CAMİDE HOPARLÖR OLUR MU

Odatv’nin yorumcularına özel olarak teşekkür etmem gerekiyor. Çoğu, birer makale lezzetinde yorumlar yazıyor. Kimileri de kısa, ama zekâ dolu......

Odatv’nin yorumcularına özel olarak teşekkür etmem gerekiyor. Çoğu, birer makale lezzetinde yorumlar yazıyor. Kimileri de kısa, ama zekâ dolu...

Yazmaya çalışan benim gibi insanlara da “ilham” kaynağı oluyorlar.

Mümtaz’er ile ilgili yazıya Dara Çolakoğlu adlı yorumcumuz neden olmuştu. Liberal diye nitelendirdiğimiz “yandaş” yazarlar yerine Ernest Everhart’ı tercih etmem gerektiğini raptor77 adlı yorumcu aklıma düşürdü. Sinan Ergün adlı yazarımız (ilk kez Odatv’de yazdığı için bu kategoriye aldım) “Aşk Bitti” başlıklı yazısıyla Max Horkheimer’i ve romantizmi anımsattı.

Adrenalini bol bir havuzda yüzdüğümü ve arada bir de havuz suyundan yudumladığımı düşündürüyor bana bütün bunlar.

Spartacus adlı yorumcumuz da hiç aklımda yokken Maria Callas’ı beynimin bir köşesinde yakalayıverdi. Bir de buna Bengisu destek çıkınca, “insan sesi” üzerine yazı yazmak “farz” oldu.

Değil mi ki yorum yazan dostlarımız Çandar’dan, Cemal’den, Türköne’den, Metiner’den, Babahan’dan farklı bir isim üzerinde anlaşıyorlar, benim de kaçıp saklanmak istediğim yer tam orası...

Halil Gürsoy ise bay Gustave’ı romantik bulmama kızmış gibi... Oysa ben Eiffel kulesini romantik buluyorum da, ona adını veren bay Gustave’i hiç tanımam.

ARYADAN EZANA

Gelelim zurnanın “zırt” dediği yere.

Gerçek anlamda...

Çalgılar, insan sesine yakın oldukları ölçüde beğeni kazanmış ve varlıklarını sürdürmüşler. Bu seslerin içinde insana en yakın olanının piyano olduğu söylenir.

Ama şurası kesin, opera ve arya müzik dinleme seviyesinin en üst noktasını oluşturuyor.

Çelişkili gibi gelebilir. Madem insan sesine en yakın enstrümanlar “makbul” kabul ediliyor, o halde insan sesi birinci tercih olmalı, değil mi? Yani aryalar herkesin en beğendiği müzik eserleri olarak bayrak elde en önde koşmalı...

Burada müzik sanatı devreye giriyor. Tüm sanatlarda olduğu gibi, müzik sanatında da aynı aşamalardan geçilme zorunluluğu var. Eğitimsiz insan sesinin kulak tırmalamasıyla işe başlarsak, aryalara gelindinde ne kadar uzun bir yol katedildiğini anlamak mümkün olur.

Sabahın kör karanlığında, uykunun en tatlı yerinde hiçbir kurala ve makama uymadan, sanki yalnızca “uyandırmak” görevini yerine getirip acele yatağına dönecek bir müezzinin sesi ile, Maria Callas veya Leyla Gencer’i karşılaştırma şansımız var mı?

Var. Biri sanatsal bir eğitimin estetik sunumu ise, öteki dinsel bir eğitimin sanatsal olmayan bir dürtüsü.

Oysa, Müslümanlık ile ilgili ufacık bilgisi olanlar bile bilir ki, günde beş kez seslendirilen ezanın beş ayrı makamda okunması gerek.

Öyle mi? Hayır. Peki ses eğitimli mi? O da hayır. Peki hoparlörler “makul”mü? Kesinlikle hayır...

Yapılmak istenen ne o zaman? Uyandırmak. Ne olursa olsun uyandırmak... Namaza kalkın veya kalkmayın, hasta olun veya olmayın, üç yaşından gün almış olun veya olmayın...

Kalkacaksınız...

Müezzinimiz, eğer cinlik edip de bir ses bandına daha önceden ezanını okumamışsa, onunla birlikte siz de yerinizden zıplayacaksınız. O alışkın olduğu için yeniden uyuyacak, ama sizin için artık gün başlamıştır.

Maria Callas’tan girelim bir de konuya. Sabahın beşinde, uykunun kör karanlığında, Callas’ın sesiyle, Bizet’nin ünlü Carmen operasından “Chanson Boheme”i cızırtısız bir hoparlör aracılığıyla dinlediğinizi düşünün, hoşunuza gider miydi?

Dünyanın en iyi seslerinden biri, dünyanın en ünlü operalarından birinden, en ünlü aryalarından birini seslendiriyor... Hoşa gitmesi gerek, ama gitmiyor.

Ne yeri, ne zamanı çünkü.

Müzik, bir ibadet gibidir. Onun sizi yakalaması değil, sizin onu yakalamanız gerek.

Eğer müzik setinize Pavarotti’den bir dinleti koyduysanız eğer, bu müzik dinlemeye hazırsınız demektir. Bilerek ve isteyerek yapılan bir eylem söz konusudur çünkü.

KLASİK BİLİNMEDEN MODERN ANLAŞILMAZ

Ama gelelim konunun başına: Belli bir aşamaya gelinceye kadar tüm sanatlar, belirli “klasik” tabir edilen yoldan yürürler. Bu yolu doğrudan aşıp da, son aşamaya birdenbire ulaşmanın her sanatta yarattığı müthiş bir hayal kırıklığı vardır.

Ne Picasso veya Dali doğrudan “sürrealist” resim yapmaya girişmiştir, ne James Joyce kalemi eline alır almaz Ulysess’i yazmaya koyulmuştur, ne Fellini kamera arkasına geçer geçmez Amarcord’u çekmiştir.

Bakmayın sanatçıların bu zorunlu serüvenine. Sanat tüketicisinin de aynı yolu izleme zorunluluğu vardır.

Dali’nin klasik dönem resimlerini izlemeden, Rönesans döneminin “fotografik” gerçeklikteki resimlerini incelemeden, kısacası resim tarihinde şöyle bir gezinti yapmadan, Picasso tablolarının karşısında hayranlık duymak biraz güçleşir.

Müzik tüketicisinin işi daha da zordur. Kaçamadığı bir sanat eylemiyle karşı karşıya olduğu için, seçim yapması alışkanlıklarını ortadan kaldırmasıyla mümkündür ancak. Yani, diğer sanat türlerine oranla iki veya üç kat daha fazla kendini eğitmesi gerekir.

Gürültüden düzenli ses akışına, oradan da sanatsal söyleme uzanan yolda sürekli karşısına “mephisto” çıkacak ve kendisine “acılarını, umutsuzluklarını ve kaderini” haykıracaktır.

Bu İspanya’da da böyledir, Yunanistan’da da, Amerika’da da...

Bize özgü bir “kültür erozyonu” değildir yani.

HEP AYNI ŞARKI

Bu yüzden “ibadet” alanları koro sesleriyle mistik havalara sokulmuştur.

Korku filmleri bu yüzden insan sesinin en uç noktalarını fon olarak kullanır.

Kadere inanmanın yolu bu yüzden insan sesinin cılız ve ağlamaklı nameleri arasında sıkışır.

Öylesine güçlü ve sinsi bir sanattır ki müzik, insanın iyi ile kötüyü ayırabilmesi için mutlaka, ama mutlaka çalışması gerekir.

Aksi durumda, yediğiniz yemeğin lezzetini biraz daha fazla hissetmenize neden olmaktan öteye gitmeyen bir “eşlik” durumunda kalacaktır.

Maria Callas’a gelince, işte o aşamaya bir anda gelinmiyor.

Bakmayın opera salonlarını dolduran “sosyeteye”... Çoğu defilesini yaptıktan sonra, konserin ne zaman biteceğini düşünmeye başlar.

Ama şunu da duyar gibiyim: “Millet aç, banka borçları kapıda, bakkal veresiye vermiyor, işsizlik had safhada, yolsuzluk almış başını gidiyor... Sen ne diyorsun be kardeşim. Bana ne Maria Callas’tan, Verdi’den, Gogol’den, Leyla Gencer’den...”

Eh, ben de o zaman derim ki, “Al sana Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Fehmi Koru, Hasan Celal Güzel, H.Bülent Kahraman, Nazlı Ilıcak ve arkadaşları...”

Al ve borcunu öde...

Mümtaz İdil

Odatv.com

Camii haparlörleri ezan arşiv