen örgüte rest çektiğini öne sürdü. Bunun üzerine Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk tekzip yayınlayıp, “gerçek dışı, yalan” dedi. Halen Belediyenin internet sitesinde yer alan tekzipte Türk, şu ifadeleri kullandı:

“Geçmişte Hitler Almanyası’nda halkın moralini bozmak ve devam eden mücadelesini kesintiye uğratmak için Goebbels'in yürüttüğü propagandanın benzerini bu günkü iktidar, yandaş medyasıyla birlikte partimizin içinde sanki karşıt görüşler varmış gibi bir algıyı oluşturmak için kullanmaya çalışmaktadır. Bu anlamda halkımızın yürüttüğü mücadelenin yanında olduk. Halkımızla birlikte demokratik geleceğimizi belirlemek için kararlılıkla çalışmalarımızı ve siyasetimizi sürdüreceğiz. ”

İktidar ve medyasının o akademisyenlerden önce “hendek siyasetini”, “halkın mücadelesi” olarak gören Ahmet Türk'ü, “kötü adam” ilân etmesi gerekmez miydi?

ERDOĞAN'IN ESKİ DEFTERLERİ

Akademisyenlere yönelik “taarruzu” başlatan Erdoğan'ın bu vesileyle eski defterleri de açılıyor.

1991'de hazırladığı “Kürt Sorunu Raporu”nda, şu görüş yer alıyordu:

“Türkiye'de 75 yıldan beridir resmi ideolojinin Kürt meselesinde inkârcı, asimilasyoncu, baskıcı davrandığı açık seçik söylenmeli ve resmi ideolojiyi yüksek sesle sorgulayabilmeliyiz. PKK terörünü kınadığımız kadar, devlet terörünü de kınamalı, devlet-PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemeli ve devletin 'bölücü, terörist, ayrılıkçı' şeklindeki eleştiri üslubunu benimsememeliyiz.”

Bugün olan ne; Sadece o aydınların değil, tüm milletin iktidarın söylem ve eylemlerini kayıtsız, şartsız desteklenmesi isteniyor.

Yıl 1992; Erdoğan Rize'de bir televizyon kanalında şunları söylüyordu:

“Yüzlerce evladını kaybeden bu millet, acaba nedenini araştırdı mı? 20 yaşındaki yavru Güneydoğu'ya gönderiliyor. Daha silah tutmasını bile bilmiyor. Ya 10 tane mermi atmıştır, ya 11 tane. Ve bu yavrumuz her gün yüzlerce mermi atanların karşısına dikiliyor. Niçin? Bu ülkeyi korumak için. Bunun adı bu ülkeyi korumak değildir. Bunun adı, ana kucağından alınan mazlum yavruları, teröristin kucağına atmak suretiyle intihar cellatlığından başka bir şey değildir.”

Ya bugün? Şehitlerin çoğu 20'li yaşlarında polis ve askerler. “Çocuklarımız niçin ölüyor?” sorusunu soranlar soruşturuluyor, gözaltına alınıyor.

Yıl 1994; Erdoğan partisinin Ümraniye İlçe Örgütü binasının açılışında, “Hâlâ terörü Cudi Dağı'nda arıyorlar. Terör Meclis'te yahu. Terör Bakanlar Kurulu'nda. Orada işi halledin” diyordu.

Şimdi, “Bugün ortaya çıkan tablo için bir suçlu aranacaksa, bakılacak olan yer Ankara değil, Kandil’dir. Sorumlular hükümette değil, örgütün yönetiminde ve tercihlerini demokrasiden yana kullanamayan onların güdümündeki partide aranmalıdır” diye konuşuyor.

HANGİ DEVLETE SAHİP ÇIKIYORLAR

Akademisyenlerin ifadelerine katılmak, onlara destek vermek mümkün değil.

İktidarın, devlete laf söyletmemesi de takdire şayan.

Ama tablo ortada.

Dün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne her türlü “sövgü, hakaret” serbestken, ne oldu da bu noktaya gelindi?

İki ihtimal var:

Birincisi; “Artık T.C. yok, AK-Devlet var. Devletime laf söyletmem” durumu, ondan mı?

GÜNDEMİ BEN BELİRLERİM

İkincisi; Erdoğan birkaç yıl önce “gündemi belirlemesiyle” ilgili olarak şunları söylemişti:

“Öyle bir başlık ortaya koymalısınız ki, bu gündemi oluşturmalı. Gündem birilerinin elinde kalırsa, o zaman siz başbakan olarak onun peşine takılırsınız. Ben peşine takılmamalıyım... İfadelerimi farklı yerlere çekiyorlar. Memnunum, gündem oluşuyor. Bir başbakan gündem oluşturmuyorsa, o görevde bulunmasın zaten.”

Ülkenin içeride ve dışarıda çok önemli gündem maddeleri var, ama milletin önüne konan gündem ne, kabaca hatırlayalım:

ABD uçakları Türkiye'ye doluştuğunda, AKP'lilerin Hürriyet'e baskınını konuşuyorduk...

Rusya'yla kriz başladığında, ana gündemimiz Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutuklanmasıydı...

Bugün konuşmamız gereken neler?

Mülteci anlaşmasında dolandırılmışız... Her gün şehit veriyoruz... PYD Fırat'ın batısına geçmiş... Müttefiklerimizin PYD'ye verdiği silahların Güneydoğu'ya yığıldığı bildiriliyor... PKK'nın Kandil'deki başları, “ABD stratejik müttefikimiz” diyor... Ve Kıbrıs İngiliz masasında...

Ama ana gündemimiz, “akademisyenler bildirisi”...

Aynı el Türkiye'yi çift taraflı ne de güzel oyalıyor, kumda oynatıyor. Harcı kanla karılan bir kumda!..

Müyesser Yıldız

Odatv.com

Etrafımız yanarken neden akademisyen bildirisiyle yatıp kalkıyoruz - Resim : 1

Tayyip Erdoğan abdullah gül arşiv