Demokratikleşme derken dini vesayet geldi

Dinin vesayeti altında oluşturulan yeni devlet düzeni ile ilgili yazı dizimizi sürdürüyoruz. Odatv’de yayımlanan birinci yazıda (8 Mayıs 2013)...

Dinin vesayeti altında oluşturulan yeni devlet düzeni ile ilgili yazı dizimizi sürdürüyoruz.

Odatv’de yayımlanan birinci yazıda (8 Mayıs 2013), siyasal iktidarın Atatürk Cumhuriyeti’ni İslami cumhuriyete dönüştürmenin alt yapısı olarak bireysel, toplumsal ve kamusal yaşamı dini vesayet altına aldığını, buna Yeni Anayasa Mahkemesi’nin de laikliği yeniden tanımlayarak destek verdiğini; ikinci yazıda (13 Mayıs 2013) eğitim konusunda dini vesayet oluşturan örnekleri; üçüncü yazıda ise (17 Mayıs 2013) türban konusundaki hukuksuzlukları ve baskıları açıklamaya çalışmıştık.

Bugünkü konumuzu namaz ve Kuran kursları oluşturacak.

NAMAZ BASKISI

Toplumda bir namaz baskısı başlamıştır. Bunun alt yapısı da hazırlanmıştır ve eksiklikler hızla giderilmektedir. Rektörler, üniversite kampusunda mescit ve cami açma yarışına girmişlerdir. Hatta cemaatler konfederasyonu tarafından yönetildiği söylenen Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde 4. caminin yapımına başlanmıştır.

Bir avukatın, 2,5 yıldır hapiste olan bir Dicle Üniversitesi öğrencisi müvekkili hakkında söyledikleri çok çarpıcıdır: “Öğrenim hayatı bitti. Üstelik Batman’da cezaevinde yatıyor. 5 vakit namaza başlamış. Baskı altında. Malum orada Hizbullah etkili.”[1]

Bir gazeteci, yine aynı üniversiteden bir gencin arkadaşına “Bari namaza başlayalım; Hizbullah bizi öldürmesin” dediğine tanık olmuştur.

Aynı baskı nedeniyle cemaat okullarında okuyan çocukların namaz kılmaya zorlandıkları on yıllardır bilinen gerçektir.

Çocukları ve aileleri baskı ile namaza alıştırmak için camiye çekme programları uygulanmaktadır. Bu kapsamda, bisiklet ve bilgisayar armağanlı “camide namaz kılma yarışması” düzenlenmektedir. Camiler oyun, etüt, düğün ve sünnet gibi sosyal etkinlik merkezi durumuna getirilmeye çalışılmaktadır.

Öğrenciler topluca kamu araçlarıyla Cuma namazına götürülmektedir. Okullarda uygulamalı ders kapsamında cami ziyaretleri başlamıştır. Yine okullarda valilik emriyle mescitler açılmaktadır.

Aslında, dini vesayeti egemen kılmaya çalışan, tüm eylem, işlem, davranış ve uygulamalarını buna göre düzenleyen bir siyasal iktidar döneminde, insanlar ister istemez kendilerini baskıda hissetmektedirler. Eşlerinin başı kapalı liderlerin bulunduğu, artık Cuma namazlarının Başbakan’ın programına girdiği, çalışma ve toplantıların namaz saatlerine göre ayarlandığı bir toplumda, baskı altında olmamak olanaklı mıdır?

İktidara yaranmak için namaza başlayan kamu görevlileri ve iş adamları yok mudur? “Ben de buradaydım”ın kanıtı olsun diye kartvizitini bilerek camide düşüren kamu görevlilerinin bulunduğu bir toplumda yaşıyoruz. Ne yazık ki insan malzemesi zayıf bir toplumda…

Cuma namazları adeta toplu bir gösteriye dönüştürülmüştür.

Laik Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Genel Sekreteri’nin Köşk Camiinde kıldığı Cuma namazının görüntüleri gazetelere servis edilmekte; Erzurum Valisi, müdürleriyle birlikte Cuma’ya gitmek için il koordinasyon toplantısını kısa kesmekte sakınca görmemektedir. Ve tüm bunlar laik Türkiye Cumhuriyeti’nde olmaktadır.

Cuma namazı saatlerinde cami önlerinde, trafik polislerinin gözetimi altında 2., 3. sıra park eden araçlar yüzünden cadde ve sokaklardan geçmek olanaksız duruma gelmektedir. Metro istasyonları yayaların geçemeyecekleri biçimde işgal edilmektedir.

Öğrencilerin Cuma namazına gitmeleri bir yandan teşvik edilirken diğer yandan da bu nedenle okula gelmeyenler yok yazılmamakta, göz yumulmaktadır. Bırakınız göz yummayı, bu durumu haberleştiren TV yayınları RTÜK tarafından cezalandırılmakta, cezalar da Danıştay tarafından onaylanmaktadır.

Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi’nce hazırlanan raporda, öğrencilerin öğretmenleri tarafından namaz kılmaya açıktan teşvik edildiği, Cuma namazına gitmeyen öğrenciler üzerinde baskı kurulduğu vurgulanmıştır. (Cumhuriyet, 03.02.2013, Sinan Tartanoğlu)

Artık yabancı çizgi filmleri Türkçeleştirilirken yaratılış felsefesine uygun terimler kullanılmaktadır. Bu bağlamda “Örümcek Adam”a bile namaz kıldırmaktan çekinilmemektedir.

“Ne yapalım, ibadet özgürlüğümüze saygı göstermek zorundasınız” gibi bir yaklaşım özgürlük anlayışına sığmaz. “Öteki” saydıklarınızın da hak ve özgürlüğüne uymak zorundasınız. Doğal olarak “Söz konusu İslam’sa gerisi teferruattır” diyen türbanlı gazetecilerin “akil insan” olduğu ortamda böylesine bir özgürlük anlayışı beklemek boş hayalciliktir.

Ülke genelindeki din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerinin oluşturduğu Zümre Öğretmenler Kurulu okullarda mescit açılması gereğini dile getirmişlerdir.

Bunun ardından Eğitim Bir Sen okullarda mescit açılması için Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurmuştur.

Ne yazık ki, okullara mescit önerisi, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin MEB Talim ve Terbiye Kurulu’nda da kabul görmüş, okullarda mescit açılmasının önünde bir engel olmadığı belirtilmiştir. Buna dayanarak da, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerinden okullarda gerekli girişimi yapmaları istenmiştir.

Öğretmenlerden önce valilikler bu uyarının gereğini zaman yitirmeden yerine getirmeye başlamışlardır. Kimi okullarda öğretmenler, “okullarında mescit açılması” için imza kampanyası düzenlemeye başlamışlardır. İmza vermeyenler, “komünistlikle” ya da “Alevilikle” suçlanarak baskılanmaya çalışılmaktadır.

HER YERE MESCİT

Gelinen son nokta artık her yere mescit açılması aşamasıdır.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan ve görüş almak için diğer bakanlıklara gönderilen yasa taslağı eğer yasalaşırsa; alışveriş merkezleri, işhanı, büro, yönetim binası gibi genel ve resmi binalar, fabrika ve benzeri sanayi tesisleri, düğün salonları, gazino, sinema, tiyatro, müze, kitaplık, kongre merkezi gibi sosyal ve kültürel yapı ve tesisler, öğrenci yurtları, spor tesisleri, eğitim kurumları, hastane ve sağlık tesisleri, havaalanı, liman, terminal, tren garı, metro istasyonu gibi ulaşım yapı ve tesisleri, park ve piknik alanları, oteller gibi turistik tesislere, yüzden fazla bağımsız bölümü bulunan konut parsellerine mescit açılacaktır.

Hiç kuşkunuz olmasın çok yakında turistik otellere, apartmanlara, sahillerdeki yazlık konut alanlarına da mescit yapılması için baskı başlayacaktır. Üstelik yakında cami olup olmadığına bile bakılmayacaktır.

Böylece insanlar yazlık yaşamda tedirginlik yaşamaya başlayacaktır. Amaç yazlık yaşamı, mayoyla denize girme alışkanlığını sonlandırmaktır. Denizlere ve havuzlara haşemalılar salınarak bu baskılama çoktan başlatılmıştır.

Bundan iki yıl önce AKP’li bir milletvekilinin verdiği “okullara ve apartmanlara mescit açılsın” içerikli yasa önerisi, henüz zamanın gelmediği gerekçesiyle rafa kaldırılmıştı. Atatürk Cumhuriyeti’nin İslami cumhuriyete dönüştürülmesini hedeflerine koyanlar, demek ki sıranın bu konuya geldiğine karar vermişlerdir.

Okunanlar şaka değildir. Toplumsal yapının İslamileştirilmesine yönelik adımlardır.

Tüm bunlar, “çalışmak en büyük ibadettir” söyleminin sahibi bir dinin mensupları tarafından yapılmaktadır.

Toplumun bir kesiminin yaşam biçimine bağlı olarak özgürlük alanları alabildiğine genişletilirken, bir başka kesimi baskı altına alınmakta ve özgürlük alanları daraltılmaktadır. Siyasal iktidar böylece ötekileştirmenin boyutunu çok daha ilerilere taşımaktadır.

KURAN KURSLARI

Dini vesayete hizmet eden bir başka uygulama, denetimsiz ve yaş sınırsız Kuran kursu uygulaması olmuştur.

Okullarda, öğrenci yurtlarında, bakanlıklarda ve hastanelerde Kuran kursu uygulaması başlatılmıştır.

Kaçak kurs açanlara verilecek hapis cezasının üst sınırı önce ertelemeye olanak sağlamak için 3 yıldan 1 yıla düşürülmüş, sonra da tümüyle kaldırılmıştır. (TCK/263) Üstelik bu, Anayasa’nın 42. maddesinde, eğitim ve öğretimin “Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yapılacağı, be esasa uygun olmayan eğitim kurumu açılamayacağı” kuralı duruyorken yapılmıştır.

Kaçak kurslar ve bu kursları açanlar cezadan kurtarılırken bir anayasal yasak yaptırımsız bırakılmıştır. Tıpkı 1989’da Vatana İhanet Yasası ile TCK/163 kaldırılarak, şeriat propagandası yapmanın yaptırımsız bırakılması gibi.

Kaçak kursların kapatılması yaptırımına da son verilmiştir.

Kuran kursları, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) denetiminden çıkarılmış, tümüyle cemaat ve tarikatlara teslim edilmiştir.

Oysa bir Devrim Yasası olan “Şeriye ve Evkaf Vekaletinin Kaldırılmasına Dair Kanun”la, Başbakanlığa bağlı olarak kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesine uygun olarak inanç ve ibadet işlerini düzenlemek ve dinsel kurumları yönetmekle yükümlü kılınmıştır. Bu yükümlülük Anayasa’nın 136. maddesinde aynen yinelenmiştir.

Kuran kurslarının DİB denetiminden çıkarılması Devrim Yasası’na ve Anayasa’ya açık aykırılık oluşturmaktadır. Ne var ki, karşıdevrim gerçekleştirilirken, her konuda olduğu gibi bu konuda da Devrim Yasaları ve Anayasa yok sayılmıştır.

Hükümet, 2011 seçiminin ardından 653 sayılı KHK ile yaz Kuran kurslarına gidebilmek için ilköğretimin 5. sınıfını, Kuran kursları için de 8 yıllık ilköğretimi bitirme koşulunu kaldırmış, Diyanet de Kuran Kursları Yönetmeliği’ni bu yönde değiştirmiştir. Böylece Kuran kursu kreşlere ve anasınıfı çocuklarına kadar indirilmiştir. Bu yaştaki çocukların korkutularak koşullandırılmasının ileride giderilmesi güç zararlar doğurması bile caydırıcı olmamıştır. Çünkü “söz konusu İslam’sa gerisi teferruattır” düşüncesi siyasal iktidara da egemendir.

Yönetmelik değişikliğinde ayrıca yaz Kuran kurslarının yanına hafta sonu Kuran kursları eklenmiştir.

Ankara'daki bir dil merkezi, kamu personelinin 4-18 yaş arası çocuklarına yüzde 50 indirimli yaz Kuran kursu kampanyası başlatmıştır. Kursun gönderdiği kampanya duyurusu resmi işlem görerek bakanlıklar tarafından birimlere dağıtılmıştır.

Diyanet’in 2011 yılı Yaz Kuran Kursu Raporuna göre 2011’de kurslara 1.364.913; 2012 yılı Yaz Kuran Kursu Raporuna göre ise, 18 Haziran-17 Ağustos arasında 3 dönem halinde 81 ilde düzenlenen kurslara 2.731.569 öğrenci katılmıştır. 2012 yılında toplam 60.710 cami ile 10.559 Kuran kursunda öğretim yapılmıştır. Bir yılda yaz Kuran kurslarına giden öğrenci sayısında bir kattan fazla artış olduğu görülmektedir. Öğrencilerin % 92’sini 6-14 yaş grubunun oluşturduğunu da dikkatlere sunmak gerekir. (Cumhuriyet, 17.03.2013, Fırat Kozok)

Uzman görüşüne göre, pozitif bilimleri yeterince öğrenmemiş, çağdaş eğitimi tamamlamamış çocuklara, henüz bilinçlenmeden teokratik eğitim verilmesi pedagojik ve psikolojik yönden sakıncalıdır. Bu durum, çağdaş eğitim ilkeleriyle, anayasal kurallarla ve Öğretim Birliği Yasası’yla bağdaşmamaktadır.

Genele baktığımızda ise şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz:

Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı resmi Kuran kurslarına 2012 yılında Türkiye genelinde toplam 1.124.961 kişi katılmıştır. Bunların 1.065.200’ünü kadınlar (% 94.7); 59.761’ini (% 5.3) ise erkekler oluşturmaktadır. (Cumhuriyet, 20.02.2013, Mahmut Lıcalı)

Konulara göre dini vesayet örneklerini işlemeyi sürdüreceğiz.

Bülent Serim

Odatv.com

[1] Türey Köse, Cumhuriyet, 28.04.2013

cumhuriyet AKP dini vesayet arşiv