Düşmanımın düşmanı dostumdur

ABD Başkanı Barack Obama’nın ikinci dönemi tarihi bir süreç aslında. Bu dönem, ABD’nin gerilemesinin resmileştiği ve iç-dış siyasetini buna göre...

ABD Başkanı Barack Obama’nın ikinci dönemi tarihi bir süreç aslında.

Bu dönem, ABD’nin gerilemesinin resmileştiği ve iç-dış siyasetini buna göre belirlediği bir dönem olarak tarihe geçecek.

Dünya bugün, Amerikan Emperyalizmi’nden kurtuluş aşamasında.

Ama bu, öyle sanıldığı kadar şen şakrak bir geçiş sayılmaz.

Çünkü büyük bir devlet, dehşet dengelerinin belirleyici olduğu bir kurgudan, her dönem savaşın söz konusu olduğu bir bölgeden çekilirken, yerine büyük anaforlar bırakıyor.

Küresel vahşi kapitalizmin ve çılgın nüfus artışının kaynakları yok etmesi bir yana.

Tarihe meraklı olanlar, bunu Roma İmparatorluğu’nun, Osmanlı’nın, Büyük Britanya’nın çöküş dönemlerinden bileceklerdir.

Ortadoğu’da herkes artık hesabını ABD sonrası döneme göre yapıyor.

Pardon bir tanesi hariç; Türkiye.

İRAN, ABD VE AVRUPA DESTEKLİ İSRAİL’E KARŞI

Neyse Türkiye’yi şimdilik bir yana bırakalım asıl meseleye bakalım.

Irak’ın işgaliyle başlayan son 10 yıllık dönemin asıl belirleyicisi, bölgedeki İsrail-İran çekişmesi.

İran, ABD ve Avrupa destekli İsrail’e karşı, Rusya-Çin ve Şii ittifakı ile büyük bir cephe oluşturmuş durumda.

George W. Bush’un son derece aptalca hamlesiyle ve 1,5 milyon kişinin ölümü pahasına Irak’ın işgali, İran’ın elini güçlendirdiği gibi, nükleer güç olma çabalarını da hızlandırdı.

Hali hazırda süren nükleer faaliyetlerini Saddam’ın asılışıyla artıran İran, Rusya ile işbirliği yaptı.

Bölgedeki tek nükleer güç olan İsrail, bu süreci diken üstünde izledi.

ABD ile birlikte küçük operasyonlar da yaptı.

İranlı bilim adamları öldürüldü, bazı tesisler sabote edildi.

Sürekli bir saldırı tehdidi açık bırakıldı.

Suriye’ye saldırı da bu paketin bir unsuruydu.

Hatta belki Mısır’daki gelişmeleri de (bugünkü sonuçlarını ayırarak) buna katabiliriz.

Çünkü İsrail, Obamalı bir Amerika’ya güvenemeyeceğini baştan fark etmiş, kendine yeni müttefikler aramaya başlamıştı.

Tüm dünyada Batı eksenli El Kaide terörünün hamisi ve finansörü Suudi Arabistan ilk akla gelendi. (1)

İsrail ile Suudi Arabistan temasları hep gizli oldu. Ta ki, Suriye’nin ateşe verilmesinin mimarlarından olan (Feltman-Bender Planı) Suudi İstihbarat Şefi Bender Bin Sultan’ın geçen haftalarda MOSSAD Başkanı Tamir Pardo ile açıktan görüşmesine kadar.

Bu görüşme Riyad’da büyük tepki yarattı.

Ürdün’ün Akabe kentindeki toplantı, Veliaht Prens Salman Bin Abdülaziz’in sert tepkisine yol açtı.

Bender’in, Ağustos ayında Suriye’deki kimyasal saldırı fiyaskosuna bir de MOSSAD ile açıktan görüşme rezaletini eklemesi Suudi Hanedanı’nda öfke yarattı.

Öyle ya, hem Selefi, Cihatçı El Kaide, Irak İslam Şam Devleti gibi köktendinci seri katilleri destekleyeceksin, hem de MOSSAD’ın emirlerine tabi olacaksın.

Bender, Ağustos sonrası kendini açıkta bırakan Obama’ya karşı bölgede yeni müttefikler arayacaklarını da söylemiş, bu fevri tavrıyla da dikkatleri üstüne çekmişti.

Bender’in telaffuz ettiği müttefiklerden birinin, İran’ın nükleer programına ilişkin önceki günkü Cenevre görüşmelerini sabote eden Fransa olması (diğeri de Pardo ile görüşmesinin yer aldığı Ürdün) şaşırtıcı değil.

ABD ile İran arasında belirgin yumuşama sinyalleri sonrası yeniden başlayan görüşmelerde süreci tıkayan Fransa’nın Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, “budalaca bir anlaşmanın parçası olmayacaklarını” söylemiş.

E “Avrupalıyız” deyip de sonuçta İsrail-Suudi aparatı olan bir yönetimden de bu beklenir.

Kredi notu AA+’dan AA’ya inen bir zavallı ülke olarak Fransa demek Arap şeyhlerinden ve İsrail’e yakın finansörlerden medet umar hale düşmüş.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani de bu gelişmeler üzerine "Kırmızı çizgilerimiz olan halkımızın meşru haklarından vazgeçilmesi söz konusu değildir" açıklamasını yaptı.

Suudi Arabistan da boş durmadı, gidip Pakistan’dan atom bombası almaya çalıştı.

En azından Amerikan ve İngiliz basını bunu iddia etti.

İRAN’IN GÖZÜNÜ KORKUTACAK BİR GELİŞME

Batı basını, Suudi Arabistan’ın Pakistan ile nükleer silah sevkiyatı konusunda gizli anlaşmaya vardığı haberleri verildi. Buna göre Suudiler Pakistan’dan parasıyla atom bombası satın alacaktı. Hatta parasını da vermişti bile.

Eğer haberler doğruysa bu, hem İran’ın gözünü korkutacak bir gelişme, hem de ABD’ye tavır alan Riyad yönetiminin gizli faaliyetlerini açığa vuracak bir hamle.

Kendi ülkesinde sosyal reform yapmaya çalışan bir Barack Obama’dan umudunu yitiren İsrail ve Suudi Arabistan, İran düşmanlığında kucaklaşıyor, Suriye’de sırt sıvazlıyor.

Fransa ve Ürdün de bu gayri meşru ilişkiye yataklık yapıyor. Zaman zaman İngiltere de devreye sokuluyor.

ABD’nin (Çin bahanesiyle) boşalttığı ağırlık, bu ittifakla doldurulmaya çalışılıyor.

Türkiye ise Mavi Marmara ile İsrail’e, Mısır’daki Müslüman Kardeşler’i satışa getirmesiyle de Suudi Arabistan’a mesafeli konumda.

Hala ABD’den medet umar bir hali var.

Mesela Barzani ile petrol doğalgaz anlaşmaları yapan hükümet, Washington’un yol göstermesiyle Bağdat ile arayı düzeltmeye çalışıyor.

Davutoğlu, Bağdat’a, kısa bir süre öncesine kadar düşman gördüğü “Şii” Başbakan Maliki’yi Ankara’ya davet etmeye gitti.

Barzani ile taksit taksit Kürdistan’ı kurmak belki AKP’de rahatsızlık yaratmaz ama Bağdat bunu kabul etmez. Umarsız bir çaba gibi görünüyor.

Bizimkiler, İran konusunda da yine Amerika’ya bakarak eksen belirliyor.

Ruhani – Obama arasında hafif bir yumuşama oldu, İran Dışişleri Bakanı Ankara’ya geldi, “sıcak mesajlar alındı verildi”.

Ama büyük resme baktığımızda, bir (Mısır’ı da katabiliriz) Arap-İran dinamiği ile, Körfez Monarşileri – İsrail ittifakının giderek karşı karşıya geldiğini görüyoruz.

ABD, Rusya ve Çin giderek bu denklemden uzaklaşıyor. Uzaktan denetliyor.

Onlar oyunu kendi sahalarında ve kriz/ekonomi ağırlıklı kabul etmeye meyilli.

Krizi önleyici rol oynuyorlar.

Ancak İsrail-Suudi ikilisi bölgede gerçek bir tehlike.

“İran ile sakın anlaşmayın” diye Cenevre’de ABD, Fransa, İngiltere, Rusya ve Almanya liderleriyle telefon görüşmesi yapan aşırı sağcı Binyamin Netanyahu’nun tehditleri savaşa kadar uzanıyor.

İsrail Ekonomi Bakanı Naftali Bennet de, ABD Kongresi’ni İran nükleer programına ilişkin olası bir anlaşmayı onaylamamaya ikna etmeye (tehdit?) çalışacağını açıkladı.

El kaide ve Taliban ile mahvettiği Pakistan’dan atom bombası alma peşindeki gözü kanlı bir Suudi Arap monarşisini de denkleme katın, İran’ın neden nükleer programına ve silahlanmasına hız verdiğini anlayacaksınız. (2)

(1) İngiliz The Guardian gazetesi, Riyad’ın, eylül sonlarında kurulan ve 43 grubu birleştiren “Ceyş al-İslam” (İslam Ordusu) adlı bir silahlı örgüt üzerinde odaklandığını belirtti. Suudi Arabistan’ın, çabalarını Suriye muhalefetine taze kan vermeye ve Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrilmesini sağlamaya yönlendirdiğini ifade eden gazete, İslam Ordusu’nun gelecekte 5 ile 50 bin savaşçıya sahip olabileceğini, örgüte El Kaide bağlantılı “Irak ve Levant İslam Devleti” ile Al Nusra Cephesi gibi grupların dahil olduğunu vurguladı. Bu da Suriye’de İsrail ve S. Arabistan’ın ne denli ortak bir tutum içinde olduklarını doğrular bir gelişme.

(2) Russia Today, 09.11.2013 “Iran has launched the production line of high-precision surface-to-air (SAM) missiles which would be able to destroy cruise missiles, bombers, drones and helicopters at medium range.”

Hüseyin Vodinalı

Odatv.com

israil suudi arabistan İran arşiv