ERGENEKON'DAN DEVRİMCİ KARARGAH'A NASIL “TERÖRİST” OLDUM

Yedi aydan beri çıkmasını beklediğimiz iddianame, sonunda elimizde. Başından sonuna kadar ise bir fiyaskodan ibaret. Savcı, suç imal edebilmek için...

Yedi aydan beri çıkmasını beklediğimiz iddianame, sonunda elimizde. Başından sonuna kadar ise bir fiyaskodan ibaret. Savcı, suç imal edebilmek için o kadar uğraşmış ki durum yer yer trajedi yer yer komedi halinde seyrediyor.
Derdim kimseyi armudun sapı, üzümün çöpüyle uğraştırmak değil. Ama durumun vahametini anlamamız için ilginç birkaç örnek seçeyim.

AYRINTILI İFADE

İddianamede bana ayrılan bölümde ilk cümle şöyle bitiyor: “17.02.2011 günü ise savcılığımızda ayrıntılı ifade vermiştir.” Beni en çok güldüren kısım bu oldu. Neden mi? O gün savcılıkta bana sorulan soru sayısı sadece beş. Bu soruların hiçbiri terör örgütü üyeliği ile ilgili değil. Maalesef savcılığın “ayrıntılı ifade” ifadesinden anladığı bu.

DEVRİMCİ KARARGAH BAĞLANTISI

Savcının iddialarından biri de bu. İddianamede bu kısım şöyle anlatılmış:
“2009/1868 sayılı soruşturma dosyası kapsamında DEVRİMCİ KARARGAH terör örgütüne yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda yakalanarak tutuklanan, Ulaş Bayraktar isimli şahıstan ele geçirilen sim kartın telefon rehberinde, Barış Terkoğlu adına kayıtlı ..… numaralı hattın isimsiz olarak kayıtlı olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla şüpheli Barış Terkoğlu ile DEVRİMCİ KARARGAH terör örgütü soruşturması kapsamında yakalanarak tutuklanan Ulaş Bayraktar arasında ilişki ve irtibatın olduğu anlaşılmıştır.”

Bunu merak eden savcı aldığı ifadede neden sormaz bilmiyorum. Ancak Ulaş Bayraktar'ı tanıdığım doğru. Nereden mi? Kendisi benim sınıf arkadaşım. 2006-2009 yılları arasında aynı enstitüde öğrenciydik. Bunu gösteren mailleşmelerimiz savcılığın elinde. Ama onlar, iddianamede yok. Söz konusu örnek bile iddianamenin pek iyi niyetli olmadığını gösteriyor.

Ulaş Bayraktar'ın yasal bir parti olan SDP'nin MYK üyesi olduğunu, bence benzer bir komplo ile yüz yüze kaldığını ve sonun da “kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı” sebebiyle geçen ay serbest kaldığını da belirteyim. Ancak savcıya göre tutuklanmış olması suçlu olması için yeterli. Ona dokunan herkes de suçlu.

MUSTAFA BALBAY'IN MEKTUBU

İddianamede Mustafa Balbay'ın “Sevgili Barış” diye başlayan “Öncelikle Odatv'ye çok teşekür ederim” diye süren ve “Sorularına yanıtım şöyle” diye devam eden bir mektup da var. Aslında siz bu mektubu tam bir yıl önce Odatv'de okudunuz. Ergenekon Davası'nda tutuklu bulunan Mustafa Balbay'a yargılandığı dava ile ilgili, yanıtları Odatv'de yayınlanmak üzere üç soru içeren bir mektup gönderdim. Mustafa Balbay da yanıtlarını aynı yolla gönderdi. Zor şartlarda yapılan bu röportajı kelimesi kelimesine Odatv'de yayınladık. (Okumak için tıklayın.)

TEĞMEN MEHMET ALİ ÇELEBİ HABERİ

İddianamede bana yapılan suçlamalarda önemli bir detay var. Bu detay, savcının niyetini anlamak açısından çok mühim. Savcı, ya görevde yeni olduğu için Ergenekon Davası'nın ayrıntılarını bizim kadar iyi bilmiyor ya da polisin bu davada yaptığı hataları örtmek için bizzat kendisi kara propaganda ve dezenformasyon yapıyor. Ben, ilkini düşünmek istiyorum.
Meseleyi şöyle anlatalım. 26 Ocak 2011 günü, Odatv'de Ergenekon Davası sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin telefonuna, kendisini Hizbut-Tarir örgütü ile ilişkilendirecek 139 numaranın poliste yüklendiğini haberleştirdim. (Okumak için tıklayın.) İddianamede var, haberin yayınlandığı gün okuyan bir arkadaşım beni arıyor. Habere inanmadığını, bunun doğru olamayacağını, hatta yazdığımın yalan olduğunu ve hatta rezil olacağımı söylüyor.

Sonunda ne mi oldu? Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin telefonuna poliste bu numaraların “sehven” yüklendiğini İstanbul Emniyeti kabul etti. Türkiye günlerce bu “sehven” skandalını konuştu. Yani haberim doğru çıkmıştı.

Bu kadarla da kalmadı. Dönemim Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Ali Fuat Yılmazer, gazetecileri arayarak sehven yapılan yüklemenin Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin hukuksal durumunu etkilemediğini söyledi. (Okumak için tıklayın.) Maalesef Ali Fuat Yılmazer, açıklamasında yine doğru söylemiyordu. Bu tanımadığı numaralar Teğmen Çelebi'ye mahkemede hakimler tarafından defalarca soruldu. Çelebi, doğal olarak yanıt vermedi. Her duruşmada tutukluluk hali devam etti. Ancak kendisine “sehven” yapılan komplo, üç yıla varan tutukluluğun ardından çıktı. Çelebi, kısa süre sonra tahliye oldu. Yılmazer ise başka bir şubeye atandı.

İşte anlattığım hikayede haberin yapıldığı ilk gün gelen “haberiniz yanlış” telefonu, 17 Şubat'tan beri karşımıza çıkıyor. Savcı Zekeriya Öz, bu konuşmayı o gün önümüze koyup “biri size haberiniz yanlış dedikten sonra neden hala bu haberi yayınlıyorsunuz” diye sordu. Hayır haberimiz doğru, dedik ve anlattık. Herhalde anlaşılmamış olacak yedi ay sonra bu sefer Savcı Kansız aynı konuşmayı iddianameye alarak “bilerek yanlış haber yapıyorlar” diyor. Haberin doğru çıkması ve bunun resmi açıklamalarla tescillenmesi ya umurlarında değil ya da bu şekilde emniyet içinde “birileri”ni aklamaya çalışıyorlar. Sanırım Ergenekon Savcılarına derdimizi anlatmak yerine Silivri'de avluya kazdığımız hendekten, hapiste beslediğimiz develeri atlatmamız daha kolay olacak.

HABER YAPACAĞIM

Tüm bu hikayenin dışında benim söylediğim ve suç olduğu iddia edilen ifadelerin tamamı şu şekilde:
“Mailinizi aldım bunu haber yapacağım” (Bir avukatla konuşurken)
“Anladım. Tamam, ben bunu bu şekilde haber yapacağım” (Bir avukatla konuşurken)
“Mustafa Dönmez'in bayağı yine malzeme varmış sunduğu savunmasında onları da ben yazı konusu yapmak istiyorum” (Dönmez'in avukatından savunmasını isterken)
“Tamam ben onu haber yapacağım” (Bir avukatla konuşurken)
“Ee o zaman onu haber yapalım abi tamam ona bir şey demem ben” (Odatv yazarlarından biriyle konuşurken)
“Sen Kürt meselesi üstüne bir şeyler yaz yine” (Odatv yazarlarından biriyle konuşurken)

Hepsi haber kaynaklarımla ya da yazarlarla konuşurken bir bağlam içinde söylenen bu sözler, suç kabul edilerek savcı tarafından büyük harfle yazılmış. Bir haber müdürü hakkında yazılan iddianamede suç isnad edilen ifadenin “haber yapacağım” olması komik değil mi? Hani biz gazetecilik faaliyetinden dolayı yargılanmıyorduk.

ÖCALAN'IN AÇIKLAMALARI

İddianamede hepimize yapılan suçlama, Odatv'de Abdullah Öcalan'ın avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamaların haberleştirilmesi. Oysa Öcalan'ın Odatv'ye özel yaptığı bir açıklama yok. Avukatları basın açıklaması yapyor ve Türkiye'de merkez medya dahil bu açıklamalara yer veriyor. Ancak savcıya göre Odatv'nin bu açıklamaları yayınlaması suç.
Buna cevaben söylenebilecek o kadar çok şey var ki... Daha geçtiğimiz günlerde Adalet Bakanı Öcalan ile bir heyetin görüştüğünü kabul etmedi mi?

Başbakan “istihbarat yetkilileri görüşüyor” demedi mi? Gazeteci Cengiz Çandar, MİT Müsteşarı ile görüştükten sonra TESEV raporu'nda görüşmelerin Hakan Fidan'ın sorumluluğunda olduğunu yazmadı mı? Devlet Öcalan ile görüşürken gazetecilerin bu açıklamaları haber yapması suç olabilir mi?

Ayrıca bir gazetecilik faaliyeti olarak Bekaa'ya ya da Kandil'e giden ve röportaj yapan onlarca gazeteci yok mu? Zaman'da Bejan Matur, Milliyet'ten Hasan Cemal, Habertürk’ten Amberin Zaman, Taraf'tan Yasemin Çongar ve Ahmet Altan, Akşam'dan Serdar Akman Kandil'e gidip Murat Karayılan ve diğer PKK yöneticileri ile röportaj yapmadılar mı? Geçtiğimiz yıl Akşam'da Özlem Akarsu Çelik'in İmralı'da Öcalan ile yaptığı mülakat yayınlanamadı mı? Zaman'dan Hüseyin Gülerce, Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla görüştükten sonra Öcalan, cemaat için “birlikte çalışabiliriz” ifadesini kullanmadı mı? Elbette bu ziyaretler gazetecilik faaliyetidir. Yapılması, gazetecilik niyetiyledir. Peki böyle bir görüşme yapmadığı halde basına yansıyan açıklamaları bir başka bakış açısıyla yayınlayan Odatv'ye açılan dava neden?

GÖRÜCÜ USULÜ İDDİANAME

İşte bana yapılan suçlamaların tamamı bu şekilde.
Ortada suç var mı? Yok.
Terör faaliyeti var mı? Hayır.
Peki bu iddianamenin hedefi ne?
İddianamenin bütününe baktığımızda savcılığın özellikle emniyet içindeki cemaat yapılanması konusunda duyarlı olduğunu görüyoruz. Sanki birileri iddianameyi “bu yapılanmayı aklamak, deşifre edenleri de karalamak için” yazmış.
Odatv haberlerinin; Soner Yalçın, Nedim Şener, Ahmet Şık, Hanefi Avcı gibi isimlerin yazdığı kitapların suç haline gelmesinin sebebi büyük fotoğrafta böyle görünüyor. Soner Yalçın'ın kurmak istediği televizyonun engellenmesi ve karalanması da aslında aynı amaca hizmet eden bir başka hedef.

Sonuçta ortada “olağan şüpheli” muamelesi gören insanlar var. Ardından bunlara “görücü usulü” yakıştırılan suçlamalar. Bir kez çemberin içine girdiniz mi, dev sizi yutmak istedi mi mutlaka bir gerekçe bulunuyor. İnanmayacaksınız ama bir tarafta Öcalan'ın açıklamalarının haber yapılması suç sayılırken iddianamenin 23. sayfasında şu başlıklı haberler de suç unsuru sayılmış:
“Şemdinli'de 11 Asker Şehit 16 Asker Yaralı”
“Karakola Saldırı 4 Şehit”

Görüldüğü gibi “görücünüz” çıktı mı ne yapsanız kurtuluş yok.

Barış Terkoğlu
Odatv.com

Cihan Kansız mehmet ali çelebi Fatih Altaylı mustafa balbay arşiv