Erdoğan, İmamoğlu'na karşı neden Kenan Evren rolünü oynadı

Tayyip Erdoğan savaşa savaşa bugünlere geldi, 13 kez seçim kazandı, “Kenan Evrenleşmenin” ne demek olduğunu, Türk halkının nelere refleks vereceğini en iyi kendisi bilir.

Muhafazakar kesimde “bazı değer yargılarının değiştiğinden” son yazılarımda bahsetmiştim. Özellikle gençlik kesiminde insanların dindar olup olmadığından çok, “iyi insan olup olmadığına” bakanların sayısı büyük bir hızla artıyordu. Çünkü gerek çevrelerinden, gerekse çalıştıkları yerlerden “dindar görünüp de, hak yiyen, başkalarına kötülük yapan” insanlara şahit olmuşlardı. Büyüklerin “bunları dile getirmeyin, kol kırılır yen içinde kalır, bunlar şahısların hatası camiaya mal edilemez” uyarılarını “mantıkları almayan yeni jenerasyon”, muhafazakar kesimin çok farkına varamadığı bir jenerasyondu.

Bu yeni nesil yakın zamana kadar asla yan yana olamayacakları, “öteki” diye nitelendirdikleri insanları, kurumları, partileri eskisi gibi “düşman” veya “uzak durulması gerek” gibi görmüyorlardı ayrıca.

Bir iki yıldır, bu tarz bir anlayış sadece gençlik kesiminde kalmadı. Aslında bir süredir “gizli saklı, çekinilerek korkularak” yapılan, “hainlikle” ya da “fetöcülükle itham edilme” endişesiyle açıktan dile getirilemeyen değerlendirmeler, son zamanlarda alenileşmeye, fısıltıdan yüksek sesle söylenmeye başladı.

31 Mart seçimi bu konuda “bir kırılma anı” oldu ve CHP’nin adayları büyük şehirlerde belediyeleri kazandı. Bu özellikle Ak Parti de büyük şaşkınlık oluşturdu. “Ne olursa olsun, Ak Parti’yi bırakmazlar, kırılsalar da vazgeçmezler, Reis’i yalnız bırakmazlar” diye düşünülen azımsanmayacak bir kitlenin Ak Parti’den uzaklaştığı ortaya çıkmıştı. Ve üstelik bunlar “asla oy vermezler” denilen CHP’ye oy vermişti. Hele İstanbul’un az bir farkla da olsa kaybedilmesi olacak şey değildi.

31 Mart seçim sonuçları Ak Parti yöneticileri tarafından tam analiz edilemedi. “Bu kadar küskün, kırgın kitle nasıl oluştu, gençler nasıl olur da iktidarda ve davası olan partiyi bırakabildi” tahlilini yapamadılar. İstanbul’u kaybetmenin şokundan belki fırsat bulamadılar. “Seçimi yenilersek, küskünler-kırgınlar İstanbul’u kaybetmenin pişmanlığı ile geri döner” umuduyla seçim sonuçlarına itiraz ederek seçimi yeniletme yoluna gittiler. Seçim yenilenirse, 30 binlerden 13 bine düşen fark, küskünlerin geri dönmesiyle kapanacağı gibi, Ak Parti İstanbul seçimini belki “en az yüz bin farkla kazanma ihtimali” vardı ve bu ihtimal görünürde yüksekti.

AK PARTİ’Yİ “İÇ SAVAŞ” YORDU

Ancak Ak Parti tabanında o kadar çok derin ayrılıklar, küskünlükler, kızgınlıklar vardı ki, seçimi yenileme sürecinde bunu tamir etmek imkansızdı. Tam tersine 31 Mart sonuçları, eleştirileri alenileştirmeye, kızgınlığı artırmaya, “biz haklıyız” duygusunu pekiştirmeye yol açtı ve “Kesinlikle bir ders vermek gerekiyor” düşüncesini yaygınlaştırdı.

Çünkü tamir edilemeyecek düşmanlıklar, nefretler oluşturulmuştu. Herkesin nefret ettiği kimi gazeteci isimler, malum troller, sekiz-on maaşlı danışmanlar, 31 Mart sonuçlarına rağmen, aynı tarzlarını devam ettiriyordu.

Fetö meselesi Erdoğan’ın ve Ak Parti’nin “en haklı meselesi” olduğu halde, bunu “suiistimal eden, sevmediğini ihbar eden, kendisi sonuna kadar Fetö yapılarında kalmışken ona buna damga yapıştıranlar” vardı. Mesela hikayeci Mustafa Kutlu’nun damadı H. Salih Zengin son gününe kadar Zaman gazetesinde çalışmasına rağmen asla “Fetöcülükle suçlanmayıp” Zaman gazetesi kapandıktan sonra Sabah grubunda çalışmaya başlayan ve kendisinin son gününe kadar fetöcü medyada çalıştığını unutup ona buna “Fetöcü” diye ithamlarda bulunan, “kayınpederinin itibarıyla yaşayan” biri.

Bu konuda bir de Mehmet Nuri Yardım hayli ünlü. Türkiye gazetesinin Kültür Sanat sayfası editörlüğünden kovulduktan sonra Fethullahçılara yanaşmış, “Fethullah Gülen’in büyük şair olduğunu” ilan etmiş, o dönemde kendisinin de yazı yazdığı Yeni Çağ gazetesinden Cazim Gürbüz Gülen’i büyük şair gördüğü için onu eleştiren bir yazı yazmış, Fetö’nün Burç FM’in de programlar yapmış iken, 15 Temmuz’dan itibaren, o tarihe kadar mekanlarını “kendi toplantıları için kullandığı” ve “yiyeceğinden içeceğinden yararlandığı” yayınevlerinin, gördüğü zaman “elini öpüp sarıldığı veya birlikte oturup kalktığı” pek çok yazarın Fetöcü olduğunu her yerde konuşmuş, ilgili yerlere/kişilere duyurmayı vazife bilmişti.

Cem Küçük, Cemil Barlas, Hilal Kaplan, Turgay Güler vs gibi isimler, bir dönem Fetö tetikçiliği yaparken, şimdi Ak Parti içinde “kendileri kadar bile bağı olmayan isimlere, belediye başkanlarına, milletvekillerine, bakanlara” yönelik tetikçilik yapıyorlardı. Ak Parti medyası içinde bile parçalanmalar olmuştu. Söz gelimi Sabah ile Yeni Şafak arasında bile soğukluk vardı. Yazarlar, dergiler, kültür insanları birbirine şüpheyle, kırgınlıkla, düşmanca bakar olmuştu.

Cemaatler tarikatlar arasında da vardı bu garip savaş ve ilginç ithamlar. Ak Partililer kendi kendilerine düştükleri ve kendi aralarında “her cephede” yaydıkları bu “çok garip” iç savaşla, her alanda yorgun düştüler, enerjilerini tükettiler. “Davaya inanan insanlar” darmadağın olmuş, kırılmış dökülmüş, “davayla alakası pek olmayan”görünümlü mevki makam sahibi, köşe başı tutan çok maaşlı kimi şahıslar teşkilatlara kadar, sıradan oy veren seçmene kadar bu savaşı bulaştırmışlardı.

Herkes, “bunu çözebilecek ancak Recep Tayyip Erdoğan’dır” diyordu.

31 Mart seçim yenilgisinden sonra bile buna çözüm bulunamadığını gördüler. Hala nefret simgesi olan ve savaş başlatan kişiler, “Müslümanlığa, ahlaka, Ak Partililiğe yakışmayan” tarzlarına devam ettiriyorlardı.

HERKESTEN GİZLENEN BİNALİ YILDIRIM-OĞUZHAN ASILTÜRK ANLAŞMASI

Ak Parti yönetimi “hakları olan” hukuki itirazlarını yaparken, seçimi yeniletirken, küskünlerin en azından bir kısmının geri gelmesi ve beyaz pusula mağdurlarının bu sefer oy kullanabileceğini hesaplarken doğru düşünüyordu ama bu iç savaşın tahribatlarının boyutunu çok fark edemiyordu. Özellikle gençler, “Bu seçim iptal edilmemeliydi, Ekrem İmamoğlu’na haksızlık yapıldı” inancına sahip oldular. Zaten mağdura sahip çıkmak Türk milletinin en büyük reflekslerinden biridir.

23 Haziran’a birkaç hafta kalana kadar aslında Ak Parti ilginç hamleler yaptı. Saadet Partisi ile “gizli bir anlaşma” yapıldı ve Oğuzhan Asıltürk ile Binali Yıldırımarasında mutabakata varıldı. Binali Yıldırım, SP adayının çekilmesini istiyordu. Ancak Oğuzhan Asıltürk, adayının çekilmeyeceğini, “Milli Görüş geleneğinde adaysız seçim olmadığını” söyledi. Asıl gerekçeyi ise şöyle dile getirdi, “Adayımızı çekersek, asla Ak Parti’ye oy vermeyecek bir kesimimiz var, onlar gider CHP’ye oy verir. Onlar CHP’ye oy vereceğine bizim adayımıza oy versin. Onun dışındakiler size oy verecek.” SP, 23 Haziran’da Cumhur İttifakı’nın kamuoyuna açıklanmayan gizli ortağıydı artık.

Binali Yıldırım Milli Gazete’yi de ziyaret etti ve “istemeden kırdıkları Milli Görüşçülerden” özür diledi. Kendisi de, Erdoğan da Milli Görüşten yetişmişti. Milli Gazete sahibi, Erbakan ailesinin damadı Ömer Yüksel Özek, Binali Yıldırım’ı Tayyip Erdoğan ile tanıştıran kişiydi ve aynı zamanda Binali Yıldırım ile ortaktı.

Bu gelişmeler olurken Ekrem İmamoğlu’nun, “31 Mart’a göre daha hırçın olduğu, pek çok yalanlarının ortaya çıktığı” bunu da halkın anladığı düşünülüyordu. Dahası“Ordu valisine it dedi” iddiasının Fatih Portakal tarafından da dile getirilmesi, görüntülerin yayınlanması Ekrem İmamoğlu’nun aleyhine bir hava oluştuğu izlenimine yol açmıştı. Ardından iki belediye başkan adayının televizyonda tartışmasının da Binali Yıldırım’ın lehine olduğuna inanılıyordu. Hele moderatör İsmail Küçükkaya’nın programdan günler önce “gizlice Ekrem İmamoğlu ile bir otelde görüşmesinin ortaya çıkması”, Binali Yıldırım için büyük avantaja dönüşmüş görünüyordu. İlk kez rüzgar bu tarafa esmeye başladı inancı moralleri yükseltti. Ayrıca Binali Yıldırım’ın “gençlerle kankalığını ilan etmesi”, gençleri çekebilir umudunu artırıyordu..

Ama Binali Yıldırım’ın “gençlerle kanka olması” gençleri pek etkilemiyor gibiydi. Bunun yanısıra, “Öğretmenlere bedava akbil” vaadi de, eleştirilere yol açıyordu. “Bir öğretmen en azından 4 bin lira alıyor, çoğunun eşi memur, evlerine en az 7-8 bin giriyor. Onlara neden akbil bedava olsun. Asıl asgari ücretlilere ve emeklilere bedava akbil vaad edilmeli” itirazları yapılıyordu.

Yine de bir derlenme toparlanma sağlanmış, “bu seçimi kesinlikle biz kazanıyoruz” inancı kuvvetlenmiş, son günlere girilirken “Aman hata yapmayalım, İmamoğlu adını artık biz zikretmeyelim, sadece Binali Yıldırım’a ve projelerine odaklanalım, savunma yapmayalım, rakibi bile eleştirmeyelim” anlayışı hakim olmuştu. Metin Külünk ekibinin İstanbul Hareketi grubu ve Hasan Kaçan’ın her gün açtığı Binali Yıldırım’ı destekleyen taglar, Ak Partilileri harekete geçiriyordu. Ankara Kuşu, Ensonhaber, Ömer Turan gibi Ak Parti yanlısı hesaplar, 31 Mart’tan itibaren “cepheyi terketmiş” görünürken, Malik Ejder, Tuğrul Selmanoğlu, Cumhur Frankfurt, Abdurrahman Uzun, Murat Sarıca, Kenan Kıran, Üstakıloyunları, Mustafa Aydın Taci, Dursun Ali Erzincanlı, Fatih Tezcan, Zeki Bahçe vs. gibi hesaplar sosyal medyada en aktif Ak Parti savunucularıydı.

TAYYİP ERDOĞAN NEDEN KENAN EVREN OLDU?

Ancak son günlere girilirken bir şeyler oldu.

Ekrem İmamoğlu “seçimi kazansa bile”, sadece süs olarak kalacağı, Ak Parti meclis üyelerince “çalıştırılmayacağı”, Ordu Valisine it dediği için hakkında “dava açılacağı” ve “kazansa bile görevden alınacağı” bizzat Cumhurbaşkanı tarafından açıklandı.

Bunları söylemekle Cumhurbaşkanı, Ekrem İmamoğlu’na karşı Kenan Evren’lik yapmıştı. Malum 12 Eylül darbesinden sonra Cumhurbaşkanı Kenan Evren, o güne kadar seçimlerde pek şanslı görünmeyen Anavatan Partisi lideri Turgut Özal’ı, seçimlere birkaç gün kala ağır bir şekilde eleştirmiş, kızan halk Anavatan Partisi’ni tek başına iktidara getirmişti. Erdoğan’ın Evrenvari konuşması, pek çok Ak Partiliye “eyvah” dedirtti.

Fakat bir şey daha oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İstanbul’da ya Binali Yıldırım kazanacak, ya da Sisi kazanacak!” dedi.

Son gün ise daha da garip bir şey oldu.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın, “HDP’nin bu seçimde tarafsız olması gerektiği” mektubu devlet kuruluşu Anadolu Ajansı tarafından yayınlandı ve Cumhurbaşkanı son televizyon programında kendisi de tekrar etti. Üstelik bu konuda en hassas lider bilinen Devlet Bahçeli’de, “Öcalan’ın tavsiyesini uygun bulan” sözler sarf etti.

Ekrem İmamoğlu’nun arkasında “Fetö ve PKK” var denilirken, Apo’nun mektubunun son gün açıklanması, “Ak Partililer, destek olacak Saadet Partililer, ittifak ortağı MHP’liler üzerinde” soğuk bir duş etkisi oluşturdu.

Ve “bir anda” Saadet Partililer de, MHP’liler de, “İstanbul’u bizim yüzümüzden kaybettik pişmanlığı yaşayıp bu sefer oy verecek” küskünler de, bir kısım Ak Partililer de fikirlerini değiştirdiler, çok öfkelendiler ve 23 Haziran’da CHP adayına oy verdiler.

Son günlere kadar sahaya inmeyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan konuştu, Kemal Kılıçdaroğlu sustu ve CHP adayı Ekrem İmamoğlu 800 bin farkla seçimi kazandı.

Merak ettiğim konu:

Tayyip Erdoğan savaşa savaşa bugünlere geldi, 13 kez seçim kazandı, “Kenan Evrenleşmenin” ne demek olduğunu, Türk halkının nelere refleks vereceğini en iyi kendisi bilir.

Acaba neden son anda “bile bile” İmamoğlu’nun Kenan Evren’i olmayı tercih etti?

Acaba İstanbul’u İmamoğlu kazanmasaydı, Türkiye mi kaybedecekti?

Asiye Güldoğan

[email protected]

twitter: @ AsiyeGuldogan

Odatv.com

asiye güldoğan arşiv