Devrimci marşları hiç böyle okumadınız

Ekrem Ataer yazdı

- Haberiniz var mı Sarı Gelin türküsü Erzurum türküsüymüş ?

- Olur mu ya! Azerbaycan Türküsü...

- Hadi oradan! Bu türkü, düpedüz Ermeni Türküsü ?

- Bi dakka, bi dakkaa, ben Kürtçesini de duydum. O kızın asıl adını biliyor musunuz ? Sarı gelin falan değil, Sâre veya Zâre gelinmiş.

- Çalmışlar türkümüzüüü ?

Şimdi bomba geliyor:

- “Çırpınırdı Karadeniz” aslında bir Ermeni şarkısıdır. Şarkının adı da “Kamança” dır. Ermenilerin ünlü bestecisi Sayat Nova’ya aittir.

- Olur mu öyle şey, “Çırpınırdın Karadeniz” şiiri, 1914’te Azerbaycan şairi Ahmet Cevat Hacıbeyli tarafından Ermeni ve Rus zulmü altındaki Türkler için yazılmıştır. Ahmet Cevat Bey bir anısında Üzeyir Bey’in (Üzeyir Hacıbeyli) şiiri karşısına koyup piyano ile anında bestelediğini söyler.

Yukarıda yazdıklarımın benzeri o kadar çok ki saymakla bitmez. Ermenice “Misa Sarer” i dinlersiniz, Diyarbakırlı Celal Güzelses’in “Dağda Harman Olur mu?” yu duyarsınız. Sefarad grubundan “Sabahlara Dayanamam Osman Aga”yı dinlersiniz, bire bir olmasa da çok benzer bir melodiyi Knar Grubu’ndan “Aman Ağavni” diye duyarsınız. Bunda daha büyük zenginlik olur mu ?

Bu ortak duyum alanlarından “Devrimci” Marşlar da payını almıştır. Marşların sözleri gayet devrimcidir devrimci olmasına da, işin açıkçası melodileri Osmanlı’ya dayanacak kadar da eskidir. Çelişki gibi görünür ama değildir. Bunda alınacak, kırılacak bir şey de yoktur. Mesele bu noktaya nasıl baktığımızda, ne görmek istediğimizde.

Alın size bir sürü örnek:

“16 Haziran Marşı” nın müziği aslında Ata Barı’dır, Ata Barı’nın da kaynağı kim bilir nerededir? “İşçi Geliyor Baştan” diye başlayan marş, aslında Hafız Sadettin Kaynak’ın “Gemim gidiyor baştan” adlı rast eseridir. “Gündoğdu Marşı” yıllardır kışlalarda asker talimi için söylenen bir marştır. Hepimizin yumruklarımızı dikip gururla okuduğumuz Dev-Genç Marşı aslında kökü son Osmanlı’ya kadar dayanan “Eskişehir Marşı” dır. “Hey Dev Gençli Hey Dev Gençli” diye başlayan ve Yanki’lere “Go – home” diyen marşın müziği aslında “Tuna Nehri Akmam Diyor” diye bildiğimiz Plevne Marşı’dır. Bu etkileşim ve uyarlamaların dünyada da yüzlerce örneği var. Bu anonim üretim şekli ne aslına zarar verir ne de yeni olanın değerini düşürür. Bunu sanatçı ve akademisyen kimliğimle söylüyorum.

İmdiii ! Sıra geldi “Ankara’nın Taşına Bak” diye bildiğimiz “Ankara Marşı”na. Şimdilerde bu marş ile ilgili birçok bilgi veya rivayet dolaşıyor.

Kimileri Kürt ağıtı kimileri de Ermeni İlahi’si olduğunu söylüyor. Olabilir çünkü senin tarihsel geçmişin bir imparatorluk. Onlarca kültürün birbirine harman olduğu bir herc ü merc. Kemençeci Nikolaki de sensin, Onno Tunç da, Şivan Perver de, Sadettin Kaynak da. Anadolu zaten böyle bir harman.

Bu marş ile ilgili elimizdeki bir kaynak şöyle diyor:

“Bolu Mebusu İsmet (Eken) Bey’in başkan olduğu oturumda kürsü konuşması yapan Abdurrahman Şeref Bey:

- Çocuk doğmuştur, doğan çocuğun adı da “Cumhuriyet’tir diyordu.

Artık “Hakimiyet, bilakaydüşart (kayıtsız ve şartsız) milletindi.

Kısa bir süre öncesine kadar Mehmetçiklerin cepheye gitmek üzere aşağıdaki istasyon binasına yürürken:

‘Ankara'nın taşına bak

Gözlerimin yaşına bak

Ankara'nın dardır yolu

Yunan almış̧ sağı-solu

Gelsin Kemal Paşa Kolu.’

diye marş söyleyerek önünden geçtikleri binada 20:30’ da Cumhuriyet ilan edilmiş; Gazi Mustafa Kemal, 159 mebusun 158‟inin oyuyla Cumhurbaşkanı seçilmiş, tek oyu da kendisi İsmet Paşa ya vermiştir.”

(http://ankaraarsivi.atilim.edu.tr/shares/ankara/files/makaleler/bulten06-1.pdf)

Bu eserle ilgili elimizdeki bir başka kaynak, Musiki Konseyi’nin Ankara’da derlediği bir türkü-marş olduğu yönünde. Hatta 57. Tümen’e ait bir de hikâyesi de var. Daha öncesine dair bir kayıt kuyut, nota varsa oturur onu da inceleriz. “Ben ninemden şöyle duymuştum.” derleme sistematiğinde bir yöntemdir ama bu yöntemle bilim yapmak günümüzde artık pek de mubah bir metot değildir.

Marşın sonunda “Pek Şanlıyız” diye bir bölüm var. Bu okunmuyor hatta çok az bilinen “Pek şanlıyız, Osmanlı’yız” diye de bir versiyonu da vardır.

Benim kişisel fikrimi ve tahminimi soruyorsanız bu melodinin Mehterân’dan Mızıka-i Hümâyun’a geçen son dönem Osmanlı Marşları’nın biri veya birinin varyasyonu olma olasılığı yüksektir. Makamsal, dönemsel, ritmik ve sözel dizilimi bunu işaret ediyor. Marş kolay kulakta kalan ve kulağımıza en yakın makam olan “Nevâ” makamında.

Şimdi bunların hepsini bir kenara bırakıyor ve meseleye başka bir noktadan bakıyoruz. Müzik eserleri ve özellikle anonim eserler araştırılırken önce tavır ve üslûba bakılır. Bu iş türküler için daha kolay, marşlarda ise zordur. Çünkü marşlar yerel özelliklerden ziyade, dönemsel ve teknik özellikler sunar. Bir melodi anonimleştiyse artık ulaştığı her yerde ona bir şey katılır veya çıkartılır. Kısacası kültürel modifikasyon doğal süreçtir.

Bir melodi menşei ne olursa olsun bölgenin kulağına yerleşmişse şair veya ozan, şiirini o melodi üzerine oturtur ve hem zamanda hem de mekanda yayılmasını hızlandırır. Anonimleşme süreci tam da budur. Bu süreç içinde birden çok söz aynı melodi üzerinde, birden çok melodi de aynı söz üzerinde ürer gider. Ben buna “anonimleşme sürecinde varyasyonel hareketlilik” diyorum. Bu durum, üretimi zenginleştiren ve en önemlisi ortaklaştıran sanatsal ve etnografik yürüyüştür. Devam da edecektir.

Bize düşen, yönetim erklerinin “senin malın benim malım” diye haraç mezat ettiği, birbirlerinin üretimlerini yok saydığı ve hatta asimile ettiği kıyım tuzağına düşmemek, halkların kültürlerini alabildiğine harmanlamak ve ortakçıl bir noktaya taşımaktır. Halk üretimlerinde DNA sorgulamak birkaç yüzyıl öncesinin davranış şeklidir ve halklar bunun çok zararını görmüştür. Coğrafyalar bu harmanlamayı yaparken uyruklara, milliyetlere göre değil, zevklere, geleneklere, ortak yaşamlara göre hareket eder. Meseleye sanat ve Halk Bilimi (Folklor) noktasından baktığımızda manzara budur. Klasik Türk Müziği aslında Bizans müziğidir demek gibi bir şey. Tabii ki etkileşim olmuştur, hele hele bu üretimler İmparatorluk mantığı şemsiyesi altında ise son derece de doğaldır. Ulus devlete geçiş ile herkes tapusunu alıp yerleşmeye başlamış, haklı olarak da köken fikri yaşamın her alanında yükselmiştir. Sanat da bunun en ateşli alanıdır.

Şu tarihsel didişmeyi bir bıraksak oyun bozulacak ama yapamıyoruz bir türlü.

Hadi aşağıdaki kare koda tıklayın ve Suriyeli ünlü sanatçı Asâlah Nasri’den Qadduk al-Mayyâs adlı şarkıyı dinleyin. Yani “Ada Sahillerinde Bekliyorum”u. Sonuçta insanlık böyle güzel eserler üretmiş, bana ne Türk mü, Arap mı, Kürt mü? Yeter artık, gidin başka alanda yapın genetik testlerinizi.

Devrimci marşları hiç böyle okumadınız - Resim : 1

Ekrem Ataer

Odatv.com

dev-genç marşı 16 Haziran Marşı Eskişehir Marşı Ankara Marşı arşiv