ERMENİ MESELESİNDE KİMLER KAYBETTİ?

Lena Umay yazdı

Herhangi bir halkın katline, kültürel mirasının imhası veya gaspı gibi suçlara sebep olarak, tarihte yasanmış herhangi bir olaylar/ihanetler/ölümler dizgesini tekrarlamak tarihçilik olmadığı gibi, milliyetçilik ya da vatanseverlik de olamaz. Tarihte yaşanmış korkunç bir olayı bugünlere aktarırken, bu olayı inkâr veya sahiplenme/savunma gibi bir tepkiyle karşılamak; “milliyetçi hastalıkların” belirtileridir.
Veya tarihte işlenmiş suçlardan utanç/kompleks duyup bu günlerde bu olaylar için “özür dilemek” ve
ajitatif sloganlar atmak akıldan uzaklaşmak ve bu akıl yoksunluğuyla bilimsel/duygusal bir acziyet yaşamaktır.
Tarihte veya bugünde; yüce-eşsiz-günahsız ve üstün bir millet olmadığı gibi, aşağılık-özelliksiz ve günahkâr bir millet de yoktur. Tarihte anlatılmış kahramanlık öyküleriyle, milliyetçi duygular ancak kabartılır. Abartısız, yalansız bir halklar tarihini insanlara sunmak, gurur duyulacak veya sahiplenilecek asıl tarihin, savaşsız, insani duygularla işlenmiş kültür tarihinin olduğunu da insanlara hatırlatmak zorundayız. Milliyetçiliği somutlaştıracak, hastalıklarından soyacak ve onu güçlendirecek asıl kaygı budur. Fakat tarihçilik, savaşların, galibiyetlerin, onurların, soyluların, gururların ve insansızmış gibi coğrafyaların tarihini yazma uğraşı olmuştur. Mağluplar, kaybedenler kimliksiz halktır, onların da tarihi zaten önemsenmemiştir. Bütün savaşlarda ve milliyetçi kavgalarda, savaşı çıkaran taraflar değil savaştan ve siyasetten uzak halklar öldürülmüştür. En ağır bedelleri masumlar ödemiştir. (…)
Yakın tarihimizi anlatırken, militan siyasetten uzak durmak, gerçekten tarafsız olmak, millet/siyaset olarak diplomatik zekayı geliştirmemize yardımcı olacaktır. Nedir bu diplomatik zeka?: Bir millete karşı yöneltilen suçlamaların veya tarihi bulanıklıklardan destek alınarak yapılan yargılamaların altını boşaltacak samimi duruşu sergilemektir. Samimi duruştan kasıt: Yakın tarihimizi tarafsız ve duygusuz (ajitasyona mahal vermeden) bütün halka anlatmaktır.
Ermeni Meselesinin 19.yüzyıldaki tarihi köklerini anlatmıştık. 19. yüzyılda başlayıp giderek oldukça büyük bir alanı etkisi altına alan “milliyetçi rüzgarların”, yaşadığımız coğrafyadaki tahribatının ilk sahnelerini bir önceki makalede anlatmıştık. 19. yüzyılın sonuna doğru Anadolu’da gerçekleşen katliamın, tarihçiler tarafından pogrom veya kısmi soykırım olarak tanımlandığını da hatırlatmıştık.
İşte bu meselenin 20. yüzyılda aldığı boyut, dünya tarihinin en trajik öykülerindendir. Bizler bu trajik/kanatıcı öyküye karşı ancak savunma, inkâr veya çaresiz sayıklamalarla yaklaşabiliyoruz. Her ne sebeple olursa olsun 20. yüzyılın başında yaşananları sükût içinde, yargısız anlatamıyoruz. İşlenmiş suçları/-bu suçlara kayıtsızlıkları anlatırken nedense “milletçe yaralanıveriyoruz”. Bu tarihi kesiti ve yaşanmış
dehşetengiz acı olayları bütün yönleri ve ayrıntıları ile farklı bakış açılarından bir daha gözlemlemek, duygusallığımızı ve içselleştirmelerimizi yenebilmenin tek yoludur…

İttihat ve Terakki Partisi, Birinci Dünya Savaşı ve Ermeniler :

1908’de Genç Türkler, devrimci Ermeniler ve bazı Kürt aydınları ile birlikte iktidara Abdülhamid’e karşı muhalefet yapmak için birleşerek geldi. Bu muhalefet hareketinin daha çoğulcu, demokratik ve liberal bir görüntüyle iktidara gelmesi birçok çevrede güven uyandırmıştı. Fakat beş sene sonra 1913’te İttihat ve Terakki’nin merkez üyeleri tarafından yürütülen anti-liberal bir parti diktatörlüğü kuruldu. Talat, Cemal ve Enver Paşa ayrıca Dr.Nazım, Dr.Bahaddin Şakir, Dr.Çerkez Reşid, Dr. Tevfik Rüştü ve diğer isimler o zamanki emperyalist Avrupa’nın en kötü ideolojilerini, yani anti-hümanist sosyaldarvinizmi, materyalizmi ve ırkçılığı benimsediler. Milliyetçi pozitivizm elitlerde dinin yerini aldı; şiddet ve zorlama ile kendi uluslarını yüceltmeyi amaçladılar. Farklı dini ve etnik gruplarla yaşamak yerine onları boyunduruk altına almak, kovmak ya da yok etmek soyaldarvinizmin doktrinidir.
12 Mayıs 1913’te İstanbul Ermeni temsilcileri, Osmanlı Sadrazamıyla yapılan görüşmede şikâyetlerini-tarihçi Yusuf Hikmet Bayur’un özetinde- şöyle dile getirdiler :
” Ermeniler için geçmiştekilerden daha büyük bir kıyım yaklaşmaktadır. Devletin başına gelen yıkımların Hristiyanlar yüzünden geldiği propagandası biteviye yapılarak Müslümanlar kışkırtılmaktadır. Ermeniler biteviye öldürülüyor, yaralanıyor, zorla müslümanlaştırılıyor ve bu zulümlerde bulunan suçlulara dokunulmuyor. (...) Eski kafada olan işyar ve hâkimler yeni durumu ve devletin gerçek menfaatlerini anlayamamaktadırlar. Takdirde bu gibilerin göz yumdukları suçlar dolayısıyla sorumlandırılmaları ve Ermenilere karşı yapılan propagandaların yalanlanması istenilmektedir. “

Ermeniler Uluslararası Diplomasiye Başvuruyor:

Rusya’nın inisiyatifiyle, Ermeni reformları meselesinin, İstanbul’da yapılacak bir dizi konferansta ele alınması kabul edildi. Haziran 1913 tarihinde İstanbul’da toplanan, İngiliz, Rus ve Fransız temsilcilerinden oluşturulan bir komisyon Reform tasarısını resmen açıklayacaktı. Osmanlı yöneticileri de kendi Reform planlarını hazırlıyorlardı. Türk dostu sayılan Almanya arabulucu bir konumda sürece girdi.
İttihatçı rejim, 8 Ocak 1914’te uluslararası baskılarla, Doğu Vilayetleri için önemli bir reform planı imzalamak zorunda kaldı. Bu plan; uluslararası kontrol, yerel seçimler ve yerel dillerin tanınmasını öngörmekteydi.
İttihatçı rejim ise aynı yılda Almanya’nın yanında Dünya Savaşına büyük bir istekle katıldı ve Ekim 1914’de Rusya’ya saldırmaya başladı.
Enver Paşa’nın ırkçı hayalleri üzerine kurulan Kafkasya seferi, 1914’ün son günlerinde korkunç bir başarısızlıkla sonuçlandı. Bilindiği gibi, Sarıkamış’ta hemen hemen bütün ordu, 90.000 asker kış fırtınalarında ölmüştü. Ardından, Rus ordusu Doğu Vilayetlerine girmeye başladı.
İttihatçı rejim o zamanlar kendilerine kolay bir hedef olarak, zayıf bir azınlığı seçti. Tüm Ermenileri vatan hainliğiyle suçlayıp ortadan kaldırmaya karar verdiler. Benzeri bir olayı hatırlatmak isterim. 18 Aralık 1941’de, Alman Ordusunun Moskova’daki yenilgisinden sonra, Hitler, Yahudilerin partizanlara katıldıklarını iddia ederek, Yahudilerin imha edilmesini emretti.
1915’de Ermeni halkın büyük çoğunluğunun militan siyasetle hiç bir ilgisi yoktu. 1915 Nisan’ından itibaren sadece savaş bölgesinde bulunanlar değil, bütün Ermeniler bölgelere göre sırayla ölüme gönderildiler. Jandarmaların, çeşitli çetelerin ve özellikle yerel Sünni Kürtlerin katılımı ile oluşturulan güçler, Ermeni erkekleri kadın ve çocuklardan ayırıp hemen öldürdüler. (Bu ayırma ve öldürmeler ile ilgili; Elazığ, Bingöl, Malatya ve Muş yörelerinde onlarca türkü bulabiliyoruz. Halk bu uzun havaların hikâyesini bilmeden üstü örtülü okumaktadır.) Geriye kalan Ermeniler ise tehcir sırasında yollarda ve sonrasında Suriye’deki toplama kamplarında öldürüldü. Elaziz Vilayetinde Gölcük gölü kenarında imha kampları bulunuyordu. Çeşitli silahlar ile sadece orada on binin üzerinde kadın ve çocuk öldürüldü. Sünni Zaza Kürtler, Ermeniler vücutlarında altın saklıyorlar diye birçok cesedi yaktılar. (Harput ve Arapkir’de hala bu olayın ağıdı-uzun havası okunur. İnsanlar, hikâyesini bilmeden gölün kenarında insanların yakıldığını anlatırlar)
Harput Amerikan konsolosu ve oradaki Amerikan hastanesinin başhekimi tanık oldukları bu olayları detaylı bir rapor halinde anlatarak dünyaya önemli belgeler bıraktılar. Ölüm yolculuğu ile ilgili diğer önemli raporu da Urfa’daki İsviçre hastanesinin müdürü
Jakob Künzler yazdı. (…)
Türkiye’de insanlığa karşı işlenen bu suçlar üzerine bireysel istisnalar dışında bir kez yürekten gelen ideolojisiz bir ağıt yakılmamıştır. Ağıt yerine, sadece inkâr, tehdit, kafa tutma tercih edilmektedir.
Yerel Müslümanlar bu vahşetlere isteyerek katıldılar. Doğu Anadolu’da temelini 1895/96’dan alan “gavur” nefreti ve Ermenilerin düşmanla is birliği yaptığı propagandası ayrıca zengin zannedilen bir halkın yağmalanma fırsatını kaçırmayan yerel Sünni Kürtler bu vahşetlere isteyerek katıldılar.
İkinci Dünya Savaşı’nda da Doğu Avrupa’da, Yahudi soykırımında ve soykırımın arifesinde yerel halkın iktidarla
işbirliğini görmekteyiz. 1941’de Doğu Polonya’daki işgalci Rus kuvvetleri Alman Ordusu karşısında yenilerek bölgeden çekildi. Hemen sonra 10 Temmuz 1941’de, Jedwabne köyündeki köylüler binden fazla Yahudiyi öldürdüler. Bu pogromun gerekçesi olarak, Yahudilerin Ruslarla işbirliği yaptığını iddia ettiler. (Devam Edecek)

Lena Umay

Odatv.com

NOT : Video bölümünden Lena Umay’ın yazısı için seçtiği müziği dinleyebilirsiniz.

Kaynakça:
- Hans-Lukas Kieser, Der verpasste Friede, Mission, Ethnie und Staat in den Ostprovinzen der Türkei 1839-1938
- Yusuf Hikmet Bayur, Türk Inkilabi Tarihi
- W.Tracy Atkinson, Acccount of the events in Turkey during the past three years as I have seen them and they have had an effect upon our work in the Annie Tracy Hospital, (American Board of commissioners for foreign Missions, 16.9.7, 1917)
- A. Leslie Davis, The Slaughterhause Province. An American Diplomat’s Report on the Armenian Genocide, 1915-1917 von Susan K.Blair, New Rochelle: Aristide D. Caratzas 1989: United State Official Documents on the Armenian Genocide , Complied and Introduced by Ara Sarafian, vol:III. The central Lands, Watertown : Armenian Review,1995
- Jakob Künzler, Im Lande des Blutes und der Tränen. Erlebnisse in Mesopotamien während des Weltkriegs

lena umay Ermeni Meselesi pogrom arşiv