Dünyadaki savaşların kaynağı nerede aranmalı

Uluslararası yasalar yapılır, adına “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” denir. Bazı günler oluşturulur, adına “Barış Günü” denir. Kitaplar yazılır...

Uluslararası yasalar yapılır, adına “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” denir. Bazı günler oluşturulur, adına “Barış Günü” denir. Kitaplar yazılır, başlık olarak “Adalet” ya da “Özgürlük” sözcükleri kullanılır. “Dürüst Davranma Koşulları” konulu konferanslar düzenlenir. Bu tür aktiviteleri gördüğümde, kafamda ilk belirlenen algılama şu oluyor: “Demek ki toplumda bunların eksiklikleri var.” Barış Günü söylemi de bende böyle bir çağrışım yapıyor.

1 Eylül Hitler faşizminin Polonya’yı işgal ettiği gündür. Birleşmiş Milletler’in kabul ettiği Uluslar arası Barış günü ise 21 Eylül’dür. 21 Eylül günü, dünya çocuklarının biriktirdikleri bozuk paralarla Japonya tarafından yapılan ve üzerinde “Çok Yaşa Mutlak Barış” ibaresi yazılı Barış Çanı Birleşmiş Milletler Merkezi’nde çalınır. Nasıl olsa uyulmadığına göre, yılda bir gün yerine iki günü Barış Günü olarak kutlamak fazla bir şey ifade etmez; bu sistemde 365 gün Barış Günü olsa ne yararı olur ki!
Fransız devriminin insanlığa armağan ettiği “eşitlik, özgürlük, adalet” kavramları gibi Barış Günü söylemi de sözde kaldı, kalmaya da mahkûmdur. Zaten, bir duygu ya da isteğin ifade edilmesi, onun olmadığının açık kanıtıdır. Aksi halde, böyle bir talebin dillendirilmesinin gerekçesi olmaz. Hasta olamayan bir organımızın varlığını hisseder miyiz?

Dünya düzeni sosyalist enternasyonal sistemine değil, kapitalist ulus devletler düzenine göre şekillen(diril)miştir. Yönetim (devlet) sistemi, din, dil vs ne olursa olsun, insanları bir arada toplayan ve diğer kümelerden ayıran her yapı, içinde olduğu kadar arasında da çatışmacı potansiyel taşır. Çatışmanın nedeni başat olarak ekonomik (maddi) çıkar olduğundan, aşılmasının tek yolu da, hiç değilse temel ekonomik gereksinimlerin karşılanmasının kolektifleştirilmesidir. Gereksinimlerin farklı karşılanma yöntemleri bizi sistem sorununa götürür. Hal böyle olunca, barış veya çatışma sistem bağlamında tartışılması gereken bir konu olarak karşımıza çıkar.

Dünyamız giderek ağırlaşan bir kriz dalgası altında kapitalist ulus devlet yapılarından oluşmuştur. Kapitalist sistemin özündeki paylaşımsızlık patolojisi kriz dönemlerinde iyice yoğunlaşır ve çevreye yayılır. Neoliberalizm, sermayenin insana saldırısını yoğunlaştırırken, küreselleşme de bu yoğunlaşmayı çevreye daha da koyulaştırılmış olarak yaymaktadır.

Çevrenin sıkışması çatışmalarda yükseltme potansiyeli oluşturmaktadır. Ne ilginçtir ki, böylesi sıkıştırılmış bir ortamda alt kimlikleri öne çıkararak sorunu çözmeye çalışıyoruz. Siyasetçiler, emperyalizmin ve burjuvazinin korkulu rüyası olan sınıf bilincini uyandırmadan, alt kimliklerin tanınması ile (o da gerçekleştirilmiyor ya!) giderek yükselen sosyal çatışmaya çare üretmeyi ummaktadır. Bu ne gaflettir ki, alt kimlikler üzerinde pazarlık yapılamayacağı gibi, gasp edilen alt kimlikler çiğnenen ekonomik ve sosyal hakların hiçbir şekilde tavizi de olamaz. Lütfen bir düşünelim, acaba emperyalizmin niçin Kürt halkının bilincine kurtuluşun alt kimliklerde özgürleşmesi ile sağlanabileceğini sokmakta, hatta Kürt halkına bu yolla özgürleşmesinin Türk halkını da özgürleştireceğini papağan gibi ezberletmektedir. Alt kimlikler temel haklardır. Ekonomik haklar ise insan hakları kategorisindedir. Temel haklar insan haklarının telafi unsuru olamaz.

Kürt ve Türk halklarının (özellikle emekçiler) özgürlüklerinden yoksun olmaları, farklı alt kimlik koşullarında bulunmalarından değil, aynı ekonomik koşullarda bulunmalarından kaynaklanmaktadır. Emperyalizmin tetiklediği siyasilerimizin basiretsiz – belki de güdülü – manevralarıyla halklar çatışma içine itilmektedir. Barış Günü, acaba bizlere, birbirimizin alt kimliklerimize – temel haklarımıza - saygılı olarak, özgürlüklerimizin kısıtlanmasının sistemden kaynaklandığı bilinci ile, sınıf tabanında birleşip, bizleri tetikleyen ve sömüren emperyalistlere ve içerideki burjuvazi ve siyasi uzantılarına karşı mücadeleye yönelterek gerçek özgürlüğümüze kavuşmayı öğretemez mi! Barış güzel ve ulaşılması hedeflenen bir amaçtır, ancak barışı sağlayan kalkış kesinlikle barışa öncüldür.

Prof. Dr. İzzettin Önder

Odatv.com

arşiv