Can Dündar'dan mektup var

Çok kızıyorum… Öfke doluyorum… Bu ülkede 14 yıl parmaklarını...

Çok kızıyorum…

Öfke doluyorum…

Bu ülkede 14 yıl parmaklarını kıpırdatmadılar.

Erdoğan’ın bastırmasıyla Dr. Necip Hablemitoğlu cinayeti dosyası tekrar açıldı. Ve…

Erdoğan’a yaranmak isteyenler, bu cinayetle ilgili haberler yapmaya, eşi Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu’nu ekranlarda ağırlamaya başladılar.

14 yıldır tek sözcük yazmayanlar, tek cümle söylemeyenler bu suikastın peşine düştü!

Bu nasıl gazetecilik?

Bu nasıl habercilik?

Her Hablemitoğlu cinayeti haberini yaptığımızda bizlere “ulusal faşist” diyenler bugün Hablemitoğlu’nu anımsayıverdi!

Bu ülkenin gazeteciliğini bu hale getirdiler:

Senin cinayetin…

Benim cinayetim…

Herkes bildiği-tanıdığı-fikirdaş olduğu cinayetle meşgul!

“Öteki cinayeti” görmek istemiyor.

Erdoğan’ın tavrı olmasa Hablemitoğlu cinayetini çoktan unutmuşlardı.

Öyle ya… “Faşist bir ulusalcının” öldürülmesiyle mi uğraşacaklardı?

Benzer tavra Hrant Dink cinayetinde de tanık olduk.

Kimileri, “Solcu bir Ermeni”nin öldürülmesiyle ilgilenmedi!

Kimileri, Cemaati işaret ettiğimiz yazıları yıllarca görmezlikten geldi; suikastın çözülememesine bilmeden katkı sağladı.

İşte bugün… Tahir Elçi ölümünde de aynı anlayışı görüyoruz:

Senin ölün…

Benim ölüm…

Böyle gazetecilik olur mu?

Kim olursa olsun gazetecinin görevi hakikatleri halka duyurmaktır.

Sabah akşam “Kendi ölüsü” hakkında yazıp-söyleyenlerin, siyasal görüşünü beğenmediği “Öteki ölülerle” ilgilenmemesi kabul edilemez!

Gazeteciliği işte böyle katlettiler.

Reyhanlı patlamasıyla ilgilenmeyenler Suruç-Ankara patlamasıyla şoke oldu!

Senin patlaman!

Benim patlamam olmaz!

Gazetecinin kafasında önyargı olmamalıdır.

Halbuki…. Tüm patlamaları araştırmalı, yazmalı bir gazeteci.

Evet… Gazetecinin tek görevi vardır; hakikati yazmak.

KİM GAZETECİ?

Benzer ayrım bizim de başımıza geldi.

Odatv çalışanları olarak Silivri’ye atıldığımızda kimi gazeteciler “Nedim ile Ahmet’in Arkadaşları” diye ortaya çıktı!

Niyetleri öyle değildi kuşkusuz ama şu mesajı verdikleri düşünüldü; “Biz sadece iki gazeteci için mücadele veriyoruz!”

“Ötekileştirilen” bizlerdik; ben, Barışlar, Müyesser vs…

Gazeteciliğe yapılan büyük bir kumpas, arkadaşlığa indirgenivermişti!

Bu çocukça tavırlar bugün yine gündemde.

Can Dündar ve Erdem Gül Silivri zindanına atıldıklarında kimi yandaş gazeteciler Erdem Gül için “Tanıyorum kötü çocuk değildir” diye yazdı!

Geldi mesele yine arkadaşlığa dayandı!

Geldi mesele yine tanıyıp tanımamaya dayandı!

Bu kısır döngüden çıkmak gerekiyor.

Tanısan ne olur?

Tanımasan ne olur?

Sen yapılan habere bak!

Mesele… Gazetecinin habercilikten zindana atılıp atılmadığıdır.

Can Dündar ve Erdem Gül gazetecilik yapmışlardır. Delilleri ortadadır ve tarih bunu böyle yazacaktır.

Daha önce yazdım:

MİT TIR’ları olayında Cemaat’in Erdoğan’ı uluslararası mahkemede yargılatma niyetinin olduğu sır değil. Ama gazeteci niyet okumaz; olay gerçek mi, değil mi buna bakar!

Can Dündar ve Erdem Gül

gazetecidir.

Ancak… Bir Cemaat müridi “Gazeteci” kimliğiyle kumpasların merkezinde yer alır; polis-savcı ve hakim “Şeytan üçlüsünün” emrinde görev yaparsa bunlara “Meslektaş” diyemeyiz. Bunlar için “Ah gazeteciler hapiste” sızlanması yapamayız.

Böyle birilerine nasıl gazeteci denebilir?

Sözde gazeteci Cemaat müridinin yaptığı kumpaslar ortadadır; çıkarları-amaçları için hakikati eğip bükerek tanınmaz hale getirmişlerdir.

Can Dündar ile Erdem Gül’ü bu kumpasçılarla aynı kategoride değerlendirmek, Can ve Erdem’e ihanettir.

Biz gazetecilik oyunu oynamıyoruz.

Bu meslek için; işkence gördüm, ölüm tehditleri aldım, işsiz kaldım, hapis yattım. Ve hep yazdım, yazıyorum. Bu nedenle…

Kimilerinin bedeller ödediğim mesleğimi ucuzlatmasına izin vermem.

Yani…

Meselenin arkadaşlıkla-tanıyıp tanımamakla ilgisi yoktur…

CAN’DAN MEKTUP VAR

Siz bu satırları okurken…

Fazıl Say ile birlikte Silivri Cezaevi önünde olacağız.

Can Dündar ve Erdem Gül için “Umut nöbeti” tutacağız.

Evet…

Medyanın sürekli “Ah ah arkadaşlarımızı hapsettiler” diyerek toplu ağlama seansları yapmasına karşı çıkıyorum.

Sürekli birbirinin kopyası yürüyüşler düzenlemesine karşı çıkıyorum.

Peki…

Ne yapmamız gerekiyor?

Bu köşede yazdım.

Gazeteciler için birincil öncelik; Can Dündar ve Erdem Gül’ün yaptığı haberlerin devamını getirmektir.

Yalanın egemen olduğu zorlu dönemlerde gerçeği yazmak devrimci eylemdir.

İşte…

Bu yazımdan sonra Can Dündar’dan mektup geldi.

Şöyle diyordu:

“Sevgili Soner, yazılarını okuyorum.

Ne kadar haklısın. Asıl protesto haber takibiyle olacak -ki haklılığımız çıksın ortaya. Ki ‘canlarını yaktım’ sananların canı yansın.

Sağol desteğin için…

Silivri’den selam, sevgiler…”

Biz Can’la 32. Gün’de “Kontrgerilla” dosyasını hazırlarken 1990 yılında tanıştık!

Bizi hep yan yana arkadaşlık değil, gerçeğe duyduğumuz aşk getirdi.

Ne Can Dündar’ı ne de Erdem Gül’ü “arkadaş kimliğiyle” filan savunuyor değilim.

Yaptıkları gazeteciliktir.

Can’ı ve Erdem’i savunmak gazeteciliği savunmaktır.

Bunun yolu yaptıkları haberin devamını getirmektir.

Ayrıca, yaratıcı protestolar düzenlemektir.

Son yıllarda çok sayıda gazetecinin Silivri zindanına atılmaları nedeniyle, birbirine benzeyen eylemlerle protestolar düzenlemek halkta ilgi uyandırmıyor; aksine gerçeklere ilgisiz kalmasına sebep oluyor.

Kendi dar grubunuza değil, toplumun geniş kesimlerine anlatmalıyız eylem nedeni olan

bu adaletsizliği.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Odatv.com

Can Dündar'dan mektup var - Resim : 1

Can dündar silivri soner yalçın arşiv