Diriliş Ertuğrul'daki sahneler ne kadar gerçekçi

Kayı kadınlarının kilim dokuyup obaya gelir sağlamalarının işlenmesi çok iyi. Ama şunları da görsek daha güzel olmaz mı?

DİRİLİŞ/ERTUĞRUL tv dizisi üzerine 3 Ocak’ta, yayınlanan yazımda, hiçbir diziyi izleyemediğimi “mazeretim var” diyerek açıklamaya çalışmıştım.

Ama TRT’nin 2 sezon reyting rekorları kıran dizisi üzerine, - yarım yüzyıl önce, “ALTAY’DAN GELEN YİĞİT/KARAOĞLAN” filmiyle Türk milletinin küllenmeye bırakılmış “Türklük” harsını yeniden ateşleyen biri olarak – birşeyler söylemek zorunda hissettim kendimi…

Çünkü, TRT, iki sezonu büyük başarıyla önde götüren “DİRİLİŞ/ERTUĞRUL” dizisiyle, Oğuz Türklerinden Kayı Boyu’nun da Anadolu içlerine yerleşmelerini anlatıyordu. Ağabeyi Gündoğdu Bey, kendine bağlı oba beyleriyle, anayurdu Horasan’a dönmeye karar verince, Ertuğrul Bey de annesi ve küçük kardeşi Dündar ile kendisine bağlı oba beylerinin başlarına geçip Anadolu içlerine yürümeyi yeğlemişti. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın hoşgörüsüyle de Ankara yakınlarında Karacadağ yöresinde konaklamıştı…

Tarih, dönem, tam bizim KARAOĞLAN’ın Cengiz Han ile çekişip Türkleri ve tüm yoksul budunları Moğol atlılarının hışmından korumaya çalıştığı günler. 1200’lü yıllar…

ERTUĞRUL GAZİ, “bobin”i biraz geri sarsa, bir kavgada Karaoğlan’la tanışacak. Birlikte “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!” diye nârayı basıp yağıya (düşmana) kılıç üşürecekler. zafer sonrası da, Bamsı Beyrek ile Balaban bir sofrada kaz yeme yarışı yapacaklar nerdeyse…

Durum böyle olunca, senarist ve uygulayıcı yapımcı genç meslekdaşım Mehmet Bozdağ, sanki benim kaldığım yerden, hem de, daha büyük imkânlarla Türklerin Anadolu’ya yerleşip, büyük bir imparatorluğun başlangıcını anlatmaya başladıysa.

Yine genç meslekdaşım yönetmen Metin Günay bu çekimi çok zor diziyi..Biri öbüründen başarılı oyuncularla çok iyi götürüyorsa.

Benim de, “mazeretim var” bahanesiyle seyirci kalmam doğru olmazdı. Her ne kadar ak sakallı değilsem de, kafa kâğıdımın yeterince eskimiş olmasını fırsat bilip “Dede Korkut” olmaya ve gençlere - teknolojideki üstünlüklerine saygı duyarak- bir iki öğütte bulunmaya karar verdim.

“DEDE KORKUT OLMAYA KARAR VERDİM” demekle bitmiyor bu iş. 3’üncü sezonuna başlamış 72’nci Bölüm’e gelmiş bir dizi üzerine nasıl ahkâm keseceksin

Girdim İnternet’e... Gülmeyin, lütfen. Bilgisayar tuşlarında harfler arayan bir Dede Korkut elbette komik ama. Yaptığımız iş ciddî. Ciddiyet ister…

İlk fragmanlarda, başları açık, “Leylâ’lar gibi” saçlarını rüzgarda uçurarak at üstünde üstümüze gelen kahramanlarımızı görünce. Atlı Spor Kulübü’nden çıkmış zengin çocuklarının bu dizide işi ne dedim, soğuk bir duş yedim…

Sonra, başı açık ama silme savaş giyimli Engin Altan Düzyatan’ın, sağ elinde kama, sol elinde kılıç resmini görünce. Bu kez ben kendim yüzüme su çarptım.

“Sıkma tatlı canını, dedim, genellikle, starlar yakışıklılıkları maskelenmesin diye, yüz güzelliklerini süsleyen saçlarını örten miğfer, kalpak, börk gibi serpuşlardan pek hoşlanmıyorlar.

Cüneyt Arkın’ın “Kara Murat” filmlerini hatırlasana” dedim kendi kendime. “Fatih’in sevgili fedaisini, hiç başında sarık, külah, takke gibi serpuşla gördük mü? Üstüne üstlük, bıyıksızdı da.

Diriliş Ertuğrul'daki sahneler ne kadar gerçekçi - Resim : 1

(Benim KARAOĞLAN da bıyıksız ama yaşı küçük. Babası BAYBORA, uzun saçları, sarkık bıyıklarıyla tam birUygur Türk’üdür. Mekânı cennet olsun, Barış Manço ona özenmişti ama, yüzükleri, küpeleri, takıları dışında..)

Ünlü aktör Mel Gibson da, Cüneyt’ten görmüş olacak ki, Oscar aldığı “Cesur Yürek” filminde,

İngiltere’ye karşı bağımsızlık savaşı veren İskoç

kahramanı rolünde, başı açık oynamıştı. Savaş sahnelerinde, herkesin başında miğfer, kask vardı, o hariç (!)… (Filmin son sahnesinde, ölürken, yüzü sinekkaydı traşlıydı, iki günlük bile sakal yoktu yüzünde.)

(Söz Cüneyt Arkın’dan açılmışken, aramızda geçen ilginç bir çekişmeyi anlatmak isterim. Hem ilginç hem eğlencelidir.

Diriliş Ertuğrul'daki sahneler ne kadar gerçekçi - Resim : 2

İlk KARAOĞLAN filmini çekmek için yola çıktığımda, ilk işim, Karaoğlan rolünü oynayacak, Yeşilçam dışından, tanınmamış bir genci aramak oldu. Bu amaçla “ARANIYOR!” diye 2 metrelik bir afiş bastırıp büyük şehirlerin duvarlarını bu afişlerle donatmıştım.

Ayrıca gazete ilanları da tabii…

AKŞAM gazetesindeki resimli-roman kahramanım o kadar sevilmişti ki.. Yeşilçam’ın bütün starları oynamak istyorlardı. Ben de “Altay’dan Gelen Yiğit”in daha önce görülmedik bir yüz olmasını istiyordum.

Akademi’den ve Bab-ı Ali’den tanışım Ayhan Işık’ı,

“Sen bıyıklarını kesmezsin.” Diye atlattım.

“Ağam yaa. Kapkara karşında duruyorum, sen gitmiş KARAOĞLAN arıyorsun” diyen Yılmaz Güney’e.. “Yılmaz’cım, resim tutmuyor. Sen “Çirkin Kral”sın, Karaoğlan dünya güzeli, 23 yaşında bi tıfıl oğlan!..”

Ama, en çok üstüme düşen, Karaoğlan’ı gerçekten oynamak isteyen “star” Cüneyt Arkın olmuştu. Önce menacerini gönderdi, olmadı. Araya dostlar koydu, yine olmayınca geldi beni buldu…

Dedim ki: “Cüneyt’cim, sen Avrupaî bir tipsin. Bir Alain Delon- Marcello Mastroianni kırmasısın. Bana tatar suratlı biri gerek”.

Bu “kırma” deyimine çok bozulmuştu (Oysa ne güzel bir kompliman..) O öfkeyle gitti, Medrano sirkinde cambazlıklar.. at binmeler öğrendi. Ve Yeşilçam’da, Malkoçoğlu.. Kara Murat olarak müthiş

bir çıkış yaptı kariyerinde.

Emel Sayın’ın bir TV programında, ona dert yanıyordu:

- Emel Hanım, bana “kırma” dedi. Dikkat edin karma değil, kırma, diyor

Şimdi birbirine saygılı iki can dostuyuz.)

***

DİRİLİŞ/ERTUĞRUL.. 60. BÖLÜM..

Tuğ töreni.. Çok başarılıydı. Gerçeğin ta kendisi gibiydi. Ama, Kayı Boyu’na Beğ’lik yarışında, ağabeyi Gündoğdu Beğ’e rakip olmaya karar veren Ertuğrul’un oy toplamak için komşu obalara gidip kendisine oy vermelerini istediği Alp Yiğitler’e konuşma sahnesi ilginçti. Atını şahlandırması güzeldi ama… Sol eliyle, sürekli kılıç sallaması, Ertuğrul Gazi’nin “solak” olduğu iddiasını pekiştiriryordu.

Bu da, seyircinin dikkatini çekiyor, konuşmanın etkisini azaltıyordu.

TOY TOYLAMA öncesi, Gündoğdu Beğ’in, kendisine oy vermeleri için, diğer oba beylerine rüşvet dağıtması hoş olmadı. Ne kadar gerçek? Kesin belge olmadan, -dizide entrika da olsun diye, bir ünlü kişiyi “karalamak” doğru değil.. Tarihle fazla oynamamak gerek…

Gündoğdu Beğ “Kayı Boyu Beyi seçildikten sonra bunu millete duyurmak için çıkarılan “tellal” sahnesi de oldukça cılızdı. Tellal dediğin, atlı olur, develi olur, atın, ya da devenin iki yanına kurulu kösler (davullar) vurulur.. Tellal, topuzu köslere vura vura seçim sonucunu halka duyurur. (İlk KARAOĞLAN filminde böyleydi.) Bu dizide Tellal, sadece elindeki sopayı sallayarak halk arasında dolaşıyor.. İşin garibi, halk olacak figüran, tellalı dinlemiyordu bile.

Onlara, sağdan sola, soldan sağa yürüyeceksiniz, denmişti sadece.

Ve alanda, eli boş dolaşan halktan başka, ne geçen bir deve vardı, ne de yüklü bir eşek… Halkın elinde neden hiçbir eşya yok?

Erkekler sırtta çuval, kadınlar kucakta bohça taşımalı.. Ve hatta, sırta bağlı bir kundak bebesi.. Uzakta geçen bir keçi sürüsü. Ocak dumanları. Koşuşan ufak çocuklar ? ( Yardımcı yönetmen işi bunlar!)

Deve, o zamanın en önemli taşıt aracıydı.

Göçebe Türklerin evleri (yurtları, çadırları) sökülür, kumaşlar derlenir, uzun sopalar toparlanır, tavan işlevi gören kasnak en üste konacak biçimde deveye yüklenirdi. Oba sahnelerinde de, pek deve, çoban köpeği, kaz, tavuk göremedik.

Şimdi, yapımcı kardeşimle yönetmen kardeşim:

- Yaa, Suat Hocam, diziyi Riva’da çekiyoruz. Burada deve ne gezer? diyecekler. Ben de onlara derim ki:

- Canım kardeşlerim, gider, Antalya’da, Riva’ya benzer bir yer bulur, 2 çadır arasında bol bol develi planlar çeker gelirsiniz.

- Uzun sahne aralarına serpiştirilecek kısa kısa spotlar.

- Örneğin:

- Kayı kadınlarının kilim dokuyup obaya gelir sağlamalarının işlenmesi çok iyi. Ama şunları da görsek daha güzel olmaz mı?

- Yufka açan bir kadın, sac üstünde bazlama pişiren bir genç kız. Biraz ötede kaynayan koca bir kazandan kepçeyle yaşlılara aş veren bir adam, koşuşan çocuklar, keçi sağan bir kız ve saire. Sahne aralarına serpiştirmek için, bir gece sahnesinde, Obadan uzak bir yerde ateş yakmış ısınan nöbetçi askerlere sıcak dürüm dağıtan bir atlı ulak. Obada, yayık ayranı yapımı meselâ.

Hele, bir de cirit oynayan gençler sahnesi çekilse ne güzel olur. Alplerin talimlerinin yanı sıra.

- DEVE GÜREŞİ. Şimdi tam zamanı, Aydın, İzmir yörelerinde deve güreşleri yapılır. Soğuklarda çekilir, ilerde dizinin bir yerinde bir bahaneyle kullanılır, meselâ…

- Bu küçüklü büyüklü spotlar, Riva’da çekilen sahnelerin aralarına, bir “ara sahne” olarak serpiştirilebilir, derim.

- “Kolaysa gel sen yap” demesinler, ben şimdi Dede Korkut’u oynuyorum. Rolümden de çok memnunum…

3. Sezon başındaki bölümlerde, bizim Kayı Boyu’nu Bilecik yöresine yerleşmiş bulduk. Ertuğrul Bey’e oralarda “uç beyi” gibi yerleşme izni veren Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın bu “ödüllendirmeyi yapmasına neden olan, (Bir tepeden düzdeki savaşı izleyen Ertuğrul Gazi’nin, geri çekilen Selçuklulara yardım ettiği ve savaşın kazanılmasını sağladığı) Moğol-Selçuklu savaşını atlamışız. Biraz yazık olmuş. Sineması olan bir olaydır o.

Bir de, Ertuğrul Bey’in öldüğü (!) sahnede, yurt (çadır) içinde sanki bir şömine vardı alevleri diz boyu yükselen. Alevler resim olarak iyi de mantığı nereye koyacağız? çadır içinde ısınmak için mangal yakar, aydınlanma için ayaklı kandil, şamdan kullanırdık biz!

Konuyu tadında bırakmak için, “uzaktan gazel okumayı” kesip dizinin film müziğinin olağanüstü başarılı olduğunu da belirtelim.

DİZİYE DEVAM. TARİHLE FAZLA OYNAMADAN. İYİ SEYİRLER!

Suat Yalaz

Odatv.com

arşiv