Dış politikadaki çöküşün şifreleri

AKP Hükümetlerinde Dışişleri Bakanlığını dört isim üstlendi. Abdullah Gül’ün kurduğu hükümette ilk olarak meslekten gelen bir milletvekili, E....

AKP Hükümetlerinde Dışişleri Bakanlığını dört isim üstlendi. Abdullah Gül’ün kurduğu hükümette ilk olarak meslekten gelen bir milletvekili, E. Büyükelçi Yaşar Yakış görev aldı. Sonra da Abdullah Gül ve Ali Babacan Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturdu.

Adı geçen üç bakan döneminde de Türk dış politikası büyük ölçüde geleneksel olarak yürütüldü. Dışişleri bürokrasisi devredeydi. ‘Fabrika ayarları’ ile pek oynanmadı. Öyle ki, örneğin yaklaşık dört yıldır genel başkan yardımcısı olarak da halef-selef olan, ana muhalefet partisi CHP’nin dış politikasını yürüten kurmaylar Osman Korutürk ve Faruk Loğoğlu bile AKP’nin ilk dönemlerinde Dışişleri bürokrasisinde önemli misyonlar yerine getirdiler.

Peki, sonra ne oldu? Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin dış politika dümenine geçmesi ile ne olduysa oldu!

Bu dönemde gerçeklerden kopan ve hayal denizinde yüzmeye başlayan Türk dış politikası ilk olarak direnç göreceğini düşündüğü Dışişleri bürokrasisini büyük ölçüde devre dışı bıraktı. Hatta, geçen yıl çıkarılan torba yasa ile istisnai büyükelçilikleri amacından saptırarak çoğalttı ve hayal dünyasına uygun isimleri ekibine kattı. ‘Yeni Osmanlı’ rüyası ile gücünü abartarak tehlikeli eğilimlere yöneldi. Bırakın ümmetçiliği, çok daha tehlikeli biçimde mezhepçi yaklaşımlara girişti. Bunun sonucunda IŞİD gibi örgütlere kadar içli dışlı olmadığı yapı kalmadı. Vekalet savaşlarına yönelerek Türk dış politikasının hiç sapmadığı yollara girdi. Suriye’deki iç savaşta ve Mısır, Irak gibi ülkelerdeki iç ihtilaflarda taraf olmayı yeğledi. İşi iyice ileri götürerek Bulgaristan’daki Türklerin siyasi örgütlenmesinde bile tefrik edici pozisyon aldı.

Bütün bu süreçler Erdoğan-Davutoğlu kontrolündeki son dört beş yılın Türk dış politikasını tanınmaz hale getirdi. İstikrar yerine istikrarsızlık egemen oldu. İstikrar içinde güçlenen ve adım atabilen Türkiye, istikrarsızlıktan medet umarken adım adım batağa saplandı. IŞİD’in Musul’daki başkonsolosluğumuzu basarak başkonsolos da içinde olmak üzere 49 kişiyi rehin alması adeta içine girilen batağın son noktası oldu. Tarihimizde rastlanmadık karanlık bir sayfa olarak kayda geçti. Bu kara sayfanın kuşkusuz kaynağında mezhepçi politika adına, Şii Maliki’nin izolasyonu ve Sünnileri destekleme adına birkaç yıldır IŞİD gibi İslamcı örgütlere verilen destek rol oynadı. IŞİD, sadece ve sadece Musul baskınından sekiz gün önce adeta ‘lütfen’ terörist ilan edildi.

Ankara, bu süreçte ilk olarak Şam’la, giderek Kahire ve Bağdat’la ipleri kopardı. Bu iplerin kopmasında Irak ve Suriye’de mezhep faktörü, Mısır’da ise ‘Müslüman Biraderlik’ faktörü baskın geldi. Suriye politikasında Batılı müttefiklerle bile farklılıklar yaşandı. Batı, cihatçı örgütlere karşı mesafeli ve tedirginken, Erdoğan-Davutoğlu ikilisi Şam’ı devirmek için cihatçılardan medet umdu. El Nusra ve IŞİD’le girilen ilişkilere tepki gösteren devlet bürokrasisinden kimi unsurlara bile operasyon düzenlendi. Ama sonuçta Ankara, kendi yarattığı frankeştayna kolunu kaptırdı!

Irak’ın toprak bütünlüğünü savunan Türkiye, sonunda kendi eliyle bu ülkenin üçe bölünmesinin ortamını hazırlarken, Türkmenlerin hamiliğini de -en azından şimdilik- Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ne bıraktı!

Suriye’nin ve Irak’ın üçe bölünmesinin Türkiye’nin politikalarının çöküşü ve adeta kabile ve şehir devletlerine geçisin eşiği olduğunu AKP içinden birilerinin Erdoğan-Davutoğlu ikilisine anlatamaması da çok fena ve dış politikadaki çöküşü hazırlayan ciddi bir faktör. Fren sistemi olmayan bir otomobil gibi AKP’nin dış politikası!

Özellikle son dönemde izlenen politikalarla bölgenin kaybedenlerinden birisi de maalesef Türkiye oldu. Bu enkazı temizlemek de zor ve yıllar alacak adımlar gerektirecek. Türkiye, Ortadoğu’nun sözü geçen en önemli ülkesi iken, bu alanda rekabet ettiği İran ise bölgenin kazananı olmuştur. Kısa vadede bölünmesi an meselesi olan Suriye ve Irak’a yazık olmaktadır. Eşit yurttaşlık, demokrasi ve insan haklarına saygı temelinde bölgenin güçlü ülkesi olan Türkiye’nin ne yapması gerektiğini yakın geçmişi göstermektedir. Ne yapmaması gerektiği ise yukarıda belirttiğim gibi özellikle son üç dört yıllık politikalarında kendisini net bir şekilde göstermiştir.

Muzaffer Ayhan Kara

Odatv.com

Davutoğlu Erdoğan arşiv