Dolar ve Euro’daki düşüş kalıcı mı

Son dönemde TL’de yaşanan değer kazancı ya da popüler dille söylersek dövizdeki düşüş kalıcı olabilir mi?

Son dönemde TL’de yaşanan değer kazancı ya da popüler dille söylersek dövizdeki düşüş kalıcı olabilir mi?

Soruyu yanıtlamak için, öncelikle TL’deki değer kaybının nedenlerini ortaya koyup, sonrasında da bu nedenlerin halen geçerli olup olmadığını sorgulamamız gerekiyor.

En önemli neden, ekonominin gerek üretim gerekse tüketim açısından ithalata olan bağımlılığı. Bu durum -ihracata yönelik sanayileşme adı altında 24 Ocak 1980’de girdiğimiz, Dâhilde İşleme Rejimi uygulaması ile pekiştirip, İngiliz Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt’ın “Türk tuzağı” olarak nitelediği, 1995 tarihli Gümrük Birliği Antlaşması ile çıkış yollarını kendi elimizle tıkadığımız- serbest piyasacı, küreselleşmeci siyaset çizgisinin doğal sonucu aslında. 2000-2001 yıllarında yaşananları, Kemal Derviş’in moderatörlüğü, Ecevit, Bahçeli, Yılmaz’ın siyasi sorumluluğunda gerçekleştirilen “uluslararası tahkim”, vb. katkıları ve tabii ki 16 yıllık AKP iktidarının, ekonominin dış etkilere karşı dayanıklılığını bütünüyle yok eden sat sav, günü yaşa uygulamalarının payını da unutmamak gerekiyor şüphesiz ki.

Ekonominiz ithalata bağımlı olunca; ekonominiz büyürken yani üretim ve tüketiminiz artar işsizlik azalırken ithalatınız da artıyor. İthalatın artması, ithalat yapabilmek için daha çok yabancı paraya yani dövize ihtiyaç duymanız anlamına geliyor. Eğer ekonominiz söz konusu ithalat için gerekli yabancı paranın tamamını, mal ve hizmet ihracatı, turizm, yurtdışı müteahhitlik, vb. yolla sağlayamıyorsa, cari dengeniz bozuluyor. Cari denge bozulup cari açık vermeye başlayınca, ithalat yapabilmek için ihtiyaç duyduğunuz yabancı parayı da yurt dışından bulmak, yabancının malını almak için yabancıya borçlanmak durumunda kalıyor, yabancının malı yanı sıra parasına da muhtaç duruma geliyorsunuz. Borçlandıkça daha çok faiz ödemek, dışarı kaynak aktarmak, borçlarınızı döndürebilmek için her geçen gün daha çok borçlanmak zorunda kalıyorsunuz.

BATAN GEMİNİN MALI MİSALİ İHRACATINIZ ARTIYOR

Ancak bu durumu sonsuza kadar sürdürmek, elin yabancısından istediğiniz kadar ve istediğiniz koşullarda borç alabilmek de o kadar kolay değil. Bunun için bir yandan, gelecek paraya her seferinde daha yüksek bedel yani faiz ödemeyi göze almanız, diğer yandan, para verenleri/verecekleri cari açığın borç verenlerce kabul görecek sınırlara çekilmesini sağlayacağınıza, yani borçlarınızı zamanında ödeyebileceğinize ikna etmeniz, ekonomide daralmayı, krizin yükünü sıradan vatandaşa ödetmeyi kabul etmeniz gerekiyor.

Bunları yaptığınızda, ekonominin durumuna ilişkin algı görünüşte de olsa değişiyor, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Başkanı’nın da söylediği gibi, kritik durum kontrol altına alınmış oluyor. Bir yandan ithalatınız azalır, ithalat yapmak için ihtiyaç duyduğunuz döviz miktarı düşerken, diğer yandan paranız değer kaybettiği için, batan geminin malı misali ihracatınız artıyor, 3 kuruşa cennette tatil yapmak isteyen ucuzcu turistler ülkenize yeniden gelmeye başlıyorlar, sonuç olarak cari açığınız azalıyor. Eş zamanlı olarak, faizleri de artırıp, ekonomiye az da olsa yeni kaynak -borç, sıcak para, ne derseniz deyin- girişini sağladığınızda, paranızın değer kaybının gerçek nedeni olan dışa bağımlılık sorununda herhangi bir iyileşme olmaksızın, ulusal paranızın kısmen de olsa değer kazanmasını sağlamış oluyorsunuz.

Şüphesiz ki bu konuda, piyasa kanallarında, akademisyen, ekonomist, vb. adlar altında sahne alan, gerçeği gizleyip, istediklerini gösterme konusunda uzman piyasacıların katkısını da küçümsememek gerekiyor. Onların yadsınamayacak katkılarıyla, paranızın, bir yıl öncesine göre halen yüzde 30’a yakın değer kaybetmiş durumda olduğunu, bu gün alınan yüksek faizli borcun faturasının da, yarın sizin tarafınızdan ödeneceğini göremez hale getiriliyorsunuz. Hal böyle olunca, asıl sorun yani ekonominin üretim, tüketim ve parasal kaynak açısından dışa bağımlılığı sorunu, üstelik de başlanılan noktaya göre daha da ağırlaşmış olarak yerli yerinde duruyor olsa da, siyasiler ve piyasacılar açısından amaç gerçekleşmiş, “kriz büyük ölçüde ve büyük bir başarı gösterilerek atlatılmış” oluyor.

SON 40 YILDIR BORÇ PARAYLA ÖDÜNÇ REFAH

Sorun siyaseten atlatılmış gibi görünse de gerçekte yerli yerinde durduğu için, bu “müthiş başarı” kaçınılmaz olarak işsizlik, ücret ve karlarda aşınma ve seçmende memnuniyetsizlik gibi sorunları da beraberinde getiriyor.

Bu durumda, “siyaseten kalıcı olabilmek” için 40 yıldır istisnasız tüm iktidarların yaptığını bu kez sizin yapmanız, yaşananların suçunu başkalarına atarak ve ekonomik ve siyasi bedelinin çok daha yüksek olacağını bilerek, ekonominin yeniden büyümesini sağlamanız, büyümek için yeni borçlar almanız, borç parayla ödünç refah sürecini, bu kez ne kadar süreceğini bilmeksizin yeniden başlatmanız gerekiyor.

Bu kapsamda söylenmesi gereken diğer bir şey, yaşananlarda siyaset kurumunun sorumluluğunun büyük olmasının, sıradan insanların sorumlu olmadığı ya da masum oldukları anlamına gelmeyeceği. Daha da açık ifade edersem, yaşanalar ve yaşanacaklar konusunda tüm sorumluluğu siyaset kurumuna atarak ve son 40 yıldır borç parayla ödünç refah ya da bolluk yaşadığımızın sanki farkında değilmiş gibi davranarak yani 40 yıldır yaptığımız gibi masum mağdurlar rolünü oynamaya devam ederek gelecek kuşaklara yönelik sorumluluklarımızdan kurtulamayacağımız.

Şimdi gelelim, baştaki sorumuzun yanıtına yani TL’deki değer kazanımının kalıcı olup olmayacağı sorusuna. Bu kez yanıtın, yalnızca bizim irademiz yani önümüze konulan koşulları kabul edip etmememize ya da AB ve ABD Merkez Bankalarının faiz artırıp artırmadığına bağlı olduğu kanısında değilim. Niçin böyle düşündüğümü anlamak için, kendi sınırlarımızdan ve dar gündemimizden çıkarak 2007 krizinden bu yana dünyada neler olduğuna, neler konuşulduğuna daha yakından bakmamızın yeterli olacağını düşünüyorum.

Ahmet Müfit

Odatv.com

ahmet müfit dolar euro arşiv