DİLİPAK’A CEVABIMDIR

Abdurrahman Dilipak, dün Vakit gazetesindeki köşesinde oldukça ağır ve cumhuriyet kazanımlarını suçlayan bir yazı kaleme aldı. Yazı, mensup olduğu...

Abdurrahman Dilipak, dün Vakit gazetesindeki köşesinde oldukça ağır ve cumhuriyet kazanımlarını suçlayan bir yazı kaleme aldı.

Yazı, mensup olduğu kitlenin bakış açısını açık biçimde yansıtıyor. Böyle bir yazıyı kaleme almayı da herhalde yüreklilik(!) olarak görüyor olmalı.

Sataşma ve saldırı, yazı yazma biçiminin en kolayıdır. Karşınıza bir “hedef” alır, sürekli taşarsınız. Öyle ki, buna yanıt verilmesi bile, yazının önemini artırır ve ne yazık ki yazının etkisini azaltmaz.

Bu tür yazılara verilecek yanıt ise doğrudan yazarı hedef alıp, onun yazısının yeniden okumasını sağlamaktan daha kapsamlı ve ciddi olmak zorunda.

Kısacası, ya böyle yazılara hiç dokunmayacaksınız ya da somut olgularla yazanı “paçavraya” çevireceksiniz. Ortası tartışmaya girer ki bu çok tehlikelidir.

Bilindiği kadarıyla, Dilipak ve “avanesiKemalizm diye bir ideolojiyi kabul etmez. Ama Dilipak, bu asla kabul etmedikleri ideolojiyi Türkiye’nin temel sorunu olarak ortaya koyuyor ve eleştirilerini bu “minval” üzerine oturtuyor.

Doğal olarak da bu ideolojinin pratikteki iki ayağından birini, artık “sol” ideolojiye sempatiyle bakanlar da dahil, hemen tüm yurtseverlerin eleştirdiği CHP olarak gösteriyor, ikinci ayak ise tamamen savunma haline dönüştürülmüş ordu.

Ayakları artık düşüncelerini taşımakta zorlanan bir ideolojiyi merkez alarak Don Kişot’luğa soyunuyor Dilipak.

Dursa da, böyle bir eleştiri ile “yel değirmenlerine” saldırmayı sürdürse, “amenna”.

Ama tutamıyor kendini, işi Kurtuluş Savaşı’na, daha da ileri gidip, Çanakkale Zaferi’ne kadar götürüyor.

Artık buna “hezeyan” demekten başka söz söylemek mümkün değil. Kalem, beynin tüm kıvrımlarını kağıda dökmeye başladığı anda, sonuç “Üzmez” olayının Türkiye Cumhuriyeti’nin varoluşuna giden bir versiyonuna dönüşür.

Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu topraklarında işgal gücü olarak dolaşmayan SSCB’nin, silah yardımını işgal nedeni olarak gören Dilipak, Yunan, İngiliz, Fransız ve İtalyan güçlerini “misafir” olarak görüyor. Kendiliğinden Anadolu’yu terk ettiklerini söylüyor.

Tarih, nasıl algılamak istiyorsanız o şekilde yeniden yazılabilecek kadar bir esneklik taşır. Bunu Ermeni tehciri olayında da rahatlıkla görmek mümkün. Belgeler ve bilgiler ile tarihi yeniden ve kendine göre yazanların karşısına çıksanız da, Anton Çehov’un kocaman “AMA”sıyla karşılaşırsınız.

Her “ama” ile başlayan cümle, çoğu kez tutarsız bir cümlenin yeniden açıklanmasına aracı olmuştur. İnceleyin, göreceksiniz. Doğruluğu kabul edilen olgularda yanlış yorumlamanın giriş kelimesidir “ama”.

Bu tür yazılara en iyi cevabı verecek olanlar yakın Türk tarihi üzerine çalışmaları olan tarihçilerdir. Ne bana düşer Kurtuluş Savaşı’nın büyük ve benzersiz bir savaş olduğunu anlatmak ne de Dilipak gibilerine düşer bunu küçümsemek.

Ancak, Dilipak yazısında o kadar büyük “hatalara” düşüyor ki, buna tarihçilerin yanıt vermesine bile gerek yok. Atatürk’ü “Duçe’ye, Führer’e” benzetiyor ve aklınca da buna örnekler veriyor.

Oturduğu “yazar” koltuğunun neden İngiliz koltuğu olmadığını sorguluyor.

Sistemin Hitler Almanyası, Stalin Rusyası, Musolini İtalyası olduğunu belirtip, üzerine de biraz Yahudi “sos”u döküyor.

Buyurun size Türkiye Cumhuriyeti...

Ne yazacak buna tarihçiler?

Dilipak’a göre Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar “düvel-i muazzama”.

Bütün bunları şöyle yorumlamak mümkün artık: Sekiz yıldır yürütülen sistem çatırdıyor. Dilipak ve onun gibi düşünenler, AKP’nin yürüttüğü politikaları yumuşak bularak sürekli eleştirdiler ve memnuniyetsizliklerini ortaya koydular.

AB gölgesine sığınanlar ise, işlerin hiç de istedikleri gibi gitmediğini görerek, dümen kırmaya başladılar.

Sokaktaki insan ise açlık ve işsizlik ile burun buruna geldiği için sıkıntısını yüksek sesle dillendirmeye başladı.

Tanrı’nın hep “bazılarına” yardım ettiğini fark edip, dini temsil ettiğini iddia eden partinin “zengin” sınıf yarattığına tanık oldular.

Çırpınışlar çok açık görünüyor.

Çok güvendikleri “İslam ülkeleri” dayanışması gibi bir “ümmet” macerasında başlarına gelecek en ufak sıkıntıda, yanlarında kimseyi bulamayacaklarını da anlamış durumdalar.

Kolay gelsin, demekten başka şey kalmıyor.

A. Mümtaz İdil
Odatv.com

abdurrahman dilipak kemalizm cumhuriyet arşiv