Çevre konusunda en çok destek veren siyasetçi Bülent Ecevit'ti

Sayın İmren Aykut, 1991‘de Zonguldak Genel Maden-İş Sendikasının öncülüğünde, çalışma koşullarının iyileştirilmemesi ve ücretlerle ilgili...

Sayın İmren Aykut, 1991‘de Zonguldak Genel Maden-İş Sendikasının öncülüğünde, çalışma koşullarının iyileştirilmemesi ve ücretlerle ilgili anlaşmazlıkların giderilmemesi yüzünden başlatılan Zonguldak halkının uzun Ankara yürüyüşüne ben de medya mensubu olarak katılmıştım. İşçi haklıydı sendika haklıydı. Meslek yaşamımın en etkili olaylarından biridir. Basın mensupları olarak Hükümet’in tepkilerine karşı bir duruş sergilemiştik. Siz o sırada TRT’de grevden yana yaptığım programlara “taraflı yayınlar” diye “katılmıyorum” demediniz. Geldiniz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak görüşlerinizi açıkladınız.O günlerden kısaca söz eder misiniz?

Zonguldak maden işçilerinin yürüyüşü bir hak arama, ekonomik şartlarını iyileştirme amaçlı bir yürüyüştü. Yanlış hatırlamıyorsam, binlerce işçi eşleri ve çocukları ile birlikte Zonguldak’tan Ankara’ya doğru yürüyüşe geçmişlerdi. Türk sosyal siyaset tarihindeki en önemli olaylardan birisi idi. İşçiler önce E 5 karayoluna inmek sonrada Ankara’ya yürümek istiyorlardı. E 5 kavşağında asker ve polis her türlü ihtimale karşı barikat kurmuştu. Ben çok endişeli idim. Çünkü ne olursa olsun işçilerin polis ve askerle karşı karşıya gelmelerini istemiyordum. Bunun için olağan üstü bir çaba sarfetmiştim. Her şeyden önce görevim Çalışma Bakanı olarak çalışma barışını sağlamaktı. Ayrıca yıllarca sendikacılık yapmış, toplu pazarlık masalarında, grev çadırlarında ömrünü tüketmiş bir kişi idim. Onları çok iyi anlıyordum.

Gerek hayat şartlarının gerekse iş şartlarının zorluğunu bilen bir kişi olarak onlara hak veriyordum. Ancak şunu da iyi biliyordum ki sizin haklarınız imkanlarla sınırlıdır. İşte bu iki nokta arasında en adil noktayı bulmak ve iki tarafı da tatmin etmek gerekiyordu.

Burada ciddi zorluklar vardı. Çalışma Bakanı olarak, itiraf etmeliyim ki işçi ’den yana ağırlık koymaya çalışıyor bu sebeple hükümette bazı bakanlar tarafından dışlanıyor büyük sıkıntılar yaşıyordum.

HABERLEŞME ZORLUĞUMUZ VARDI

Burada size bir gazete haberini okuyup söylediklerinizi anımsatmak istiyorum.28.2.1991 tarihli Günaydın Gazetesi şunları yazıyor: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı İmren Aykut ile Genel Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Şemsi Denizer toplu sözleşme görüşmeleri sürerken Devletin tarafsız kalması gerektiği görüşünde birleştiler. Bakan Aykut, Cumhurbaşkanı Özal’a Zonguldak grevi sırasında ”müsaade ederseniz görüşleri biz belirtelim” dediğini ve bu uyarı nedeniyle adının kavgacıya çıktığını söyledi.Bu gazete haberini de okuyucularımızla paylaşmak istedim. Buyurun.

Beni yıllar öncesine götürdünüz.Nerede kalmıştık.Büyük kalabalık Mengen’e kadar ulaşmıştı. Ben Mengen Belediye Başkanına yiyecekler, çocuklar içinde süt hazırlaması talimatı vermiştim. Bütün bu süreç içinde Zonguldak valimizle çok yakın işbirliği içinde idik. O asayişi sağlamak zorunda olduğu için bazı polisiye tedbirleri alabilirdi.

O’ndan sürekli olarak asla polisi harekete geçirmemesini rica ettim. Sağ olsun o’da asla bunu yapmadı, pek çok şeyi göğüsledi. Bu arada tabi işçilerin taleplerini mümkün olduğu kadar karşılayabilme çabalarımızı sürdürdük. Çok zor bir olaydı. Haberleşme zorluğumuz vardı o zaman cep telefonları filan yoktu.

Sendika başkanı ile ancak dağlardaki jandarma telefonlarından güçlükle haberleşebiliyorduk. Günlerce 24 saat makam odasından ayrılmadım.

Ancak çok mutluyum bütün bu çabaların sonunda tek bir bebek hastalanmadan tek bir kişinin parmağı bile incinmeden anlaşma sağlayarak bu büyük kalabalığın selametle Zonguldak’a dönmesini sağladık.

İNANILMAZ DERECEDE İNSAFSIZ HABER YAPIYORLAR

Çok saygı duyduğum sevdiğim yazarlardan eleştiriler almıştınız. Hatırladığım kadarıyla bugünkü gibi eleştirileri hakaret diye yorumlamadınız.Basınla nasıl bir ilişki kurmuştunuz?

Böyle büyük bir işçi hareketine Dünya sosyal siyaset tarihinde bile ender rastlanır ki; bunun kazasız belasız atlatılabilmiş olması ise dünyada rastlanmış bir olay değildir. Bütün bu süreçte onları tahrik edecek, haksız gösterecek, tek bir sözüm ve hareketim olmamıştır.

Böyle önemli bir olaya tabii ki basın büyük ilgi göstermiş ve sizin de bulunduğunuz gibi yakından hatta içinden izlemiştir. Neticede bu onların vazifesi idi, engellemeyi hiç düşünmedim. Yanlış haberler yapanlar olmadı mı? Elbette oldu. Bu gibi olaylarda maksatlı veya iyi niyetli bir takım yanlış haberlerin olabileceğini biliyordum. Hiç bıkmadan sürekli olarak onları çağırıp aydınlattım, doğruları anlatmaya çalıştım, basındaki arkadaşlara asla yanlış bilgiler vermedim. Hatta onların çalışmalarını kolaylaştırmaya çalıştım. Doğru haber yapsınlar istedim.

Bizim istediğimiz yönde haberler yaptırma şansımız da talebimizde yoktu.Bazı basın organları inanılmaz derecede insafsız haberlerde yapıyordu. Onlar bizi üzdü ama biz onları üzmedik. O kadar zor şartlarla çalışıyorlardı ki ben uyumuyordum, onlarda uyumuyor kapıda bekliyorlardı. Sandviç ayran falan gönderirdim aç kalıyorlar belki diye, çay gönderirdim.

Sonuçta bu tarz yaklaşımlarımız doğru idi ki, tek bir kişi ne öldü, ne yaralandı, sonunda barış sağlandı. Ben bu olaya hep insaf, merhamet penceresinden baktım. Haksızlık ve adaletsizlikten daima sakınırım.

Yürüyüş sırasında işçiler ve aileleri olayları kışkırtacak provokatörleri aralarına almadılar. Zaten işin güzelliği oradaydı.

Aslında kalabalığın arasına 15 kadar yasa dışı örgütten sızanlar olmuştu. Amaçları bu büyük kalabalığı provoke etmekti. Olaylar, çatışmalar çıkarmaktı. Ancak yapamadılar. Ayrıca bana gelen istihbarat bilgilerini sürekli olarak Sendika Başkanı rahmetli Şemsi Denizer’e aktararak dikkatli olmalarını rica ettim. Kadınlar ve çocuklar vardı. Rahmetli Denizer kendisi ile paylaştığım bilgileri doğru anladı ve değerlendirdi.

HER UYUŞMAZLIK GÖNÜL HOŞLUĞU İLE HALLEDİLMELİ

Yürüyüş sırasında herkes kendi yanında yürüyeni tanıyordu. Tanımadıkları kişileri içlerine almadılar. Tam anlamıyla sızamadılar.Bu da bir önlemdi.Yakından tanığım.Şemsi Denizer sizden yana güzel şeyler söylerdi.

Kuşkusuz karşılıklı olarak birbirimizi iyi ve doğru anlamamızda yıllarca sendikacılık yapmamızın, aynı dili konuşuyor olmamızın oluşmuş bir güven duygusunun etkisi büyüktür. Onlara iyi niyetle yaklaşan, çözüm için samimi çabalar gösteren birisi olduğumu görüyordu. İnsani yaklaşım ve empati çok önemlidir. Sertlik ve insafsızlıktan nefret ederim. Her türlü uyuşmazlık gönül hoşluğu ile halledilmeli, çünkü bu mümkün.

BAŞBAKAN SAYIN YILDIRIM AKBULUT’U GÖSTERDİĞİ CÖMERTLİK İÇİN BURADA TEŞEKKÜRLE ANIYORUM

Grev nedeniyle Kabine ikiye ayrılmıştı. Bugün AKP’ye mensup iki milletvekilio dönemde grevin çözümünde “işçiye karşı olan” iki sorumlu Bakan’dı. Siz ise çözümden yanaydınız ve Başbakan Yıldırım Akbulut’la birlikte sendikayı görüşmeler yoluyla iknaya çalıştınız ve 40 gün sonra Genel Maden-İş sendikasıyla anlaşma sağlandı.Başbakan’ın yanınızda olması önemliydi.

Dediğiniz gibi o zaman ki Başbakan Sayın Yıldırım Akbulut’u gösterdiği cömertlik için burada teşekkürle anıyorum. Sendikacılıktaki deneyimimde önemli oldu. 17 yıl yüzlerce grevin, binlerce toplu pazarlığın içinden geçmek az deneyim değil. Size sabretmeyi, saygı duymayı, adil olmayı öğretiyor. Karşı tarafı doğru anlayabilme, meramınızı doğru anlatabilme hasletlerinizi geliştiriyor. Bu da size ihtilafları çözebilme maharetleri kazandırıyor. İhtilaf çıkarmak, ortalığı birbirine katmak çok kolaydır. Zor olan, kırıp dökmeden, büyük zararlar vermeden, unutulmaz tahribatlar yapmadan barışı sağlamaktır.

Zonguldak olayında biz bunu başardık. Yürüyüşe katılan insanlarımızla gurur duyuyorum. Doğru ve yanlışı anladılar, ne onlar ne memleketimiz zarar gördü. Ekonomik dengeleri biraz bozduk ama işçilerin ekonomik dengelerini düzelttik.

O HASTENE ÇOK ÖENMLİYDİ

Günümüze dönelim. Duruşmaları devam eden Soma faciasından sonra yeni bir tartışma başladı. İş güvenliği için ön tedbirler alınmadan maden sahiplerine işletme ruhsatı verilmesi doğru mu?

Ne kadar yanlış, ne kadar yanlış. Bunun hiçbir izahı olamaz. Kamu madenlerinde iş güvenliği tedbirleri her zaman oldukça iyidir. Çünkü maliyetine katlanılır. Açgözlü bir kâr hırsı yoktur. Devlet işçinin sağlığını göz ardı etmez. Ben Zonguldak yeraltı madenlerine inerek iş şartlarını kendimde denetlemiştim. Sonra da o ocakların ağzına seyyar röntgen cihazlarını getirterek yeraltında çalışan tüm işçilerin akciğer röntgenlerini çektirmiş, meslek hastalığına yakalananları tespit ederek Kartal'daki Meslek Hastalıkları Hastanesine sevk ettirmiştik.

O hastane halen mevcut mu bilmiyorum. Çok önemli bir görevi vardı. Bütün iş kollarındaki meslek hastalıklarına bakan bir ihtisas hastanesi idi.

Ayrıca o dönemde gerçekten gurur duyulacak İş Müfettişleri vardı. Özellikle yer altı madenleri çok hassas bir iş alanıdır. En ufak bir ihmale gelmez. Geçen yıl yaşanan dünyada görülmemiş facialarla karşılaşılan kazalar bu denetimlerin hiç yapılmadığını gösterdi. İşçiler bunu gayet güzel ve ayrıntılı olarak anlatıyorlar.

Onlar doğruyu söylüyorlar. Göz göre göre gitti o canlar. Ben Almanya’daki maden ocaklarına da gittim. Bakın yıllardır oralarda tek bir maden kazası duymadık. Demek ki olabiliyor.Her alanda denetimsizlik faciaları getirir. Maden İşletmecisinin tek bir derdi var, en düşük maliyet en yüksek kar, kar, kar. Dehşet verici, insafsız yaklaşımlar. Tabii ki kar etmeli, ama insan hayatına rağmen değil.

İş Müfettişleri hiçbir etki altında kalmadan, özgürce, kendi vicdanıyla görevini yapabilmeli. Müeyyideler etkileyici olmalı. İnsan hayatının bu kadar ucuz olduğu bir ülke tanımadım. Çok acı çektik geçen yıl. Giden canlar geri gelmez. Sorumlular mutlaka cezalarını çekmeli. Yoksa yüreğimizdeki acı sönmeyecek.

AKP SENDİKALARI ELE GEÇİRDİ

28.Şubat 1991 tarihli Güneş gazetesinde yer alan bir açıklamanız var: ”siyasi partiler, sendikaları ele geçirme arzusu taşımaktadırlar. Bunu taşımaları doğaldır. Ama kullanmaları doğal değildir. Bir yandan iş barışının zedelenmesine, öte yandan ekonomiye zarar vermektedirler. Siyasi çevrelerin bu istismardan vazgeçmeleri gerekir.” Bu sözleriniz bugünkü durum için de geçerli mi?

Bu gün için geçerli değil. Çünkü zaten ele geçirilmiş gibi görünüyorlar. Bazıları da susturulmuş durumdalar. Gerçek fonksiyonlarını bu veya şu sebeple tam yerine getiremiyorlar. Yıllardan beri tek bir grev duyuyor musunuz? Meclisten geçen son derece kritik yasalara karşı tek bir itiraz veya ses duyabiliyor musunuz?

Demokratik ülkelerde sendikalar en önemli baskı gruplarından ve en güçlü sivil toplum örgütleridir, sendikalarımızın bu duruma düşürülmeleri hazindir ve demokrasimiz için bir zafiyet oluşturmaktadır.

ATARTÜRK'ÜN O EMANETİNE SAHİP ÇIKAMADIK

Bir ara Çevre Bakanlığı da yaptınız. Bugün “Ağaçlar kesiliyor ama yeni ağaçlar dikiyoruz” diyorlar. Sorun, var olanı zenginleştirmek değil midir?

15-25 yaşında hatta daha yaşlı ağaçları kesiyorsun, istediğin kadar ağaç dik, en az 15-20 yıl bekleyeceksin ki o ağaçlar büyüsün. Bu sürede oksijeni nereden bulacaksın, bana izah et. Ayrıca buradan kesip yenilerini kim bilir nereye dikiyorsun. Mevcut ekolojik dengeyi bozduktan sonra ne yapsan bunun telafisi yok. Hiç mi ağaç kesilmeyecek, ben bunu söylemiyorum. Çok yönlü incelemelerden sonra hangi ağaç ne kadar kesilecek buna uzmanlar karar vermeli. Ben hiçbir ülkede bu kadar ağaç katliamına şahit olmadım. İçimin nasıl acıdığını mümkün değil anlatamam. Gidin Paris’e ortası koca bir orman, gidin Brüksel’e ortası koca bir orman, Londra, Frankfurt, Sofya daha pek çok ülkede şehir, ormanların etrafına yerleştiriliyor. Yoksa binalar yapmak için orman yok edilmiyor.

Bu gibi ülkelerde değil ağaç, bahçenizde ki ağacın bir dalını kesmek için bile belediyeden izin alacaksınız.

Biz, ağacın bir tek dalı kesilmesin diye köşkünü 4 metre temelden kaydıran büyük Önder Atatürk’ün çocuklarıyız. Yazıklar olsun bize. O, dünyanın ilk çevreci lideri idi. Dünyada ki liderler 1930’lu yıllarda daha Çevre kavramını duymamışken o Yalova’da bu “Çevre Olayını” yaşatmıştı bize. Bu gururu taşıyamadık.

ÇEVRE KONUSUNDA EN ÇOK DESTEK VEREN SİYASETÇİ BÜLENT ECEVİT'Tİ

Ne yazık ki, bugün çevre mi ekonomi mi öncelik taşımalı sorusuna ekonomi diyenlerin anlayışı siyasete yerleşti. Geçmişte de bu yanlış anlayışın kavgaları yaygındı. Özellikle Çevre Bakanlığınız döneminde. Birkaç anınızı paylaşır mısınız?

Çevre bu gün bizim değil ama dünya gündeminin en başındadır. Çünkü çevre ile ekonomi zaman zaman çatışıyor gibi olur. Aslında çatışmaz. Bir yatırımla ilgili çatışma çıkabilir. Örneğin bir baraj yapılma kararı veriliyor. Bakıyorsunuz orası ekolojik değeri çok yüksek bir yer. Uluslararası sözleşmelere göre de koruma alanı. Dünyanın gözü orada. Buraya yapılmasın dersiniz, bazı bakanlar kıyameti koparır. “Enerji dar boğazında olduğumuzu, enerji ihtiyacımızı bilmiyor musunuz” saldırıları gelir, bazı bakanlar o kadar kızar ki neredeyse selam sabahı keser, sizi yine dışlarlar yani yine mücadele. Bu çevre belalı bir iş. Çok çektim. Başka yere yapın barajı dersin, hayır burası en rantabl, en uygun yer der. Olabilir, doğrudur da. Ancak gözardı edilemeyecek gerçek de şudur ki, baraj yapmak için alternatifler daima vardır ama yok ettiğin ekolojik değerlerin geri kazanılması mümkün değildir. Onun için ben bu konularda yani çevre ve ekonomi arasında akılcı bir dengenin kurulmasından yanayım, mümkün olmadı ise tercihimi çevreden yana kullanırım.

Çevre Bakanlığınız süresince çevre duyarlılığıyla size destek olan siyasetçiler kimlerdi?

Sadece Sayın Bülent Ecevit.

Çok haklısınız. Sayın Ecevit iyi bir çevreciydi. Bir süre önce de Yırca da yüzlerce ağaç kesildi. Zeytin,o bölgenin geliriydi.Yargı sahip çıktı ama Türkiye’de zeytin yetiştiriciliğine karşı olan uluslararası politika asırlık ağaçları bir gecede kesti bitirdi.Dış güçler zeytin dikiminin sınırlandırılmasına çalışıyorlar. Neler diyeceksiniz?

Yırca’daki zeytin ağacı katliamı hepimizi dehşete düşürdü. Bu cinayetle eşdeğer. Çünkü zeytin ağacı 15 yıldan itibaren ürün veriyor. İkincisi, çok önemli bir ürün. Endüstriyel değeri yüksek, ekonomik değeri yüksek, sosyal değeri yüksek, sağlık açısından değeri yüksek, dini ve tarihi değeri var. 1500 yıl yaşayan bir ağaç. Bu ağaçlara nasıl kıyılır. O bölge insanlarının ekmeğini elinden alıyorsunuz, bunun getireceği sosyal sorunların maliyetinin de düşünülmesi lazım, 6000 ağaç insafsızca yok edildi. Gaddarlığın ve hoyratlığın böylesi az görülür. Batı özellikleAvrupa Birliği yeni zeytin ağacı dikilmesini istemiyor. Bu yüzden zeytin dikimi ülkemizde sınırlandırılmaya çalışılıyor. Ekilen zeytin ağaçları uydu aracılığı ile sayılıyor, fazlasına izin verilmiyor. Ama memleketim Adana’da Kozan’da gördüğüm geniş zeytin bahçeleri beni hem sevindirdi hem de umutlandırdı.

ÇANKAYA KÖŞKÜNÜN BAŞBAKANLIĞA TAHSİSİ İNCİTİCİ OLMUŞTUR

Biraz da kaçak saray üzerinde duralım.Çankaya Köşkü bizim için Cumhuriyet’in kuruluşunu simgeleyen yerlerden biridir. Bir Devletin büyüklüğü, kocaman binalarıyla mı yoksa uluslararası saygınlığıyla mı ölçülür?

Bütün dünyada istinasız bütün devlet başkanları, cumhurbaşkanları, bir özelliği, kimliği özellikle de tarihi bir sıfatı olan binalarda otururlar. Binanın büyüklüğü küçüklüğü veya başka özellikleri önem taşımaz. Bizde Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu konudaki değerlendirmesi farklı oldu. Ben bunu tartışamam, kendilerinin takdiridir.

Ancak Çankaya köşkünün başbakanlığa tahsisi incitici olmuştur.

Bu memleketin kurtarıcısı ve kurucusunun manevi kişiliğine vefasızlık ve haksızlık oldu diye üzüldüm. Hiç olmazsa müze olsa idi.

Gelecek başbakan belki öyle uygun görebilir. Çünkü ben mevcut Başbakanlık binasını da çok beğenirim. Çünkü orası da eski, yaşanmışlığı olan, tarihi olaylara şahitlik etmiş bir binadır. Öyle binalara değer versek.

İYİ İŞLEYEN BİR DEMOKRASİ DEMOKRASİYİ ANLAMIŞ İÇSELLEŞTİRMİŞ TOPLUMLARDA MÜMKÜNDÜR

Şu anda siyaseti dışardan izliyorsunuz. Deneyimli bir siyasetçi olarak, bugün siyasette kullanılan üslubu nasıl buluyorsunuz? Türkiye’de katılımcı ve çoğulcu bir demokrasi var diyebilir misiniz?

Siz de biliyorsunuz ki biz demokrasisi genç bir ülkeyiz. Demokrasinin bütün kurumlarına sahipte olsak da bunların işleyişinde arızalar vardır. İyi işleyen bir demokrasi, demokrasiyi anlamış içselleştirmiş toplumlarda mümkündür. Bu bakımdan eksikliklerimiz oldukça fazla. Halen bunun sancılarını yaşıyoruz. Unutmayalım Demokrasi bir kültür, bir yaşam biçimidir. Buda eğitim düzeyinin yükselmesi ile paralel gelişir.

Teşekkürler Sayın Aykut.

Röportaj: Nurzen Amuran

Odatv.com

arşiv