Egemen Bağış’ın Büyükelçi tayin edildiği kurum, nasıl adil olmaktan söz edebilir

Nurzen Amuran sordu, İYİ Parti Aydın Milletvekili, Emekli Büyükelçi Aydın Sezgin yanıtladı...

Nurzen Amuran – Perşembe günü TCMB Para Politikaları Kurulu’nun aldığı kararla politika faizinin yüzde 16'dan 15'e düşürülmesi hepimizde endişelere yol açtı. TL’nin Amerikan doları karşısında hızla değer kaybetmesi, öngörülemeyen bir geleceğin Türk ekonomisini beklediğini göstermekte. Ekonomik krizlerle iç politikada tansiyon yükselirken, erken seçim talepleri de giderek arttı. Sadece ekonomi de değil yargıda siyasette eğitimde sağlıkta gelinen süreç muhalefet partilerini daha da bütünleştirdi. İktidar kanadından yükselen farklı sesler de siyasetin acil kararlar almasının işaretlerini veriyor. Para Politikaları Kurulu’nun talimatla aldığı karar sonucu gelişmeler, parlamenter sisteme ne denli ihtiyaç duyulduğunun somut bir göstergesi oldu. Dış politikamızda da aynı kaygılar var. Ortadoğu’daki gelişmeler, Akdeniz’de gelinen süreç, bölgesel sorunlar, ülkenin geleceği açısından “geleneksel dış politikamıza” dönmenin gereğini ortaya koyuyor. Çünkü dış siyaset devlete ait bir sorumluluk taşır. Ama ne yazık ki Cumhurbaşkanlığı sistemi dış politika kurallarını da değiştirdi. Geleneksel ilkelerimizin yerine ortama göre değişen günübirlik kararları ön plana çıkardı. İdeoloji öne çıktı, çıkar çatışmaları ideolojiye uygun biçimlendirilmeye çalışıldı. Bu hafta, dış politikada benimsenmesi gereken ilkeleri ve bölgesel gelişmeleri gündeme getireceğiz.

Konuğumuz İYİ Parti Aydın Milletvekili Emekli Büyükelçi Sayın Aydın Sezgin.

Sayın Sezgin, Dışişleri Bakanlığı günlük siyasetin ve iç politika dengelerinin odak noktasını oluşturmamalı. Dışişleri devletlerin ağırlığını belirler ve geleceğinin güvencesini sağlar. Bu nedenle farklı bir dokunulmazlığı vardır, olmalıdır. Bu çerçevede dış politikanın olmazsa olmaz etik ilkeleri nelerdir? Bu etik ilkelerin sürdürülmesi dış politikanın günlük iç siyasetin aracı haline getirilmesinin engellenmesiyle mümkün müdür?

Aydın Sezgin - Dokunulmazlık demeyelim de hassasiyetle yaklaşılması gereken bir alandır dış politika. Türkiye’nin dış politikası kalmamıştır, bunu sürekli vurguluyorum. Bu nedenle ben Türkiye’nin dış alemle ilişkileri veya uluslararası ilişkileri ifadelerini kullanıyorum. Dış politika, yapılandırılmış vizyonu, hedefleri olan, akla dayanması gereken, farklı unsurları bulunan, birbirine eklenmiş bir bütündür. Bizde maalesef böyle bir şey kalmadı. Uluslararası ilişkiler anlayışımız Cumhuriyet geleneklerinden uzaklaştıkça, temel değerlerden uzaklaştıkça, milli güvenliğimize ve ulusal çıkarlarımıza yönelik riskler de katlanarak artmıştır.

Amuran – Peki size göre nedir bu temel değerlerimiz?

Sezgin - Yıllardan beri söylediğim gibi her adımımız ulusal çıkar zemini üzerinde atılırdı. Biz geçmişte uluslararası ilişkilerde sorun yaratan değil, sorunları çözen bir ülke konumundaydık. Dış politikamızda ittifaklar, işbirliği modelleri kurar, diğer ülkelerle ulusal çıkarlarımızı gözeterek ama onlara da saygı göstererek, iyi geçinirdik. Hem bölgesel hem de küresel çapta kurduğumuz ittifaklar sayesinde, Türkiye’ye karşı teşkil edilebilecek birliktelikleri önleyebilirdik. Dış politikadaki risk ve tehditleri böylelikle daha oluşmadan engellerdik. Bu özelliğimizle aynı zamanda devletler sisteminin de saygın ve itibarlı bir üyesiydik. Bugün Ortadoğu başta olmak üzere yakın çevremizdeki ve dünyadaki itibarımızı, lüks uçaklarla, uluslararası organizasyonlara giderken, uçaklarla taşıdığımız araba filolarımızla, devlet başkanlarını ağırladığımız Saray’daki altın varaklı koltuklarla değil, uygar dünyanın bir parçası olarak edindik. Ülkemizin dış politikası, Atatürk’ten bu yana, hiçbir zaman şu veya bu ideolojinin veya herhangi bir mezhebin liderliğine soyunma iddiasıyla değil, çağdaş bir ülke olarak dış ilişkileri yürütmeyi amaçlamıştır. Türkiye, eskiden kritik meselelerde bölgesinde yaşanan sorunları yatıştırmaya yönelik adımlar atar, tarafları tarafsızlığına ikna ederek söylediklerinin itibarını temin ederdi. Birçok konuda bu misyonu en iyi şekilde yerine getirdik. Örneğin İran-Irak Savaşı’nda iki tarafla da ticaretimiz gelişirken Türkiye, Bağdat’ta İran’ı, Tahran’da ise Irak’ı temsil ediyordu. Temsil etmenin ötesinde, bu ülkelerin birbirleri nezdindeki büyükelçilik binalarının sorumluluğu, Bağdat ve Tahran’daki büyükelçiliklerimize emanet edilmişti.

Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca diğer ülkelerle hem ekonomik ve kültürel bağlarını geliştirmiş, hem de bu yakınlıkları, pozitif gündem yaratan bir siyasi iş birliğine dönüştürmüştür. Burada esas olan ilke, Türkiye’nin menfaatleri ve ölçülülük olmuştur. Ölçülülük, tüm dinlerde ve felsefelerde öne çıkan temel kavramlardan biridir. Oysa son dönemde uluslararası ilişkilerimizde ideoloji, hayaller ve fevrilik nedeniyle çok büyük itibar kaybettik, konum yitirdik. Bütün dünya bir anda Türkiye düşmanı kesilmedi. Bizim hatalarımız bunu yarattı. Dolayısıyla evet, iç siyasette birtakım avantajlar elde etmek amacıyla, dış politikada yanlış, gerçeklerden uzak ve ayakları yere basmayan adımlar atılmıştır, hala atılmaktadır. Suriye iç savaşına bu denli müdahil olunması, Libya’da ulusal çıkarlarımızı aşındıran işbirliklerine ve angajmanlara girilmesi, Doğu Akdeniz’de ihmal ve yanlış hamlelerle mevzi kaybedilmesi ve yalnızlaşmamız, Balkanlar’da bazı dost ülkeleri ürküten hatalarımız, genel anlamda dik durmayı beceremeden diklenme ve sonradan çıkarlarımızı kendi kendimize zedeleme alışkanlığımız, hep iç siyasi saiklerin, ulusal çıkar dışındaki menfaatlerin uluslararası ilişkilerimizdeki yansımalarının sonucudur.

Amuran – Bu çizdiğiniz genel çerçeve içinde Dışişleri Bakanlığı’nın ve TBMM’nin konumu nedir?

Sezgin - Dışişleri Bakanlığı, karar alma sürecinden dışlanmış durumdadır. Uluslararası ilişkilerimizde yaşanan gelişmelerle ilgili olarak iktidar temsilcileri TBMM Genel Kurul’unu veya Dışişleri Komisyonu’nu bilgilendirmeye yönelik adımları atmamaktadır. Kamuoyu, Suriye başta olmak üzere Doğu Akdeniz, Libya, Irak ve Afganistan’da yaşanan gelişmelerle ilgili olarak bilgilendirilmemektedir. Demokrasiye ve millete olan saygının gereği olarak kamuoyu ve TBMM, milli güvenliğimizi ve ulusal çıkarlarımızı bu denli ilgilendiren meselelerde bilgilendirilmeli, dış politika daha saydam ve hesap verebilir şekilde yönetilmelidir.

Amuran - Siz siyaset öncesi Dışişlerinde kariyer yapmış bir diplomatsınız. Bir diplomatın olmazsa olmaz denilen ilk uygulaması gereken öncelikli kuralları neler olmalıdır?

Sezgin - Uzun bir tarihin taşıyıcısı olan Dışişleri Bakanlığı, Osmanlı Devleti’nin tecrübelerinden ders çıkartan ve Cumhuriyet dönemindeki deneyimlerle şekillenen bir diplomasi geleneğine sahiptir. Kendi tarihsel süreci içinde kazanmış olduğu deneyim ve birikim sayesinde Dışişleri Bakanlığı, dünya çapında saygı duyulan güçlü bir diplomasi ekolünü temsil etmektedir ve bürokrasi sistemimizin yüz akı kurumlar arasındaki yerini almıştır. Dünyanın önde gelen ülkelerinde ve diplomasi tarihi boyunca karşılaşılan diğer başarılı örneklerde olduğu gibi ülkemizde de diplomasi mesleği uzmanlık gerektiren bir meslektir ve “usta-çırak ilişkisi” son derece büyük önem taşımaktadır. Diplomatlarımızın ustalıkları herhangi bir aileye ya da sosyal statü grubuna mensup olmaktan değil, Dışişleri Bakanlığı’nın kurumsal yapısı ve süreçleri içinde usta-çırak ilişkisiyle yetişmiş olmalarından ileri gelmektedir. Ayrıca diplomasi mesleğinin, özellikle müzakere teknikleri başta olmak üzere sanatsal bir boyutu da bulunmaktadır ve bu boyutun zenginleşerek güçlenmesi için ciddi bir tecrübeye ihtiyaç duyulmaktadır.

Bu özellikleri doğrultusunda diğer saygıdeğer memuriyetlerden ayrı mütalaa edildiği için, diplomasi geleneği olan ülkelerde Dışişleri Bakanlığı memuriyeti, özel bir eğitim ve kariyer sürecine bağlanmıştır. Bakanlık personeli için özel bir okul niteliği de taşıyan bu süreç, güçlü bir diplomasi geleneği ve başarılı bir dış politika için gereken önkoşullar arasındadır. Hala Bakanlık’ta iyi yetişmiş, kurum kültürünü özümsemiş, cumhuriyetin geleneklerine bağlı, dış politika ve diplomasinin anlamını bilen kayda değer sayıda özverili arkadaş mevcuttur. Bu arkadaşların Türkiye'nin normalleşme sürecinde kurumu ve kurallarını onaracaklarından ve Türkiye’ye en etkin şekilde hizmet eden Dışişleri Bakanlığı yapısına yeniden dönülebileceğinden eminim.

Amuran - Dışişlerinde istisna olan dışardan Büyükelçi atamalarının Türk dış politikasına getireceği riskler neler olabilir? Özellikle bugün iç siyasette uzmanlaşmış eski siyasetçilerin atanması ne gibi riskler taşımaktadır?

Sezgin - Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçiş sürecinde Dışişleri Bakanlığı’nın yapı ve işleyişine ilişkin birçok düzenleme ve uygulama, esasen Türkiye’nin ulusal gücünün parçası olan bu geleneğe darbe niteliğindedir. Dünyanın yakın tarihi de göstermektedir ki, siyasi rejimlerde yaşanan otoriterleşme süreçleri, genellikle köklü kurumların içinin boşaltılması sonucunu doğurmaktadır. Devlet geleneğimizin hafızası olma özelliğini de taşıyan Dışişleri Bakanlığı’nın teşkilat yapısında ve işleyişinde yapılan değişiklikler, meslek dışından büyükelçi atamalarındaki artış ve keyfilik maalesef böyle bir yıkma ve yok etme anlayışını yansıtmaktadır. Dışarıdan atamalar birçok ülkede vardır, ama bunlar ölçülü tarzda yapılır. Bizde ise yakınlara ulufe dağıtmak şeklinde gerçekleştiriliyor. Bu hem diplomasimizi hem de böyle atanan şahısların görev alanlarıyla ilişkilerimizi olumsuz şekilde etkiliyor.

Amuran – Biraz önce bazı açıklamalar yaptınız ama yinelemekte yarar var, sorunun önemi açısından. Bu çerçeve de yeni sistemle birlikte uluslararası ilişkiler nasıl yürütülüyor?

Sezgin - Uluslararası ilişkilerimiz de maalesef iç politikada olduğu gibi tek bir kişinin tahakkümü altında, kontrolden ve denetimden uzak, hataya açık bir şekilde yürütülmektedir. Ulusal çıkarlarımızı gözetmeyen, ideolojik temelli tepkisel bir manzara ortaya çıkmıştır. Ayrıca kişisel ilişkilerin hakimiyeti altındaki bu uluslararası ilişkiler anlayışının hesap verebilirliği de kalmamıştır. Sayın Dışişleri Bakanı, bütçe görüşmelerinde Bakanlığa adalet getirdiğinden bahsetmiştir. O kurumda son yıllara kadar adalet ve adaletin sütunu liyakat hiç eksik olmamıştır. Son dönemde ise Dışişleri Bakanlığı karar alma sürecinden dışlanmış, Bakanlıkta parti müfettişleri bulunmaya başlamış, koridorlara galiz ifadeler, bağırış çağırışlar hâkim hale gelmiş, liyakat sistemi gittikçe kaybolmuş, istifalar artmıştır. Egemen Bağış’ın Büyükelçi tayin edildiği bir müessese nasıl adil olmaktan söz edebilir? Kamuoyunun gözlerinden uzakta yürütülen ikili ilişkiler, kurumsal dış politika mekanizmalarımızı etkisiz hale getirdiği gibi, yarattığı sonuçları itibariyle de uluslararası itibarımızı aşındırmıştır. Diplomatik ve demokratik teamüllere aykırı uygulamalar, genel-geçer kural haline gelmiştir. “Diplomatsız diplomasi,” bu sonucu verir.

Amuran - Şimdide Bölgesel ilişkilerimize ve sorunlara dönelim. Dışişlerinde bulunduğunuz dönemde Moskova Büyükelçisi olarak görev yaptınız. Rusya’yı yakından tanıyan bir diplomatsınız. Türkiye’nin değişen dengeler çerçevesinde konumu ne olmalıdır? ABD ile krizler aşamasında Rusya ile yakınlaşma sağlanması, ABD ile yakınlaşma süresinde Rusya’ya mesafe konulmaya çalışılması bir denge politikasının işaretleri midir, yoksa duruma göre alınan stratejik yanı bulunmayan günübirlik yaklaşımlar mıdır?

Sezgin - Bir süreden beri iktidar, bir gücü diğerine karşı koz olarak kullanmak şeklinde, Türkiye gibi esas siyasi istikametini en az yüz yıl önce belirlemiş büyük bir ülkeye yakışmayan manevralar içine girmektedir. Bakın, unutmayın, ABD ile Rusya, yaşadıkları bazı krizlerde şaşırtıcı şekilde uzlaşıya ve hatta işbirliğine gidebilmektedirler. Bu iki büyük ülkeyi bir al-ver politikasının muhatabı olarak görmek, denge kurmak amacıyla ikisi arasında savrulmak büyük bir stratejik hatadır. ABD ile Rusya’yı aynı anda idare etmek, ikisi arasında bu şekilde bir politika izlemek, sürdürülebilir değildir. Cumhuriyet’in başından beri ördüğümüz ilişki ağı, ABD ile Rusya arasındaki bu savrulmalar nedeniyle berhava edilmiştir. Gelinen noktada Türkiye, hayal ve hevesler peşinde koşarken büyük potansiyelini de harcamış, milli güvenliğini ve ulusal çıkarlarını tehlikeye atmıştır. Ekonomik coğrafyasını tahrip etmiştir. Alameti farikası istikrar üretmek olan bir ülkeyken, istikrarsızlık yaratan bir ülke haline gelmiştir. Yanlış yaklaşımlar, günü ve tek adam rejimini kurtarmaya yönelik fantezilerden oluşan tavırlar, Türkiye için ağır faturalara yol açmaktadır. Türkiye, demokrasi coğrafyasıyla geleneksel ilişkilerini koruyarak, ittifak bağlarını devam ettirerek Dünya’nın çok aktörlü yeni yapısına intibak edebilecek kapasitede bir ülkedir. Diplomasi ustaca kullanılabildiği takdirde değişen dengelere uyum sağlamanıza ve en iyi konumu tutturmanıza önderlik eder.

Amuran - Rusya ile ilişkilerde elbette pürüzlü gelişmeler var. Bu aşamada nelere özen göstermek durumundayız?

Sezgin - Rusya, Sovyetler Birliği döneminden bu yana zaman zaman kuvvetli iş birliği formülleri geliştirdiğimiz bir ülkedir. Bugün de Rusya ile dengeli bir ilişki formülü geliştirmemiz ve iyi ilişkiler sürdürmemiz gerektiği muhakkak. Rusya ile her alanda ilişkileri önemsiyorum. Ancak karşılıklı çıkar dengesi önemli. İki tarafın da birbirine tâbi ülke haline getirilmesi doğru değildir. Ancak Türkiye maalesef Suriye’de yaptığı hatalar nedeniyle, adeta Rusya’ya tâbi bir ülke konumuna indirgenmiştir. Bugün siyasi iktidar Rusya'yı doğru okuyamadı. Örneğin Suriye’deki kararlılığına adeta meydan okudu ve bunu değiştirebileceğimizi Suriye'den çekilmeye ikna edebileceğimizi düşündü. Oysa bu mümkün değildi. Rus tarafı bu konuda bize karşı dürüst davrandı ve tutumunu değiştirmeyeceğini defaatle vurguladı. İktidar, Rusya’nın 2015’teki savaşa, doğrudan müdahale edebileceğini de ölçemedi. Oysa Rusya’nın Suriye’de Esad’ın mağlup edilmesine, Suriye’de edindiği konumun aşınmasına kayıtsız kalması düşünülemezdi. Hele Ukrayna’daki temel hedeflerine ulaşmış bir Rusya! Suriye’de mağlup pozisyona düşmezdi, bunun görülmesi ve ona göre bir yaklaşım izlenmesi gerekirdi.

Amuran - Sizin de belirttiğiniz gibi, Türkiye’nin Suriye konusunda bağımsız hareket etme şansı, ne ölçüde var tartışılır. Suriye hava sahasının kontrolü Rusya’da. Denildiği gibi kapsamlı bir harekât için Rusya’nın izni gerekli. Militer bir politikanın bizi götürdüğü noktadan geri dönülmesi ve Suriye ile doğrudan ilişki kurulması yaşanan krizin tek çözüm yolu değil mi?

Sezgin - Suriye’de başından bu yana büyük hatalar yaptık. Esad’ın kısa süre içerisinde gideceğini düşünerek, yanlış bir varsayımla yola çıktık. Esad’a karşı, hiç makbul olmayan gruplarla işbirliği yaptık. Bu işbirliği uğruna sınırımızın maalesef kevgire çevrilmesine göz yumduk. Savaş için ‘savaşkan insanlar gerekir’ anlayışıyla, ekstremist denilen, radikal grupların birçok hücresiyle işbirliğinde bulunduk. Kobani/Ayn Al Arab’da çok geciktik. Diğer ülkeler Suriye ile ilgili politikalarını değiştirirken, o kıvrımları vakitlice yakalayamadık. Kendimizi ona intibak ettiremedik ve çok ciddi kayıplar verdik. Hala Suriye’de yaşanmakta olan kriz nedeniyle çok ciddi tehlikeler ve maliyet altındayız.

Bizim operasyon yapmamızı bırakın, daha yeni, İdlip’teki karakollarımızın çok yakınına saldırılarda bulunuldu. Ebubekir Sıddık’ın Seyyaresi grubunun karakollarımıza, gözlem noktalarımıza saldırıları var. Tel Rıfat’tan PKK/YPG’nin Karkamış’a gönderdiği havan mermileri var. Ülkemizde milyonlarca sığınmacı var. Ayrıca, partimiz kurulduğundan bu yana dile getiriyoruz, hala çok ciddi bir sığınmacı akını tehlikesi altındayız. İdlip’te kendimizi çok zor bir konuma hapsettik. 4 milyon insan bu bölgeye sıkışmış durumda. Söz verdiğimiz gibi terör örgütü HTŞ’ye karşı bir mücadeleye girmemiz halinde, orada bulunan askerlerimizin güvenliği tehlikeye girecek, hatta HTŞ’nin ve diğer radikal grupların Türkiye’de eylem yapmaları, dehşet salmaları olasılık içindedir. Yani işimiz çok zor. Sadece İdlip’te 10 binden fazla askerimiz var. TSK’nın kontrolündeki bölgelerde sivil personelimiz de var.

Amuran – İYİ Parti olarak Suriye ilgili nasıl bir politika düşünüyorsunuz?

Sezgin - Bizim parti olarak Suriye politikasında, çok farklı bir yaklaşımımız var. Evvel emirde siyasi çözümün esas alınması gerektiğini, askeri çözümün çözüm olmadığını, iktidarın da ve Sayın Erdoğan’ın da Suriye Arap Cumhuriyeti olarak tanıdığı hükümetle masaya oturması gerektiğini ve BM’nin himayesindeki girişimleri öncü bir şekilde desteklememiz gerektiğini düşünüyoruz.

Suriye’de ideal çözüm, 2011 öncesine dönmektir ancak bu maalesef bir hayalden ibarettir. 2011’e dönmek bence artık mümkün değildir. Bu sıkıntılı ve tehlikeli ortamın yaratılmasından birinci derece sorumlu aktör de Türkiye’dir. Biz başından beri bu meselenin, Esad rejimi ile birlikte çözülebileceğini söylüyoruz. Türkiye’de uluslararası ilişkiler artık ulusal çıkar kavramına dayanmadığı için, bu anlayışla yürütülmediği için, Suriye Türkiye için hem çok ciddi bir ulusal güvenlik tehdidi, tehdidin de ötesinde zaman zaman somutlaşan bir tehlike haline gelmiştir. Çok can kaybettik, çok askerimiz şehit oldu. Bütün bu koşulları değiştirmek için esas adımın Türkiye tarafından atılması icap ediyor. Bu da, BM himayesinde yapılan anayasa görüşmelerinde Türkiye’nin aktif bir şekilde önderlik etmesi vasıtasıyla olabilir. Bu görüşmeler askıya alındı ancak neticede bir ilk adım da atılmıştır. Bu ilk adımın sonuçsuz kalmaması için Türkiye’nin önderlik yapması gerekiyor. Türkiye bu müzakerelerin canlandırılmasına ve makul şekilde ilerlemesine aktif ve samimi katkıda bulunmalıdır. İkincisi, Esad yönetimiyle oturup resmen görüşmesi icap etmektedir. Taliban’la görüştük, Esad’la da görüşebiliriz. Suriye krizi ulusal güvenliğimizi ağır tarzda tehdit eden bir krizdir.. Bu tehdit git gide daha da vahim hale gelecektir. Suriye’nin bütün bölgelerini ayrı tehditler olarak değerlendirebiliriz. İdlip malum… Az önce söylediğim gibi, iktidarın yeni bir müdahalesinden bahsediliyor. Bunu yapıp yapamayacağı belli değil. Yapılsa bile iç politikada birtakım mesajları vermeyi amaçlayan göstermelik bir operasyon olacaktır.

Diğer bölgelerde PYD/YPG/PKK tehdidi var, özellikle Fırat’ın doğusunda. Fırat’ın batısında da Türkiye’ye ve/veya Türk askerine saldırılar yapılıyor. Biliyorsunuz son dönemde Tel Rıfat’tan saldırılar yapıldı. Karkamış’a kadar ulaştı PYD/YPG tarafından ateşlenen havan topları. Bu tehdit giderek genişleyecektir. Ayrıca sığınmacıların ülkelerine dönmeleri de mevcut koşullarda imkânsız. Dolayısıyla, BM tarafından hala resmi Suriye hükümeti olarak tanınan Esad hükümetiyle, sevelim sevmeyelim, bir masa etrafında barışı temin etme iradesiyle bir araya gelmemiz gerekmektedir. Esad rejimi, uluslararası camiaya hızlı adımlarla geri dönüş istikametinde yol almaktadır. Bunu, Arap ülkeleri başta olmak üzere uluslararası camia Suriye’ye yeniden yüzünü dönmektedir şeklinde de ifade edebiliriz. Bu aynı zamanda uluslararası camianın, Esad iktidarda kalsa bile Suriye krizinin sona ermesi yönünde şekillenen iradesinin bir göstergesidir. Taliban’la bile görüşmekte beis görmeyen iktidar Esad ile görüşmeme inadına son vermelidir. Ülkemizdeki Suriyeli sığınmacıların en uygun şekilde vatanlarına dönmelerinin de en uygun yolu budur. Suriye’nin kuzeyiyle ilgili olarak son günlerde ısrarla dile getirilen harekât planlarına gelince; bunun gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceğini göreceğiz. Biliyorsunuz 5 Kasım tarihinden söz ediliyordu. Ciddi siyasi engeller söz konusu. Harekât gerçekleşirse bunun göstermelik bir operasyon olacağı izlenimindeyim. Bunun için de Rusya bizden İdlip’te taviz isteyecektir. Harekâtı da PYD/YPG/PKK’yı Esad’a yakınlaştırmak için kullanacaktır. Her hâlükârda böyle bir adım Türkiye’yi Rusya’ya daha da tâbi hale getirecektir.

Amuran - Doğu Akdeniz’deki kararlılığımız da sürdürülemedi. İsrail, Mısır, Yunanistan, Güney Kıbrıs’tan oluşan ittifak, her geçen gün yeni adımlar atıyor, Kurulmuş ittifaka, Batı’nın desteği devam ediyor. Bu ortamda biz kararlılığımızı neden sürdüremedik? Bugünden sonra Doğu Akdeniz’de enerji paylaşımında nasıl bir strateji uygulamalıyız?

Sezgin – Dediğiniz gibi, Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı bir ittifak oluşmuştur. Doğu Akdeniz’in gerçekten en güçlü ülkesi olduğumuz dönemlerde, bölgedeki objektif potansiyelimiz, özelliklerimiz ve politikamız, böyle bir oluşumun hayal edilmesini bile önlüyordu. Daha önceleri de defalarca ifade ettim, herhangi bir dayanışma içine girmeleri mümkün gözükmeyen ülkeleri buluşturduk, bir araya getirdik, müttefik kıldık. Kime karşı, kendimize karşı. Gerçekten de bugün, büyüyen ve Türkiye’yi yalnızlaştıran bir tehdit kuvveden fiile dönüşmektedir. Doğu Akdeniz’de Türkiye ile Yunanistan arasındaki güç dengesi de aleyhimize bozulmaktadır. Yunanistan’a karşı üstünlüğümüz tabii ki sürmektedir, ancak biz S 400 yanılgısında bocalarken, Yunanistan son dönemde hem askeri kapasitesini geliştirmekte hem de ittifak zeminini genişletmektedir. Yunanistan, İhvancı sevdalarla bölgede ilişkilerimizin son derece gerilediği İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi ülkelerle yakınlaşarak işbirliği mekanizmaları kurmuştur. Doğu Akdeniz’de bu ülkelerle ortak deniz ve hava tatbikatları düzenlemektedir. Güney Kıbrıs, Yunanistan, Fransa ve Mısır arasında, Dışişleri Bakanları düzeyindeki görüşmelerde, Doğu Akdeniz’deki ortak enerji projelerinde ısrarlı oldukları mesajı verilmektedir. Ayrıca 7 Aralık’ta İsrail ve Yunanistan Başbakanı ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı, Türkiye’nin Güney Kıbrıs ve Yunanistan’a yönelik tavrını ele almak için bir araya gelecektir. Fransa, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bölgesindeki lojistik tesisini de kullanarak Doğu Akdeniz’deki mevcudiyetini adeta sürekli hale getirmiştir ve Yunanistan’ın hamiliğine soyunmuştur. Taraflar, Türkiye’nin politikalarını kendilerine yönelik “ortak tahrikler” olarak değerlendirmektedir. Tüm dünya bir anda Türkiye’ye karşı ayaklanmıyor, yanlış yaklaşımlarınız, diplomatsız diplomasiniz, günü ve tek adam rejimini kurtarmaya yönelik fantezilerden oluşan tavrınız, uluslararası ilişkilerdeki akıl dışı tutumunuz bu sonuçlara yol açıyor. Doğu Akdeniz’de de, diğer dış politika sorunlarımızda olduğu gibi, Cumhuriyet’in geleneksel dış politika ilkelerine dönülmesi, sorun yaratan değil, sorunları çözen bir diplomasi anlayışı izlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde Doğu Akdeniz’deki çıkarlarımıza yönelik tehditler giderek genişleyecektir. Önce güç gösterisi, sonradan kabuğuna çekilme de makul bir yöntem değildir.

Amuran - AB ile ilişkilerimiz de çok önemli. AB ülkeleri, insan hakları konusunda Türkiye’deki gelişmelerden endişeli. Bu nedenle zaman zaman ilişkilerin kopmasına varacak riskler yaşanıyor. Öte yandan sığınmacılar konusunda bize ödün vermek zorunda. Bu durumu fırsata çevirmek için ne yapmamız gerekiyor?

Sezgin - Geçtiğimiz günlerde yayınlanan AB yıllık raporunda, geçen yıldan daha ağır eleştiriler yer almaktadır. Elbette Avrupa Birliği de Türkiye’ye karşı birçok hata yapmıştır. Bunların muhasebesine girmiyorum.

Ama, Türkiye’nin de mevcut iktidarla, vatandaşımıza yönelik demokrasi, hukuk, insan hakları taahhütlerinin çok gerisine düşmüş olması, İYİ Parti olarak bizleri üzen bir gerçekliktir. Son rapor, Türkiye’de demokratik kurumlarının işleyişinde ciddi eksiklikler olduğunu vurgulamıştır. Haziran 2020-Haziran 2021 döneminde demokratik gerilemenin devam ettiği belirtilmiştir.

Başkanlık sisteminin yapısal eksikliklerine vurgu yapılmış, Meclis’in hükümeti denetlemek için gerekli araçlardan yoksun kalmaya devam ettiği ifade edilmiştir. Rapor, yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin Cumhurbaşkanlığı düzeyinde merkezileşmeye devam ettiğini, yani tek adam rejiminin giderek daha otoriterleşmeye başladığını belirtmiştir.

İnsan haklarında ve temel hak ve özgürlüklerde durumun kötüleşmeye devam ettiği, mevzuat ve uygulamanın hala Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarıyla uyumlu hale getirilmediği vurgulanmıştır.

Sadece AB Raporu’nda değil, yayınlanan her türlü uluslararası indekste Türkiye'nin insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti gibi kriterler açısından gerilediği görülmektedir. Ne acıdır ki Ülkemiz artık bazı uluslararası rejim sınıflandırmalarında, popülist-otoriter rejimin ötesinde bir tür totalitarizm olan “Sultancı” rejim olarak değerlendirilmektedir.

Adına “Cumhurbaşkanlığı sistemi” dediğimiz derme çatma başkanlık sisteminden, Sultanizm rejiminden önce, “fiili başkanlık” denilen oldubitti ile birlikte parlamenter mirasımız ve birikimlerimiz ortadan kalkmaya başlamıştı zaten. 2018 yılındaki rejim değişikliği ise, hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasiyi ve insan haklarını daha da geriye götürmüştür.

Ülkemizde demokrasi ve insan haklarının yeniden doğuşu ve geliştirilmesi, ancak yeni bir iktidar ve iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş demokratik bir parlamenter sistemin tesisiyle mümkün olabilir.

Türkiye tarihiyle, kültürel birikimiyle, halkının olgunluğuyla demokrasiyi hayli hayli hak etmektedir. Kendi tecrübesi ve özellikleriyle, demokrasi kavramının ve değerlerinin güçlenmesine katkıda bulunma yeteneğine de sahiptir. Ülkemizi yükseltecek temel zemin, demokrasi ve hukukun üstünlüğüdür. Neredeyse 20 yıldır yönetimde olan bir iktidarın karnesi açık ve net bir şekilde ortadayken, demokratikleşme yönünde olumlu bir adım atmasını beklemek beyhudedir.

Amuran – Bu aşamada AB’ye üyelik hedefimiz ne oldu ne yapmalıyız?

Sezgin - Türkiye’nin AB üyeliği yönünde bir hedefi kaldıysa, o rotada yapılması gerekenleri süratle yerine getirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde al-ver ilişkisine dayanan göç, vize muafiyeti ve Gümrük Birliği’nin yenilenmesi gibi işbirliklerinin bizi AB’ye yakınlaştırmaktan ziyade müzakere eden ülke statümüzü aşındıracağı açıktır.

Gümrük Birliği, Türkiye-AB ilişkileri açısından vazgeçilmez ve yeri kolay doldurulamayacak olan bir ilişkidir. Türkiye-AB ilişkilerinin onarılması ve yeniden dinamik bir gündem oluşturulması için Gümrük Birliği’nin güncellenmesi son derece önemlidir. Bu, ülkemizin ekonomisine yeniden güç verecek, ulusal çıkarlarımıza katkı sağlayacak bir gelişme olacaktır. Ancak bunun için, mevcut siyasi engellerin aşılması ve asgari bir güven ortamının oluşturulabilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin AB’nin siyasi çekincelerini ortadan kaldıracak reform adımlarını atması, sürecin başlamasını hızlandıracaktır.

AB ile olan ilişkilerin bir an önce canlandırılması gerekmektedir. Bunun yolu ve yöntemi bellidir. Siyasi kriterleri alanındaki eksikler giderildikten sonra Türkiye’nin üyelik müzakerelerinde üstesinden gelemeyeceği bir şey yoktur. Ama siyasi kriterler açısından durumumuz sürekli gerilemektedir.

Raporda Türkiye’nin bütün eksikleri sayılmaktadır ve bu eksikler her geçen yıl daha da vahimleşerek ağırlaşmaktadır. AB ile ilişkilerin bir al-ver ilişkisine dönüştürülmesi, Türkiye’yi AB'den iyice kopartmaktadır. Göç ve ticaret dışında AB ile esas görüşmemiz gereken konular görüşülmemektedir.

Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi alanlarda gerekli adımları atması durumunda, ilişkilerin normale dönmesi ve müzakerelerin yeniden başlaması mümkün olacaktır. Yeter ki biz kendimizi zihnen farklı alanlarda konumlandırmayalım, iç siyasette ve uluslararası ilişkilerde oradan buraya savrulmayalım.

Amuran – Konuşmamız gereken Türkiye-ABD ilişkileri var. F-35’ler F-16’larla ilgili görüşmeler devam ediyor. Sizinle bir başka söyleşimizde gelişmeler çerçevesinde sadece Türkiye-ABD ilişkilerini ele alalım. Son sorum: Eğer erken seçim olursa Millet ittifakı olarak kazanırsanız, dış politikada ilk adımınız ne olacak, nasıl bir siyaset ortamı yaratacaksınız. Ana başlıklar halinde sıralar mısınız?

Sezgin - Hukuk devleti ve demokrasinin yeniden ihya edilmesi ve güçlendirilmesi, Millet İttifakı olarak en önemli ortak yaklaşımımız, hedefimizdir. Bizim İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem dediğimiz sistem önerisinin özünü bu ilke oluşturmaktadır. Kendi içinde bu reformu gerçekleştiren ve demokrasi coğrafyasına aidiyetini teyit eden bir Türkiye, itibar skalasında hak ettiği yeri bulacaktır.

İYİ Parti olarak iktidar sorumluluğu üstlendiğimizde, Türkiye’nin dış dünyaya bakışını ve ilişkilerini normalleştirmekle işe başlayacağız. Diplomasi geleneğinin temel gereklerine döneceğiz. Halihazırda tökezleyen uluslararası ilişkilerimizi, günün gerçekleri ve Osmanlı Devleti’nin tecrübesinden esinlenen Cumhuriyet’in gelenekleri ışığında yeniden dış politika olarak yapılandıracağız. Dış politikadaki gelişmeleri iç siyasette istismar aracı olmaktan uzaklaştıracak, milletin iradesinin, milli çıkarlarımızın ve ulusal güvenliğimizin gerektirdiği doğrultuda, popülizmden uzak bir dış politika anlayışını hayata geçireceğiz.

Amuran – Kısacası geleneksel dış politika ayarlarına döneceğimiz müjdesini veriyorsunuz. Çok teşekkürler değerlendirmeleriniz için.

Sezgin – Ben teşekkür ederim.

Nurzen Amuran

Odatv.com