CHP'liler bunu konuşuyor: Peki 89 travması nedir

1989’da iktidardaki ANAP’ı yerelde yerle bir ederek neredeyse memleketin tamamında başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere belediyeleri kazanan SHP (CHP) çok kötü bir yönetişim sınavı vermişti.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz salı günkü son grup toplantısında önemli başlıklar açtı. Aklımda kalan önemli bir cümle, yerel yönetimlerle ilgili olarak “89 travmasını yaşamayacağız” oldu. Oraya geleceğim.

İSTANBUL DESTANINI KİM YAZDI?

Ayakları yere basan değerlendirmeler yaptı Kılıçdaroğlu. Kurduğu şu cümle çok önemli:

“Bu destan CHP’nin destanı değildir, bu destan demokrasiye susayanların destanıdır, hepimizin destanıdır. Bu ülkenin destanıdır.”

Katıldığım televizyon programlarında bana da soruldu CHP’nin İstanbul zaferinin neresinde olduğu… Bu noktada Kılıçdaroğlu’na katılıyorum. Onun deyimiyle bir destan yazıldıysa bu destanı otoriter rejim heveslisi, İhvan sevdalısı Cumurbaşkanı Erdoğan ve partisine karşı İstanbullular yazdı. CHP’nin yanında İyi Parti yazdı. SP, HDP, ÖDP yazdı. Herhangi bir partiye aidiyet duymayan İstanbullular yazdı. Dahası, Erdoğan’ın yalapşap Pontus, İmralı kartlarına tepki gösteren, İmamoğlu’nun hakkının yendiğini düşünen vicdan sahibi Ak Partili, MHP’li, BBP’li İstanbullular yazdı. Evet, o destanı saydığım kesimler hep birlikte yazdı. İlk defa seçmen olan gençler yazdı. Erdoğan’ın kibrinden bıkıp usananlar yazdı.

Sözün özü, CHP demokrasi güçlerini, partili cumhurbaşkanlığı adı altında İhvan otoriterliğine sapan Erdoğan’a karşı birleştirdi. Bu bir geniş cephe başarısıdır. Ortaya çıkan sonucu tek başına CHP’ye maletmek hem bütün demokrasi güçlerine hem de bizatihi CHP’ye haksızlık olur. Çünkü, CHP kendi öz gücünü bilmeli, güçlenmek için önündeki ev ödevine dört elle sarılmalıdır. Siyaset arenasına İnce ile dahil olup İmamoğlu ile katlanarak çoğalan henüz 10’lu yaşlardaki gençleri bünyesine katabilmeli, gençlik aşısı yapabilmelidir. Bu tarihsel kavşaktaki gençlik atağını mutlaka başarabilmelidir.

PARTİLİ CUMHURBAŞKANI GİTMELİ, TARAFSIZ CUMHURBAŞKANI GELMELİ

Kılıçdaroğlu, seçim akşamı Odatv’de yaptığım ve katıldığım programlarda da dile getirdiğim bir başlık daha açtı konuşmasında ve şunları söyledi:

“Ve bu seçimin Türkiye için bir anlamı daha var, bizler Cumhurbaşkanlığının tarafsız olmasını istiyoruz. Vatandaş Cumhurbaşkanının tarafsız olmasını istiyor. O koltuğa oturan kişinin tarafsız olması lazım. Tarihimiz böyle, kültürümüz de böyle. Cumhurun başında olan kişi 82 milyonu kucaklamalı, tarafsızlığını korumalı. Ne gerekiyorsa o yapılmalı. 800 bin kişi, bir ilden 800 bin kişi bu mesajı veriyor. 800 bin kişi! Tarafsızlık konusunda bir referanduma hazırız, Cumhurbaşkanı taraflı mı olmalı, tarafsız mı olmalı? Referanduma hazırız, gelsinler yapalım o referandumu da. Göreceksiniz ezici çoğunlukta tarafsızlık çıkacaktır.”

Kılıçdaroğlu’nun sözlerinden oluşan yukarıdaki paragrafın anlamı şudur: Türkiye’yi parlamentodaki uzlaşmaya dayalı bir anayasa değişikliği bekliyor. Ki, zaten Erdoğan kendisi için oluşturduğu ‘silahı’ kendisine doğrultması için işk genel seçimde bir başkasına vermek istemeyecektir. Kanımca Erdoğan orta vadede zamanından daha erken bir genel seçime gitmek isteyecektir ama kesinlikle partili cumhurbaşkanlığı sistemini revize ederek, bu doğrultuda mecliste uzlaşma arayarak yapacağı anayasa değişikliğiyle… İstanbul Büyükşehir tekrar seçimi ve İmamoğlu’nun ezici zaferinin bir sonucudur açılan bu pencere. Erdoğan’ın istediği değişikliğe muhalefetin “hayır” deme şansı yoktur, çünkü parlamentonun önde olduğu sisteme dönülmesini savunmaktadır. Belki de tartışmalar sonucunda bu kez de orta yol olan Fransa’ya özgü yarı-başkanlık sisteminde karar kılınacak; yetki ve sorumluluklar parlamento ve başkan arasında bölüşülecektir. Türkiye belki bir de bunu deneyecektir.

89’DA NE OLMUŞTU, ŞİMDİ NE OLACAK?

Şimdi “89 travmasına” gelebiliriz. Kılıçdaroğlu, konuşmasının kısaltarak aktaracağım aşağıdaki bölümünde CHP’li belediyelerin ne yaparsa 89 travmasını yaşamak yerine genel iktidarın kapısını çalacaklarını anlattı:

“Asıl görevimiz şimdi başlıyor. Şimdi iş başa düştü, şimdi belediye başkanlarımıza büyük görevler düşüyor. Halkçı belediyecilik anlayışıyla yola çıkacaklar. Yedi kurala bütün Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanları uyacaklar, yedi kurala! Yedi kuralın takipçisi hem ben olacağım hem millet olacak hem belde halkı olacak hem partililer olacak, hem milletvekilleri olacak, birlikte bakacağız. Çünkü Türkiye’nin demokrasisini güçlendirmeye ihtiyacı var, Türkiye’nin yeni bir siyaset anlayışına ihtiyacı var; gerginlikten uzak, kavgadan uzak, herkesi kucaklayan ve her soruna çözüm üreten yeni bir siyaset anlayışına ihtiyacı var. Cumhuriyet Halk Partisi artık sadece CHP’lilerin değil, 82 milyonun partisidir artık, herkes bu gerçeği bilmeli, 82 milyonun partisi! Türkiye’nin sorunlarını da çözmeye talibiz. Kavgasız, akılla mantıkla, bilgiyle birikimle çözmeye talibiz.

Nedir, halkçı belediyecilikte yedi kuralımız nedir?

Bir, yönettiğiniz belde insanlarını, beldedeki bütün vatandaşları inançları, kimlikleri ya da yaşam tarzları itibariyle ayırmayacaksınız. Belde halkının tamamını kucaklayacaksınız.

İkinci kuralımız, hizmeti yani belediye başkanlığı hizmetini belli kişiler, zümreler, akrabalar, yandaşlar için değil, halk için yapacaksınız. Biliyorum ben bunu söyledim diye havuz medyası üzülecek, biz mahvolduk, bize özel hizmet gelmeyecek diye, ama onlar üzülebilir, ama halk sevinecektir, halktan yana tavır alacağız.

Üçüncü kuralımız, beldenizde yönettiğiniz beldede fakir mahallere pozitif ayrımcılık yapacaksınız, yatırımlarda bu mahallelere öncelik vereceksiniz. Özellikle engelli, dezavantajlı gruplarla kadınların lehine karar alacaksınız. Böylece toplumun bir anlamda kendisini dışlanmış hisseden kesimini kucaklayacaksınız. Onlara sevgi sempati ve hizmet götüreceksiniz.

Dört, yoksullara yardım yaparken, insan onurunu koruyacak, ailenin ya da kişinin yoksulluğunu asla teşhir etmeyeceksiniz. Yani halkçılığın en temel ilkelerinden birisi olan, sağ elin verdiğini sol el görmeyecek kuralına uyacaksınız.

Beşinci ilkemiz, harcadığınız her kuruşun hesabını millete vereceksiniz, her kuruşun hesabını! Bu aynı zamanda israfla mücadele demektir. Hiç kimse unutmasın, kul hakkı yememek halkçı belediyeciliğin temel kurallarından birisidir.

Altıncı kuralımız, belediyede yönetici atamalarında kesinlikle liyakat sistemine uyacaksınız. Halkçılığın bir diğer temel ilkesi de, işi ehline vermek olduğunu hiçbir belediye başkanımız unutmayacak. Partizanlık değil, işi ehline vereceksiniz.

Yedinci kuralımız, belediyeyi adaletle yöneteceksiniz. Boşuna mı biz adalet yürüyüşü yaptık? Dolayısıyla bütün belediye başkanlarımız belediyeyi adaletle yönetecekler. Bu çerçevede yolumuza devam edeceğiz.”

1989’da iktidardaki ANAP’ı yerelde yerle bir ederek neredeyse memleketin tamamında başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere belediyeleri kazanan SHP (CHP) çok kötü bir yönetişim sınavı vererek, daha doğrusu sınavda fena halde çakarak; kibirden demokrasi güçleriyle birleşmek yerine plüralize olup üçe dörde bölünerek 94’ten itibaren başta sonra da İstanbul ve Ankara olmak üzere yerel yönetimleri kaybettiği gibi genel siyasette de düşüşe geçmişti. Kılıçdaroğlu’nun “89 travması”ndan kastı bu.

YEDİ MADDEYE EKLER

Son olarak Kılıçdaroğlu’nun söylediklerine ilave olarak birkaç öneri de bendeniz yapayım. Bu kez gerçekten de CHP’li tüm yerel yönetimler merkezden de denetlenmelidir. CHP belediyeciliği tutarlı, bütünlüklü bir perspektife oturtulmalıdır. CHP’li belediye başkanlarının birisi kuzeyi, birisi güneyi göstermemelidir. CHP’li başkanlar daha önce belediyeleri nemalanma derdiyle kuşatan ‘arızalı’ simaları belediyelerin kapısından bile geçirmemelidir. CHP’li belediyelerde adamcılık, dünürcülük, eniştecilik, hemşehricilik vb. gibi kıstaslar yerine kesinlikle Kılıçdaroğlu’nun dediği “liyakat” unsuru öne çıkarılmalıdır. CHP’li belediyelerde ihaleler kaliteli iş yapma ehliyetine sahip firmalara verilmeli ve ayrıca ihaleler geniş bir spektruma açılmalıdır. Top birkaç firma arasında çevrilmemelidir. CHP’li belediye meclis üyeleri seçildikleri muhitlerin sorunlarının çözümüyle görevlendirilmeli, CHP’ye yakışmayan iş takipçiliği vb. zeminde dolaşmamalıdır. CHP’li belediye başkanları sıklıkla hem örgütün hem halkın arasına girmeli, çarşıda pazarda gözükmeli; vatandaşın kendisine ulaşabilmesi için etrafındaki dar halkayı kırmalıdır. Başkanların ve yardımcılarının telefonları en azından sabah dokuz akşam dokuz arasında açık olmalıdır. Belediye başkanlarının araçlarındaki çakarlar sökülmelidir, yapacağı ziyaretlerde gerekli olan belediye yöneticileri ve meclis üyeleri ile örgüt yöneticileri de bulunmalıdır. Dahası var; CHP’li belediye başkanları özellikle büyükşehir ve il merkezlerinde en az iki kız bir erkek öğrenci yurdu yaptırmalıdır. Bu sayı İstanbul, Ankara, İzmir’de çok daha fazla olmalıdır. Metropollerde yaşlanan nüfus dikkate alınarak CHP’li belediyelerce mutlaka yeteri kadar alzeimer ve yaşlı gündüz bakım evleri kurulmalıdır. Çünkü yaşlılarına ve hastalarına bakmak için eve bağımlı hale gelen aile mensupları işinden de olmaktadır. Aynı şekilde açılan her kreş kadının ekonomiye katılması, evden çıkması demektir.

89 travmasını yaşamamak, erken veya zamanındaki bir genel seçimde genel iktidarın önünü açmak için CHP’li yerel yönetimler hiçbir bahane üretmeden dört dörtlük işini yapmalıdır. Örneğin İstanbul ve Ankara’da başkanların meclis çoğunluğu yok, ilçe belediye başkanlarının çoğu da iktidar partisinden ama arkalarında müthiş bir kamuoyu desteği var. Halk için yapacakları hiçbir çalışmada meclisler kolay kolay patinaj yapamaz çünkü önümüz genel seçim ve iktidar partisi o patinajın kendisine eksi olarak döneceğini çok iyi bilir.

Evet, lamı cimi yok. Olay budur. Kılıçdaroğlu’nun tam olarak dediği de budur.

M. Ayhan Kara

Odatv.com

CHP'liler bunu konuşuyor: Peki 89 travması nedir - Resim : 1

m. ayhan kara CHP seçim arşiv