ERDAL İNÖNÜ BENİ NASIL YENDİ?

Sivas’ta 37 insanımız yobazlarca katledildiğinde, aklı başında her insanın yüreğine ateş düşmüştü. Çoğumuz, bir hiç uğruna yaşamlarını yitiren...

Sivas’ta 37 insanımız yobazlarca katledildiğinde, aklı başında her insanın yüreğine ateş düşmüştü. Çoğumuz, bir hiç uğruna yaşamlarını yitiren suçsuz insanlar için üzüldü, ama kimilerimiz de tanıdığı, bildiği insanları yitirmenin acısını yaşadı.
Alkışlayanlar da olmadı değil...
Sivas’ta katledilen şerefli insanların içinde üç kişi vardı ki, yaşamımda önemli yer tutuyordu. Asım Bezirci, bana ilk ödülüm veren jürideydi, sonradan da beni Sevgi Soysal inceleme kitabına yönelten kişiydi. Metin Altıok, kitabımın başına şiirini koyduğumu çok sonradan öğrenmiş ve beni de çok mutlu eden bir sevinç göstermişti. Behçet Aysan da, sıklıkla edebiyat ortamlarında karşılaştığım, eşimle aynı meslekten iyi bir dostumdu.
Sivas katliamı olduğunda, yıllarca aynı odayı paylaştığım çevirmen arkadaşım Suat Yokova’nın ölüm haberi gelmişti. Tam bir gün önce... O sıralar Kültür Bakanlığı, Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü’nde genel müdür yardımcısı olarak görev yapıyordum. Ali Balkız aramış, Sivas’taki etkinlikler için kameraman ve muhabir istemişti. Ben de Halil İbrahim Ada ile Sabri Ertürk’ü görevlendirmiştim.
Sonradan onlar canını zor kurtarmış, kamera çalınmış ve içindeki kasetler de yok olmuştu. Bunu daha önce yine Odatv’deki bir yazıda belirtmiştim.
Olaylar patlak verdiğinde ilk aklıma gelen kameramanla muhabirin durumu oldu. Otele telefon açtım. Resepsiyondaki memur, durumun çok karışık olduğunu söyleyip, Sabri’yi telefona verdi. Sabri heyecanla, “Mümtaz Bey, bunlar bizi yakacak! Şu anda oteli taşlıyorlar,” dedi ve ardından da telefon kesildi.
Yetkimi aşarak, Sivas Valisini aradım. Vali, durumun kontrollerinde olduğunu ve askerden de yardım istediklerini söyledi. Ardından Rahmetli Erdal İnönü’yü ve Fikri Sağlar’ı aradım. Sağlar İstanbul’daydı. Hemen bölgeye geçeceğini söyledi, ama uçak bulamıyordu. Özel kalem THY’yi arayarak uçağı bekletmelerini istedi, ama yine de Sağlar yetişemedi.
Erdal İnönü ise telefona bile çıkmadı.
Niye aramıştım İnönü’yü? Öncelikle başbakan yardımcısıydı o sıralar. Daha da önemlisi, yüz yüze tanışıklığım vardı.
Kültür Bakanlığı’na girmeden önce, işsiz kaldığım dönemlere rastlıyordu tanışmamız. O sıralar İngiltere’den yeni dönmüş olan şimdiki Prof. Dr. Hikmet Özdemir beni elimden tutup, Başbakanlığa götürmüştü. Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’nün o sıralar danışmanlarından biri Uğur Büke'ydi. Sonradan Çorum Valisi olarak karşıma çıkacak olan Atıl Üzelgün de diğer bir danışmanıydı. Uğur Büke’yi tanıyordum, ama Atıl Üzelgün’ü hayatımda ilk kez o gün gördüm.
Erdal İnönü ile “dost” olmak pek öyle kolay değildi.
Daha sonraları Dedeman’da bir kokteylde karşılaştık, o sıralar gazeteciydim. Sabah gazetesinin çıkardığı dergilerden Aktüel’in istihbarat şefliğini yapıyordum. Konu dönüp dolaşıp, satranca geldi. Erdal İnönü’ye, babası kadar iyi bir satranç oyuncusu olup olmadığını sordum. O da bana, “oynar bakarız, onun kadar iyi miyim?” dedi. O hiç eksilmeyen gülümsemesi vardı yüzünde, elinde de beyaz şarap kadehi. Bir gün oynamak üzere sözleştik.
Hatta bu iş o kadar ciddileşti ki, ev telefon numarasını bile verdi.
Ayrılırken, hafif de çakır keyif olduğumdan, “Yenersem bana Galileo’yu anlatacaksınız, söz mü?” diye bağırdım. Hiç istifini bozmadan gülümseyerek arkamdan baktı.
Sen Galileo’yu nereden bilirsin?” diyecek sandım.
Demedi.
Birkaç kez aradım, ama bir türlü satranç oynama fırsatı bulamadık. Zamansızdı...
Yenilmekten korktuğundan değil...
Aylar sonra Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin bilmem kaçıncı kuruluş yıldönümünde karşılaştık. Satranç partimizi hatırlattım ve ne zaman oynayabileceğimizi sordum.
Canı sıkkındı biraz. “En kısa zamanda,” diye yanıtladı.
En kısa zaman?.. Tamam,” dedim en şımarık halimle. “Galileo’dan vazgeçtim... Bu durumda bana Einstein’i anlatmanız daha uygun.
Niye diye sormadı. Hep aynı sakin gülüş...
Eh, yer Çağdaş Gazeteciler Derneği olunca, çevremiz meslektaş dolu. Bütün hepsinin önünde bir satranç partisi yapmak üzere sözleştik.
Sonradan Ümit Aslanbay bunu “düello davetini” kitabında anlatmıştı.
Benim Erdal İnönü’yü aramamda dayandığım konu gazetecilik olmadığından, daha sık telefonlaşıyorduk. Ama ne satranç oynayabildik ne de o bana Galileo veya Einstein’i anlatabildi.
Yıllar sonra Antalya’da Yiğit Gülöksüz ve Uğur Büke'yle karşılaştığımda onlara sordum, “hala satranç oynamak istiyor mu benimle,” diye.
Neredeyse ikisi birden, “Satranç da ne?” der gibi yüzüme baktı. Konuyu hiç bilmediklerinden...
Kültür Bakanlığı eski Özel Kalem Müdürü Ahmet Kırlıkova, Milli Kütüphane Başkanlığı’nda İnönü sergisi açtığında, açılışı Erdal İnönü yapmıştı. Yaşamının son ayları olduğunu bilmiyorum. Çok yorgun ve neşesizdi. Babasının daha önce hiçbir yerde sergilenmemiş fotoğrafları bile onu mutlu etmeye yetmiyordu.
Galileo’yu sordum... Ne ilgisi varsa...
Satrancı sormayacak mısın?” diye ansızın sorunca da utandım.
Hafızası karşısında bir adım geriledim ve “Galipsiniz Sayın İnönü. Hep galiptiniz zaten,” diyebildim.
Amerika’ya kontrol için yeniden gitmeye hazırlanıyordu o sıralar.
Son görüşüm oldu.

Mümtaz İdil
Odatv.com

Erdal İnönü arşiv